Histeri nöbeti gibi siyaset - Ergin Yıldızoğlu (Cumhuriyet)

Abone Ol

Sonu gelmez tutuklamalar, tasfiyeler, OHAL, “Anayasa, anayasaya aykırılık yetkisi veriyor”... “İşkenceleri sorgulamayacağız”; “proje okul”, “proje kent”, “reis kimdir?”, “Yeni padişahımız”... Bu öfke, bu şiddet, bu telaş, bu kibir, “yok etme” saplantısı niye? 

Şuradan başlayabiliriz: Cumhurbaşkanı 14 ay önce, “Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var... Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir” diyordu. 

Yönetim sistemi (rejim) fiilen değişti. Ancak eski rejimi, anayasayı ayakta tutan, yeniden üreten eski “simgesel evren” verimliliğini kaybettiyse de yok olmadı. AKP bir süredir eski rejimin “simgesel evrenini” yok etmeye, “yeni yönetim sistemini” halka benimsetecek din temelli bir “simgesel evren” kurmaya çalışıyor; bunu ayakta tutacak, Cumhurbaşkanı’nın fiili gücünü topluma kabul ettirecek dayanaklar arıyor.

İki olanaksızlık 

Bu arayış iki kanaldan ilerliyor: Bir taraftan fiilen değiştiği iddia edilen rejimin simgesel evrenini işlevsizleştirecek bir yeni tarihsel anlatı aranıyor; diğer taraftan da, bu fiili durumu olağanlaştıracak bir “kurucu-başlangıç miti”... 

Birincisi bu anlatıyı Cumhuriyet öncesi dönemde arıyor, ikincisi de 15 Temmuz darbe girişiminin anlamında. Birincisi söz konusu olduğunda, Cumhuriyet öncesine, “Cumhuriyetle birlikte kaybolduğu varsayılan” şeyi bulmaya gidenler, yüz yıldır çürüyen, kapitalist dünya ekonomisiyle emperyalizmin egemenliği altında “yarı-sömürge” biçiminde bütünleşen, ayakta kalabilmek için Batı’nın siyasi, ekonomik pratiklerini, teknolojisini kopyalamaya çalışan, borç içinde bir imparatorlukla karşılaşıyorlar. Ne son sultanların politikaları, ne İttihat ve Terakki’nin zorlamaları, ne de Mustafa Kemal’in Samsun’a gitmeden önceki arayışları bu imparatorluğu kurtaramadı. Siyasal İslam, yaklaşık 100 yıl sonra, “Cumhuriyet Olayı”nı yok saymanın simgeselde yaratacağı boşluğu dolduracak şeyi, gidip baktığı yerde bulamıyor, bulamadıkça da hırçınlaşıyor. 

İkinci olanaksızlık, Cumhuriyet “Olayı”nın, ona olan sadakatin “silinmesiyle” oluşacak boşluğu dolduracak bir “Olay” ve sadakati 15 Temmuz’dan çıkartma çabasına ilişkindir. 15 Temmuz darbe girişiminin sonuç almasını önleyen “şeyi” demokrasinin zaferi olarak sunmanın önünde aşılması olanaksız bir engel var: Eski rejimde, “demokrasi” denen şeyin “bulunduğu yer”, darbe girişiminden çok önce boşalmıştı.

Demokrasi mi dediniz? 

Darbeden önceki 12 yıla baktığımızda, demokrasinin hemen tüm bileşenlerini tasfiye ederek “tek adam” rejimi kurmakta olan bir yönetim, sistemi filen değiştirdiğini açıklamaktan çekinmeyen bir liderlik görüyoruz. Bu görüntüye de her seçimden yenilgiyle çıkmasına karşın politikasını değiştirmeyen, “sert demeçlerle” tepki vermenin ötesine geçemeyen bir muhalefet, totaliter rejime ilerleme sürecini “demokratikleşme” sanan bir liberal entelijensiya, süreci doğru saptamakla birlikte bir türlü kendini toparlayamamış bir sol hareket eşlik ediyordu. 

15 Temmuz gecesinde, Yenikapı mitinginde bir “şey” vardı ama, bu çoktan yok edilmiş bir “demokrasinin” savunulmasından başka bir şeydi; demokrasiyi yok etme sürecinin içindeki, bir (belki de son) sarsıntıydı. Siyasal İslamın, birkaç iflah olmaz yararlı salağın dışında kimse bu demokrasiyi savunma, bu savunmayı Milat ilan etme çabasını kabullenmiyor. 

AKP liderliği de, siyasal İslam da yukarıda değindiğim iki olanaksızlığı kabullenemiyor, topluma, özellikle de laiklik yanlısı kesime, bu tarihsel anlatıyı, “başlangıç mitini” ısrarla dayatmaya devam ediyor. Başaramadığı oranda da, AKP siyaseti bir histeri nöbetine dönüşüyor. Ancak bu bir bireyin değil de bir yönetici sınıfın, toplumsal hareketin hastalığı. Yarattığı yıkımın çapı da ona göre...