Yargıtay’ın mütalaasında o kadar çok hukuk dışı indirgeme var ki HDP’nin buna karşı bir “savunma” yapabilmesi oldukça güç. Hukukçu Orhangazi Ertekin HDP’ye yönelik davanın mütalaası hakkında yazdı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının HDP mütalaası sadece doğrudan muhatabı olan HDP ve Kürtler açısından değil Türkiye'de siyaset yapan tüm kesimlerin hak ve özgürlükleri ve bunların sınırlarını anlamak açısından da oldukça verimli bir metin. Yurttaşlar ile "teröristler”, haklara sahip olanlar ile haklardan mahrum bırakılması gerekenler arasındaki sınırların nasıl kurulduğunu gösteriyor bu resmi metin. 'HDP neden kapatılmalı?' sorusu ve cevabının ötesinde bir ders var içinde. Siyaset yapmak ile kriminal eylem arasındaki farkların nasıl tespit edildiğine dair hukuki-siyasi zihniyeti bir bütün olarak ifşa ediyor olması, mütalaanın Türkiye'de yurttaşlık ve yurttaş hakları ile doğrudan ilgili olduğunu gösteriyor. Bu nedenle HDP'nin kapatılma talebinin gerekçelerini tartışırken Türkiye'de hukuk-siyaset ilişkilerinin nasıl bir rutine sahip olduğunu anlamamız da mümkün hale geliyor. TERÖRİZM ALGISI VE HUKUK DIŞI İNDİRGEMELER Öncelikle mütalaada o kadar çok hukuk dışı indirgeme var ki HDP'nin buna karşı bir "savunma" yapabilmesi oldukça güç. Daha açıkçası mütalaa bir savunma yapmayı mümkün olmaktan çıkartan genellemeler ve indirgemelerle dolu. Her şey tam da bu şekilde bir suçlamaya dönüşürse ve indirgemeler mantık dışına çıkarsa savunma kendisini nereye yerleştireceğini, suçlamalara nasıl karşı koyacağını bilemez ve kaçınılmaz olarak dağılma tehlikesi yaşar. İddianame ve mütalaa açısından ilk önemli sorun buradadır.  Parti kapatma konusunda bu yöndeki hukuki standartlar göz önüne alınmamıştır. Bir defa, mütalaa, hukuken en temel ayrım olan "amaç" ve "araçları” birbirine özdeş hale getirmiş. Böylece siyasetin ve siyasi amaçların yasaklanmasını talep etmeye kadar ilerletmiştir iddiasını. İkincisi Teröristi terör eylemini belirlemekte öncelikli kılmış ve ilk olarak teröristi kolaylıkla tespit edip kişinin suç fiillerini aşacak şekilde bütün bir hayat alanını ve gündelik hayatını da kriminal hale getirmiştir. Yani ceza hukukunun katı biçimde ısrar ettiği "fiilin” yerine bir "statüyü" koymuştur. Ve üçüncüsü ise terör örgütü ve terör örgütü yöneticiliği ile terör eylemi özdeş hale getirilmiş, böylece terör eylemi bir "organizmanın” olağan faaliyetlerine kadar uzatılmıştır. Oysa ceza hukukunda her dokunduğu suç olan bir "organizma" yoktur. Daha iyi anlaşılmak için bunları biraz daha açalım ki doğru bir tartışmanın yolu açılsın ve böylece HDP'nin kapatılması talebi hukuki bir meseleye dönüşebilsin.  TERÖRİZM, ARAÇLAR VE AMAÇLAR İlk olarak mütalaadaki şu cümleye bakalım "...iddianamede davalı partinin bölücü terör örgütü PKK/KCK ile amaç birliği doğrultusunda terör örgütü vasıtasıyla şiddet unsurunu kullanarak ırk esasına dayalı olarak bölüp, ayrı bir devlet kurma hedefine ulaşmada kararlı olduğu belirtilmiştir...". Bu tek cümlede bile o kadar çok hukuki mantık hataları ve indirgemeler var ki birer birer açmak yerine bir kaç başlık haline getirerek tartışalım. Birinci olarak mütalaa HDP ile terör örgütünü "amaçları” ile birbirine bağlamıştır. Oysa herhangi bir terör örgütü ile "amaç birliğine" sahip olmak hiç bir legal parti ve örgütü terörist yapmaz. "Terör uzantısı" bir merkez haline getirmez. "Terör eyleminin" sorumlusu kılmaz. Bu çok açık ve net bir hukuki kuraldır. Çünkü terör "araçlarla” ilgilidir. "Amaçlarla" ilgili değildir. Aynı amaca sahip olduğu için bir partiyi terörist hale getirirseniz Türkiye'de terörist olarak göstermeyeceğiniz bir tek siyasi hareket bile bulamazsınız. Çünkü şiddeti kendi amaçları için kullanmayan hiç bir hareket veya hareket üyesi yoktur.
İddianame ve mütalaanın genel yaklaşımı tam tersidir: "HDP, terör örgütünün bir vasıtasıdır." Buna karşılık yukarıdaki cümlede HDP'nin PKK'yı vasıta olarak kullandığı iddia edilmektedir.
İkinci sorunlu indirgeme ise "terör örgütü vasıtasıyla şiddet unsurunu kullanarak" ifadesinde saklıdır. Burada söylenen şey hukuken çok açıktır ve şöyle özetlenebilir: "HDP bir parti olarak aslında şiddet unsurunu kullanmamaktadır. Buna karşılık bir "vasıta" yoluyla şiddet ile bağ kurmaktadır." Oysa İddianame ve mütalaanın genel yaklaşımı tam tersidir: "HDP, terör örgütünün bir vasıtasıdır." Buna karşılık yukarıdaki cümlede HDP'nin PKK'yı vasıta olarak kullandığı iddia edilmektedir. Kaldı ki PKK/KCK ile HDP "amaç birliği" ile birbirine bağlandığında artık her ikisi arasındaki "vasıta" ilişkisini tespit etmekle uğraşmak zorunda kalmazsınız. Oysa hukuk ve özellikle de bu davada esas alınacak ceza hukuku mantığı bu "vasıta" ilişkisinin somut seyrini tespit etmek ile sınırlıdır. Ve bu bir iddianameden ve mütalaadan beklenecek olan ve görevden doğan bir sorumluluktur. Buna karşılık hukuken çok önemli olan bu sorun iddianame ve mütalaanın kullandığı gündelik dil içinde önemsiz görünmektedir.  Çünkü  "amaç birliği" zaten bu iki yapıyı birbirine bağlamak için yeterli görülmüştür. İddianame ve mütalaa tam da bundan dolayı şiddet unsurunu belirlerken HDP'nin mi yoksa PKK'nın mı "vasıta" olduğunu tespit etmekte serbest hale gelir. Bir yandan oldukça çelişkili biçimde HDP'nin PKK/KCK'yı "vasıta" olarak kullandığını tespit edebilirken iddianame ve mütalaanın birçok yerinde tam tersine "terör örgütü lideri Öcalan"ın veya "terör örgütü"nün HDP'yi vasıta olarak kullandığına işaret edilmektedir. Bu iki tespit arasında sanıldığının tersine şiddeti ve terör eylemini tespit etmek bakımından ciddi bir çelişki vardır. Hukuken böyle bir dil ve yöntem kullanılamaz. Kullanılmamalıdır. Vasıta meselesi kolayca sonuca bağlanamaz ve geçiştirilemez... TERÖRİZM VE ÖRGÜT YÖNETİCİLİĞİ Mütalaadaki bir başka önemli hukuki eksiklik ise HDP'nin "Abdullah Öcalan'ın talimatları doğrultusunda kurulduğu" ve onun verdiği talimatlarla yönetildiği suçlamasına ilişkindir. Şu aşamada bunun doğru olup olmadığı önemli bir sorun değildir. Ayrıca bunun iddianame ve mütalaada kanıtlanıp kanıtlanmadığı da şimdilik ayrıntıdır. Burada, asıl olarak, oldukça ciddi başka bazı sorunlar ve hukuki çelişkiler bulunmaktadır. Basit olarak şöyle özetlenebilir sorunlar: Eğer Öcalan böyle bir talimat verdi ise bunun "terör faaliyeti" olduğu sonucuna nasıl varabiliriz? "Terörist başı" olduğu için mi? Gündelik dilde oldukça olağan görünen bu tez hukuki bir mantığa dayanmakta mıdır? Ve ikincisi ise eğer bu siyasete değil teröre yönelik bir faaliyet ise Öcalan hakkında bir soruşturma açılmış ve kovuşturmaya dönüşmüş müdür? Ceza almış mıdır? Şöyle açalım sorunun önemini: Bilindiği üzere Abdullah Öcalan Terörle Mücadele Yasasında sayılan belirli suçlardan yargılanmış ve cezalandırılmış, halen infaz aşamasında bir kişidir. Öcalan'ın HDP ile ilişkisini kriminal hale getirmeye yeter bir durum mudur bu peki? Mütalaa burada da yanlış hukuki muhakeme yöntemleri kullanmakta ve sorunlu indirgemeler yapmaktadır.
Öcalan'ın terör örgütü kurucu ve yöneticiliğinden cezalandırılmış olmasının onun bütün eylem ve söylemlerini kriminal hale getireceği ön varsayımı vardır burada. Bu tamamen hukuk dışı bir yaklaşımdır.
Birincisi Öcalan'ın terör örgütü kurucu ve yöneticiliğinden cezalandırılmış olmasının onun bütün eylem ve söylemlerini kriminal hale getireceği ön varsayımı vardır burada. Bu tamamen hukuk dışı bir yaklaşımdır. Bir kişinin terör örgütü yöneticisi olduğunun mahkemece karara bağlanması onun tüm faaliyetlerini ve sözlerini de "terör eylemi" haline getirmez. Modern hukukta böyle bir hukuki statü yoktur. Kaldı ki bu bir "statü" olarak modern hukukun asla kabul edemeyeceği indirgeme biçimidir. "Hükümlü olan kişi hükümlüdür.” Hüküm sonrası yaptıkları ve söyledikleri de doğrudan hüküm kapsamına girmez." Eğer hüküm sonrası suç eylemi iddiası var ise yeniden yargılanır. Daha açıkçası Yargıtay Başsavcılığının bunun tersini iddia etmesi için iki temel soruya cevap vermesi gerekir: Birincisi HDP'nin Öcalan tarafından kurulması neden terör faaliyeti olmalıdır? "Terörist başı" olduğu için mi? Eğer cevap böyle ise şu halde "suç" ve "hükümlülük" bir "statü hukuku" yaratmış olur ve modern hukuk böyle bir ilkeyi asla kabul etmez. Şimdi bu soruyu bir kenara koyup bir başka ciddi soruyu da ekleyelim: Eğer Öcalan'ın HDP'nin kurulmasına dair cezaevinde kayıt altına alınmış olan görüşmeleri ve ilişki ve iletişim süreçleri bir suç ise Öcalan'a bir dava açılmış mıdır? Bu talimatlarına yönelik soruşturma yapılmış mıdır? Kovuşturmaya dönüşmüş müdür? Mütalaada bu sorulara dair cevaplar bulunmamaktadır. Kaldı ki cevabı verildiğinde çok daha ciddi başka sorular da ardı ardına gelecektir.
Mütalaa, maalesef, bu meselelere dair uluslararası standartları içermediği gibi Türkiye'nin parti kapatmaya ilişkin bugüne kadar ki zayıf birikimlerine bile sahip olmayan indirgemeler ve mantık hataları ile dolu.
Hukuk konusunda duyarlılığı olan okuyucular için hatırlatmak isterim ki "HDP'nin Öcalan tarafından kurulduğu" iddiası ile "Kandil tarafından kurulduğu" iddiası arasında da ciddi bir fark vardır. Nitekim Öcalan halen infazı süren bir kişidir. Mütalaada tartışılacak daha birçok hukuki indirgeme ve mantık hataları bulunmakla beraber ana tartışma noktaları bunlardır. Mütalaa, maalesef, bu meselelere dair uluslararası standartları içermediği gibi Türkiye'nin parti kapatmaya ilişkin bugüne kadar ki zayıf birikimlerine bile sahip olmayan indirgemeler ve mantık hataları ile dolu. Konunun kurumsal düzeyde ve medyada bu seviyede ele alındığı müddetçe de hukuki yanılgılar kaçınılmaz hale gelecektir. Dünyada kendine özel bir "siyasi partiler yasası" ve "seçim barajı" olan bir kaç ülkeden birisi olan Türkiye'nin geçmiş "partiler mezarlığına” bir yenisinin daha eklenmemesi için gerçek bir hukuki tartışma başlaması dileğiyle...