Herkesin anlaşmazlık çözme becerisi geliştirmesi gerekiyor

Abone Ol
Zarar vermeme aslında tıpçıların çok iyi bildiği bir etik kural. Ama son yıllarda bunun özellikle ihtilaf yaşanan durumlarda da uygulanmasının oldukça önemli olduğu ve kişilerin uyuşmazlık duyarlılığı edinmesine dair de söylenir oldu. Geçen haftaki Oscar törenleri, iki kişi arasında beklenmedik bir şiddet olayı yaşanmasıyla kendisinden çok bahsettirdi. Konunun “neyin şakası olur-neyin olmaz”; “hastalık şaka konusu olur mu”; “eşini/ailesini koruyan erkek”; “şiddet ne zaman hoşgörülür (mü)”; ya da feminist bir bakışla “bir kadın açısından bu istenir bir davranış mıdır?” gibi birçok yönüyle ele alındığı malum. Ben bu yazıda birçok kişi tarafından dile getirilen görüşleri tekrar etmek değil, başka bir bakış açısı getirmek istiyorum. Zira müzakere, ihtilaf çözümü gibi bir alanda çalışan birisi olarak, ister şahsi ister toplumsal ilişkiler olsun veya ister siyasi ihtilaflar olsun, her tür anlaşmazlığa veya uyuşmazlığa, biraz da bu alandan bakılmasını giderek daha fazla önemsiyorum. Bu son yaşanan olay aslında Hollywood yıldızları dâhil herkesin ne kadar ihtilaf çözme becerisinden yoksun olduğunu bize gösterdi. Hatta ihtilaf hayatımızın bir parçası olsa dahi bu konuda en temel bilgilere bile sahip değiliz. İhtilaf yaşamayı normal bir şey olarak görmediğimiz için bu konuda becerilerimizi ve farkındalığımızı geliştirmeye de çalışmıyoruz. Yurtdışında artık kurumsal yapılarda çalışan müdürlerin bile, kendi yöneticileri tarafından uyuşmazlık çözme becerilerinin yeterince iyi olmaması sebebiyle uyuşmazlık koçlarına gitmelerinin istendiğini biliyoruz. Örneğin yönetici, belki herhangi bir karar vermekten kaçınıyor yahut uyuşmazlıktan kaçmayı tercih ettiği bir tarzı var. Veya ortada bir uyuşmazlık yokmuş gibi yaparak, konunun unutulup gideceğini umuyor yahut tam tersi, fazla rekabetçi ve buyurgan. Kişileri dinlemeden karar veriyor ve bundan giderek daha fazla rahatsız olan genç kuşakların kurumdan ayrılmasına veya uyuşmazlık dolu toksik bir çalışma ortamı doğmasına neden oluyor. İlk akla gelen promosyonlar, değerlendirmelere gibi kariyer bakımından önem taşıyan konular. Her ne olursa olsun ve adına ister çatışma, anlaşmazlık veya uyuşmazlık diyelim bunların hayatımızın bir parçası olduğu açık. Dolayısıyla Oscar töreninde meydana gelen ve şiddet içeren olaya bu bakış açısından bakıldığında ne olduğuna geçmek istiyorum. Bunu yaparken Harvard Hukuk Fakültesinde ve Cambridge Müzakere Enstitüsü hocası olan Bob Bordone’den esinlendiğimi ifade etmeliyim. Kendisinin, özellikle müzakere ile uyuşmazlık prensiplerini gerçek hayata uygulamaya çalıştığı bir YouTube kanalı var. Son bölümde bu olayı ele aldı. Oscar töreninde meydana gelen olayla ilgili bahsettiği ilk şeylerden birisi, benim de arabuluculuk eğitimlerinden sıklıkla ele aldığım “kaç veya savaş” fenomeni. Bu fenomen, insanların kendilerini bir tehdit altında hissettikleri zaman gösterdikleri bir davranışın adı ve hayatta kalmayı sağladığı için aslında evrim teorisiyle yakından ilişkili. Bir başka deyişle, insanlar bu durumda ya kaçıyor ya savaşıyor. (Son dönemde bu ikisinin yanına eklenmiş olan donup kalma da var). Böyle bir durumda, insanların tüm kanı, kaçmalarını sağlayacak veya savaşmalarını sağlayacak -hayatta kalmalarını sağlayacak- kol veya bacak gibi organlarına gidiyor. Bir anlamda, düşünmelerini sağlayan organ olan beyinlerinden adeta “kanları çekiliyor” ve onu kullanarak rasyonel tepki vermeye değil, kaçmaya veya savaşmaya odaklanıyorlar. Nitekim, Will Smith, başta espriye güler gibi olduysa da sonra kalkıp sahneye çıktı ve “savaştı.” Burada hem sözel hem de fiziksel anlamda savaştan bahsediyoruz. Bordone’nin açıkladığı üzere, Smith varlığına-hayatta kalmasına yönelik bir tehdit algısına kapılmasına neden olan bir tetiklenme anı yaşadı. Dikkat edilirse burada kendisine yönelik fiziksel bir tehdide değil kendi kimliğinin önemli bir parçası olan ailesine yönelik bir tehdit algısı söz konusu. Bu kimlikler birçok kişi açısından farklı unsurlar içerebilir elbette. Peki, kaçmanıza veya savaşmanıza neden olan bu tarz bir tehditle karşı karşıya kaldığınızda -şiddete başvurmayı seçmeyeceğinizi umarak-ne yapmalısınız? Öncelikle, kaç veya savaş tepkisi verdiğinizin farkında olmanız lazım. Mesela “birazdan kızacağım, bağıracağım, anında pişman olacağım kötü sözler söyleyeceğim, hissediyorum, geliyor” diyebilirsiniz kendinize. Fiziksel bir takım arazlara karşı uyanık olabilirsiniz: elleriniz mi terliyor, yanaklarınız mı kızarıyor veya genel anlamda bir sıcaklık mı hissediyorsunuz? Kısaca, kendi kendinizin düşmanı karşı taraf değil, bizzat kendinizsiniz o anda. Her an akıl dışı bir tepki verebilirsiniz.
Smith, Rock’un eşinin rahatsızlığını biliyor olup olmadığını sorarak, duruma göre Rock’tan belki bir özür belki bir açıklama veya kendini savunma duyabilirdi. Ancak bunun yerine, kendi kendinin düşmanı oldu ve bu kötü olay yaşandı.
Böyle bir durumda doğru davranmak için rasyonaliteye de ihtiyacınız olduğu için, öncelikle bir ara almalı ve “balkona çıkmalısınız”. Türkçeye “Evet” diye çevrilmiş “Getting to Yes” kitabı yazarlarından William Ury tarafından geliştirilmiş olan bu ifade, size gerçek anlamda balkona çıkıp temiz hava almanızdan çok, o an ve mekândan bir süreliğine uzaklaşmaya ihtiyacınız olduğunu söylüyor. Bordone de buna değiniyor ve eğer Will Smith’e koçluk yapıyor olsaydım, kendisini bu tepkilere iten konuların neler olduğuna dair farkındalığının olmasını ve “zarar vermeme” prensibini hatırlatırdım diyor. Zarar vermeme aslında tıpçıların çok iyi bildiği bir etik kural. Ama son yıllarda bunun özellikle ihtilaf yaşanan durumlarda da uygulanmasının oldukça önemli olduğu ve kişilerin uyuşmazlık duyarlılığı edinmesine dair de söylenir oldu. Çünkü böyle anlarda söyleyeceğiniz bir şey, yazacağınız bir cevap veya fiziksel anlamda yapacağınız şey, çok kısa bir an için size tatmin duygusu verecek olsa dahi, yaşanan olayı tırmandıracak; uzun vadede utanç verici, rahatsız edici bir şey yapacak ve kuvvetle muhtemel kendinize zarar vereceksiniz. Peki ne yapmalısınız, hiçbir tepki vermemeniz mi bekleniyor? Bordone’nin değindiği şeylerden birisi konuyu başka bir zamanda ele almak. O anda yapamadığınız bir konuşmanın sonra konuşulması önemli-sizin için taşıdığı önemi de düşünürsek. Ancak bunu da çok uzun zaman geçirmeden yapmak lazım. Örneğin bu durumda, esprinin niye yapıldığını anlamaya çalışmak düşünülebilir. Smith, Rock’un eşinin rahatsızlığını biliyor olup olmadığını sorarak, duruma göre Rock’tan belki bir özür belki bir açıklama veya kendini savunma duyabilirdi. Ancak bunun yerine, kendi kendinin düşmanı oldu ve bu kötü olay yaşandı. İzlemek isterseniz, Bordone’nin tüm bunları anlattığı video linkte yer alıyor.