Her deşifre bir şifreleme: Sanat ve felsefe
Yaşamın kendisi vardır, anlamı yoktur. Zihnimizde anlam vardır, yaşam yoktur. Yaşamın ilinekleri rastgeledir. Zihnin ilinekleri amaçlıdır, rastgeleliği dışlar. Fakat yaşamla zihin arasında da bir ilişki vardır, diğer türlü yaşadığımızın ayırdında olunamaz.
Yaşamı bir ilişkiler ağı olarak kavramakta iki bütüncül bakış açısı öne çıkar: felsefe ve sanat. Bu yaklaşımlar duyular aracılığıyla toplanan verileri, duyu iletileri olmayı aşacak şekilde değerlendirirler. Bu aşkınlığı, veriler arasında ilişkiler, bağlantılar inşa/icat/keşf ederek sağlarlar.
Veriler arasında sonsuz sayıda ilişki kurmak mümkündür ancak pek çok toplumsal, kişisel ve biyolojik kısıt bu ilişki sayısını sınırlar. Bu sınırlamalar bazen o kadar serttir ki, kişi bir sınırlama olduğunu fark edemediği gibi, sınırlamanın dışına hiçbir şekilde çıkılamayacağına da ikna olur. Onu ikna eden, çoğu kez açık bir tehdit ya da dolayımsız bir şiddet değil; çeşitli alışkanlıklar, varsayımlar, ön yargılar ve transfer edilebilir fikirlerdir. Bu soyutlamalar bazen mitlerle, bazen dinle, bazen de bilimle ifade edilirler; kamusal bir anlatı yakalayarak kitleselleşirler. Bireyin özgün fikri olmanın ötesine geçerek, toplumsal kanaatlere, düşüncelere, yaklaşımlara ve görüşlere dönüşürler. Böylesi yaklaşımlar birbirlerini dışlarlar fakat arzuları benzerdir: diğer tüm olasılıklara kapılarını kapatarak kendi lehlerine bir tekel kurmak.
Felsefe ve sanat, görünür olmayan ilişkiler ağlarını açıklama ya da gösterme girişimlerinde, bu tekelleri güçlendirmede olduğu gibi, onları sarsmada da temel aracılardır. Bu deşifre denemelerinde, görünür olanların birbirleriyle kurdukları (görünmez) bağlantıların ne olduğuna ilişkin farklı açıklamalar yapıldıkça, dünyayı kavramanın alternatif çeşitleri ortaya çıkar.
FELSEFENİN KAVRAMSAL İŞARETLERİ
Felsefe, kavramlara dayanarak soyutlamalar yapan akıl yürütmeler aracılığıyla deşifresini arar. Kavramlar birer işarettirler; icat edilmiş harflerin bir araya gelmesinden oluşan sözcük göstergelere sahiptirler. Bu sözcükler, icat edilmiş dilbilgisinin kuralları çerçevesinde belirli anlamlar oluşturacak cümleler içerisinde çeşitli bağlamlara yerleştirilirler. Böylece sözcüğün işaret etmiş olduğu kavram, yalnızca kendi başına bir gösteren kalmayı aşar, cümlenin diğer sözcüklere ve dilbilgisi kurallarına bağlanarak ortaya koyduğu bağlam/atmosfer çerçevesinde ek anlamlar üstlenerek işaret etme kapasitesini – ve isabetsizliğini -arttırır.
Anlatı karmaşıklaştıkça, anlatı araçları da artar ve griftleşir, böylece işaretler aracılığıyla inşa edilmek istenen deşifre girişimi, nesneler arasındaki bağlantıların ne olduklarına ilişkin şifreleri bir yandan ortadan kaldırmaya çabalar, öte yandan ona yeni dilsel şifreler ekler. Bunlar tercümenin getirdiği yeni şifrelerdir. Meselenin bir kısmı açıklığa kavuşturulur gibi olmakta ama diğer yandan da meselenin kendisinde hali hazırda bulunmayan başka vekil şifreler denkleme eklenmektedir.
Felsefede akıl yürütmeye dayalı, çıkarımlarla ilerleyen bir hakikat, olanak, yenilik, yanıt arama söz konusudur. Önermeler birbirini takip eder. Kendi soyutluğu ve işaretler dünyası içerisinde bir rasyonalitesi vardır. Büyük sıçramalar yapmak yerine, adım adım yükselir, her bir adım, bir sonrakine dayanak, bir öncekine sonuçtur. Rasyonalitenin ifade edebildiklerinin dışında yer almazlar. Dile gelen soyutlamalardır didiştikleri, kendileri görünmez, işaretleri görünür.
SANATIN ESTETİK TEMSİLLERİ
Sanatın deşifreye giriştiği alanlar, felsefenin erişemediği karanlıklardır. Dilbilgisi (gramer) bu alanlarda çaresiz kalır, onun sentaksı ve semantiği burada askıya alınmıştır. Felsefenin dilsel olanaklarını yitirdiği bu irrasyonel ve karanlık alanlarda, akıl yürütmeye dayalı çıkarımların yerini, duygulara doğrudan erişen imgeler, sesler, atmosferler alırlar. Anlatı konusu olan şey artık nesnesinin kendisiyle, kamusal olarak o nesnenin hangi temsille karşılanacağına ilişkin bir kabulle karşılanmaz. Onun yerini yaratıcı başka imgeler doldurur. Sanatçı, burada aklı değil duyguları kışkırtırken adım adım gitmeyi bir kenara bırakır. Ona dev sıçramalar gerekir. Öyle büyük sıçramalıdır ki, arı bir sansasyon tek bir görselde, tek bir nota dizisinde, tek bir anda tüm karanlık noktalara çok güçlü bir darbe vurabilsin. Zira buraların karanlığı öyle büyüktür ki, hiçbir aydınlatma daimi olamaz; bu karanlıkta ancak dev bir tek darbelik ışık mümkündür, tıpkı kapkara bir gecede göz gözü görmeyen yağmur sırasında alabildiğince sansasyonel şekilde tek seferde çakan ama o anda her yeri geçici olarak aydınlatıp sonra yeniden karanlığın içerisine batan şimşek gibi.
Felsefenin aksine sanat, nesnelerin onları tanımamızı sağlayan alışıldık parçalarını ya da, onların bütününü referans almaz, aksine onları ortadan kaldırır. Sanatın yöntemi, parçalarla bütün arasında görünmez olan ilişki ağını felsefeden farklı olarak akılla değil, duyularla alımlanacak bir duygusallıkla biçimlendirmektir. Sanat sinir uçlarına dokunacak temsilleri arar ve bu temsillerin temsil ettiklerinden yola çıkması ya da onlara benzemesi gerekmez, temsil ettiklerinin ilişki ağlarını görünür/duyulur/hissedilir kılması yeterlidir. Dahası gerçek amacı budur. Sanat, bir nesnenin aslından uzaklaştırılarak, başka bir nesnenin ya da nesneler grubunun temsili olma hizmetine verilişidir.
Bir mermer, heykel olduğunda ödevi mermerden uzaklaşarak, temsil ettiği nesneye yaklaşmaktır. Michelangelo’nun Davut heykelinde, sanatın malzemesi mermer artık bir cevher görevinde değildir, Davut’un rasyonel olarak dile getirilemeyecek temsil ettiği değerlere/utkulara/tutkulara/duygulara vekalet eder. Nesne, ona anlam veren ve herkes tarafından tanınabilir olmasını sağlayan özelliklerinden sıyrılır. Tanınmaz fakat hissedilir anlam/bağlam/atmosfer inşasına koyulur.
Yaşamın kendisi vardır, anlamı yoktur. Zihnimizde anlam vardır, yaşam yoktur. Yaşamın ilinekleri rastgeledir. Zihnin ilinekleri amaçlıdır, rastgeleliği dışlar. Fakat yaşamla zihin arasında da bir ilişki vardır, diğer türlü yaşadığımızın ayırdında olunamaz. Yaşam bir bütündür, zihin bir parça gibidir.
Bütün, basitçe parçaların toplamı değil, parçalar arasındaki ilişki ağının toplamının adıdır. Bu nedenle yaşamı bütünsel olarak görmek için zihin felsefe ve sanata muhtaç kalır: rasyonalite ve irrasyonalite. İnsan, tamamlanmamış bir proje olarak kendi açmazlarını, parçası olduğu bütünü – yaşamı – anlamlandırmak yolunda aşmaya çalışır, ne yazık ki bu, yenilgiye yazgılı bir tasarıdır. Yaşamı deşifre etmeye yönelik her girişim, birkaç şifreyi çözmüş gibi görünse de, ona yeni şifreler ekler. Sanatta ve felsefede de her deşifre bir şifrelemedir. Giz, insana sonsuza değin kapalı kalır; gizin olasılıkları üzerine spekülasyon ise her daim canlı…