Helalleşmeyi anlama kılavuzu
“Helalleşmek ile hesaplaşmak arasındaki fark, Madımak yanarken sessiz kalan ile Madımak’ı yakan arasındaki fark kadardır. Biri vicdanidir; diğeriyse hukukidir ve evrensel hukuku ihlal eden herkes elbette öncelikle hesap vermelidir.”
Rivayet edilir ki bir geyiği yerken yaralanmış aslan.
Yalakası çok olur ya muktedirin; her biri bir taraftan, başlamışlar kışkırtmaya.
“Haşmetlim” demişler; “nasıl olur da bir geyik sizi yaralar? Siz onu parçalamış olsanız bile o boynuzuna sahip çıkmasını bilmelidir. Madem kurbanınızın boynuzları haddini aştı; o zaman biz de sürüp çıkartalım bu memleketten onun bütün akrabalarını. Kralımıza kurban mı yok?”
Aslan halinden memnun!
“Sürün” demiş; sürmüşler.
Aslan bakmış, bir dediği iki edilmiyor; öfkesini artırıp, emirlerini sıralamış:
“Benim yeleli kardeşlerimin boğazını yaralayan o boynuzlulara dünyayı dar edeceğim, hepsini sürüm sürüm süründüreceğim.”
Kraldan daha kralcılar, geyikten öküze, koçtan tekeye ne kadar boynuzlu varsa hepsini sürmüşler.
Ola ki kaçak göçek vardır diye de yol başlarına kontrol noktaları koymuşlar.
Tam o sırada tavşan geçiyormuş oradan.
“Dur bakalım” demişler, “Sen şu Mevlana’nın anlattığı öyküde, aslanı kuyunun başına götürüp onu kuyuya iten tavşan değil misin?”
Tavşan şaşkın:
“Ben mi?” demiş; “tanımam bile”!
“Hiç inkara kalkışma” demişler, “hem nedir bunlar böyle? Duymadın mı aslan kralımız ormanda boynuzla dolaşmayı yasakladı”.
“Bunlar boynuz değil, kulak” demiş tavşan.
“Ukalalık yapma” diye azarlamış kralın adamı; “Ben boynuz konusunda uzmanım. Hem biz bu yola kefenimizi giyerek çıktık”.
Tavşan kekelemiş.
“Yahu” demiş, “ne alakası var?”
“KİM KORKAR MUAVİYE’DEN?”
“Sen” demiş, içlerinden biri; “Hz. Ali ile Muaviye meselini bilmiyor musun?”
“Nereden bilebilirim ki?” demiş tavşan.
“Dinle de, ders al, o zaman” demiş ve anlatmış kralcının birisi:
Şam Valisi Muaviye ile Hz. Ali arasında halifelik tartışmasının çıktığı sıralarda, Küfeli bir tüccar, Şam’a gelmiş. Elindeki malı bitirip, devesini bağladığı yerden çözerken, Şamlı’nın biri, “ne yapıyorsun? Benim dişi devemi mi çalıyorsun?” diye atılmış.
Küfeli tüccar; “ne münasebet” diye itiraz etmiş, “bu deve benim ve de dişi değil, erkektir.”
“Öyle mi?” der Şamlı, “O halde Vali Muaviye’ye gidelim, o karar versin”.
Gitmişler; Muaviye, halkı meydana topladıktan sonra Şamlıya sormuş
“Bu dişi deve senin mi?”
“Benim” demiş Şamlı.
Muaviye bir kez de halka sormuş:
“Bu dişi deve kimindir?”
Halk hep bir ağızdan, “Şamlınındır” demiş.
“O halde” demiş Muaviye, “bu dişi deve Şamlınındır”.
Küfeli şaşkın ve çaresiz biçimde gitmeye hazırlanırken Muaviye, Onu yanına çağırıp demiş ki:
“ Bu devenin senin olduğunu ve dişi değil, erkek olduğunu ben de, sen de biliyoruz. Ama sen de şahitsin ki dişi deveyi erkek deveden ayırt edemeyen ve ne dersem tekrar eden on bin gözü dönmüş adamım var. Sana deveni geri veririm ama bir şartım var; Küfe’ye dönünce bu gördüklerini Ali’ye anlat. Anlat ki ayağını denk alsın.”
“Eee” demiş tavşan; “bana ne bundan?”
“Şöyle ki” demiş, aslanın adamları; “biz kulağa boynuz diyorsak boynuzdur”.
HELALLEŞMEK İÇİN HESAPLAŞMAK ŞART!
Bazı kavramlar, hukuki bir karşılıkları olmasalar da bize insanlığımızı hatırlatır; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, son olarak, yaptığı “helalleşme” çağrısı da böyle bir kavramdır.
Kılıçdaroğlu’nun, didaktik ve dogmatik kavramları bir yana bırakıp, sahici ve insana ait kavramlarla siyaset yapıyor olması, bugüne dek “kulağa boynuz diyen” muktedirlerin zihin haritasını yekla yeksan etmişe benziyor.
İktidar, kendi sahasına hapsettiği pek çok kavram gibi “helalleşme” kavramının, Türkiye’ye hukukun üstünlüğünü getirmek isteyen CHP’nin Genel Başkanı tarafından bir “açılım” olarak kullanılmasından müthiş derecede rahatsız olmuş.
“İşçinin alın teri”ne, esnafın hakkına, çiftçinin binbir emekle yetiştirdiği ürüne el koyup, ardından da, “hakkını helal et” diyen köylü kurnazları da rahatsız olmuş.
Bunlar için Yunus Emre’nin şu dizeleri ne de güzel cevaptır:
“Halka fetva verirsin, ya sen niye tutmazsın?
İlmin var amelin yok, günahlara batarsın”
Kavram hakkında, “komşu yazarlar” dahil pek çok tartışma yapıldı; o nedenle kavramı orasından burasından çekiştirmek istemem ama gene de şunun altını çizelim; helalleşebilmek için hesaplaşmak lazımdır.
Hesaplaşmak tümüyle kanıtlara dayalı nesnel bir durumdur. Helalleşmek ise tümüyle öznel bir süreçtir.
Hangi durumlarda hesaplaşacağız?
Hangisi için helalleşeceğiz?
HELALLEŞMEK İLE HESAPLAŞMAK ARASINDA NE FARK VAR?
Helalleşmek ile hesaplaşmak arasındaki fark kıldan incedir; kılıçtan keskin!
Örneğin 128 milyarın “iç edilmesi” bir suçtur; o suçu işleyenlerin hesap vermesi gerekiyor; Türkiye’nin birikimidir 128 milyar ve çocuklarımızın hakkı var o parada. “İç edenler”in hesap vermesi gerekir, helalleşme sonraki adımdır.
Ekmeleddin İhsanoğlu kararı ise bir hatadır; hatanın evrensel hukukta bir yaptırımı yoktur. O günün koşullarında doğru atıldığı sanılan adımın yanlış atıldığının anlaşılması, helalleşmek konusuna girer. Karşılığı da “ders çıkarmak”tır.
Bu çerçevede bakıldığında, elbette açılmalı kara kaplı defterler ve mesela “128 milyar nerede” diye sorulmalıdır.
Kimse Soma’da maden işçisine “tekme adam” densizin tekmesine maruz kalan kişiye gitmesini ve ondan “helallik” istemesini yeterli buluyor olamaz.
Helalleşmek ile hesaplaşmak arasındaki fark, Madımak yanarken sessiz kalan ile Madımak’ı yakan arasındaki fark kadardır. Biri vicdanidir; diğeriyse hukukidir ve evrensel hukuku ihlal eden herkes elbette öncelikle hesap vermelidir.
Her şey ortaya dökülüp, hesap-kitap yapıldıktan ve herkes yaptığının karşılığını ödedikten sonra vicdani bir kavram olan “helalleşme” devreye girer ve girmelidir.
Benim için helalleşmek şudur ki kim ne yapmış olursa olsun, hak ve hukuku korunarak, bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı karşısında hesap verebilmelidir.
Hesap sorma hakkından vazgeçilemeyeceği gibi hesap verebilme hakkı da geçiştirilemez.
O halde Kılıçdaroğlu, bu kavramı kullanarak bizden ne istiyor?
Kılıçdaroğlu, bizden, birbirimizle barışmamızı istiyor.
Barışmak, hukuksal zeminde gerçekleşecek bir eylemdir; bunun için yeniden hukukun üstünlüğünü tesis etmek gerektiğine vurgu yapıyor ve helalleşme çağrısını bu zemin üzerinde yapıyor.
Bu isteğini dile getirirken uğradığımız haksızlıkları unutmamızı, uğradığımız hak ihlallerini görmezlikten gelmemizi, ümüğümüzün sıkılmasını sessiz kalmamızı istemiyor elbette!
Bu arada herkesin hesap verme sürecinde müsterih olmasını sağlayacak ve “devri sabık” yaratılmasına engel oluşturacak olan evrensel hukuk kurallarını sıkı sıkıya bağlı kaldığının da altını çiziyor.
Hal böyleyken kim telaşa kapılmışsa onun ayaklarının altındaki zemin hızla kayıyor demektir.
Ne diyelim; kaydırana “helal olsun”!