Kuşkusuz sadece helalleşmeden yola çıkamayız ama helalleşmenin ötesini istemek toplumun bir ferdi olarak benim ve aslında hepimizin hakkı. Bütün bir ülke, hatta daha da geniş ölçekte bir kalabalık olarak, çok uzun ve de acıklı süren bir televizyon dizisinin, sürpriz son ile bitme ihtimali muhtemel olan son bölümünü izliyor gibiyiz. Adeta ne kadar daha dibi görebilirim diye zorlayan AKP iktidarı hızla sönümlenmeye doğru yol alırken, CHP ya da daha doğru bir deyişle Kemal Bey ve arkadaşları ciddi bir atılım ile dizinin sonunun daha çabuk gelmesini sağlamaya çalışıyorlar. Kuşkusuz bunu yaparken sadece Erdoğan ile değil ama aynı zamanda parti içerisinde kendisi gibi cumhurbaşkanlığı koltuğunu isteyenler ile de yarışıyor. Tabii, bu çok boyutlu yarış ve mücadele, hem Kemal beyi hem de etrafındaki atmosferi değiştiriyor. Bu değişimi fark ederken bir yandan Kemal Bey günden güne adaylığını pekiştirirken diğer yandan hem CHP hem de Türkiye için radikal şeyler söylemeye devam ediyor. Bunlardan bir tanesi de Kemal Beyin sanki devletmişçesine çıktığı helalleşme yolculuğu. Devletmişçesine diyorum çünkü kullandığı dilde devleti temsil eden bir ton vardı. Bu bağlamda ‘ben geldiğimde her şey değişecek’ demeye çalışıyor ve kapsayıcı, normatif ve de olgun bir şekilde geçmiş ile hesaplaşmaktan bahsediyor. Ya da hesaplaşmak demesek bile bir şekilde hesaplaşmayı akla getirebilecek bir özeleştiriden bahsediyor.
Kılıçdaroğlu ‘ben geldiğimde her şey değişecek’ demeye çalışıyor ve kapsayıcı, normatif ve de olgun bir şekilde geçmiş ile hesaplaşmaktan bahsediyor. Ya da buna hesaplaşmak demesek bile bir şekilde hesaplaşmayı akla getirebilecek bir özeleştiriden bahsediyor.
Bunu yapmak için iktidara gelebilir mi ya da Erdoğan’ın iktidarı bırakması bir şekilde yumuşak bir geçişle mi olur bu konuda kafamda çok büyük soru işaretleri var. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidarı devralsın ya da alamasın dediklerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat bunu düşünürken bu aralar etrafımızda gördüğümüz gibi boş bir güzelleme de yapmayacağım. Evet CHP Genel Başkanı için devrimsel bir söylem ama arkasının ne oradan geleceğini görmemiz lazım. Zira Adalet Yürüyüşünü yapıp sonrasında anayasal olarak kusurlu bir fezlekeye evet diyerek HDP’li seçilmiş millet vekillerini Erdoğan devletinin rehin almasını aynı Kemal Bey sağladı. Bu noktada içsel bir dilemma yaşamamasını ummak, onu bir şekilde uyarmak ve dahası da ona da ‘yetmez ama evet’ demek istiyorum. “HİÇBİR CHP’LİNİN ANLINDA BİR BUĞDAY TANESİ KADAR KARA LEKE YOKTUR” PSİKOPATOLOJİSİ İLE ZORLU MÜCADELE Gençliğinde CHP’ye gönül vermiş ya da onunla organik bağı olan bireyler ilginç bir ideolojik sosyalleşmeden geçerler. Ülkeyi kuran kadronun devamı olduklarını düşündükleri için bir şekilde hem her şeye hakları olduğunu hem de uzun süredir tam anlamı ile iktidar olamadıkları için mağduriyetleri olduğunu düşünürler. Kısacası çokça dayak yemiş mahallenin büyük abisi rolünü oynamaya çalışırlar. Bu da aslında içsel bir paradoksu ve de kakofonik bir söylemi beraberinde getirir. Bir yandan Deniz’leri anmaya gidecek kadar kendilerini solcu görürlerken diğer yanda İsmet İnönü’yü İsmet Paşa diye anarak güzelleşmekten geri durmazlar. “Devletin gerçek sahibi aslında biziz” derken devletin en büyük bileşenlerinden birisi olan laikliği hiç anlamamışlardır. Kültürel Müslümanlık ile çekinik bir milliyetçiliği sentezlerken modernite anlayışında bir ölçü olarak kendilerini görürler. Birbirleri ile ortak hiçbir noktası olmayan, hatta birbirinden açıkça nefret eden Ecevit ve de Baykal’ı eski genel başkanları olarak sayarlar ve resimlerini de yan yana asarlar. Geçmiş ile kendi içlerinde büyük oranda hesaplaşsalar da bir yandan da kendilerine asla toz kondurmazlar. Bunu hatta çok yerde (eskiden belki bendeniz de) gururla haykırırlar ve şunu söylerler “hiçbir Cumhuriyet Halk Partilinin alnında bir buğday tanesi kadar kare leke yoktur, çünkü onun kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür!” Bu aslında slogan olarak çok etkili ama aslında sağlıksız bir inanış ve ne yazık ki de tabanın belirli bir kısmına hâkim. Her ne kadar bu hakimiyet Deniz Baykal ve Önder Sav egemenliği ile bir nebze kırılmış ve sonrasında Muharrem İnce partiden kopardıkları ile bu yapıyı parti binalarının dışına çıkarmış olsa da bu yapı hem hala partide hem de bir şekilde CHP’nin toplumsal tabanında hala yaşamakta. İşte Kemal beyin bu toplumsal yapı ile hem parti içinde hem de parti dışında mücadele etmesi gerekecek ki bu onun için yeni bir cephe demek. Misal geçtiğimiz günlerde gittiği Yenimahalle Hal ziyaretinde bir vatandaş ‘Başkanım iyisin hoşsun da bu helalleşme işine ne gerek vardı?’ diye bir serzenişte bulundu. Benzer bir açıklama daha da sert bir şekilde 28 Şubat dönemi nedeni ile tutuklu bulunan Çetin Doğan’ın eşi tarafından da yapıldı. Zannediyorum bütün bunlar tepkilerin tamamı değil, sadece benim duyabildiklerim. İşte bu noktada Kemal Bey’in bu hastalıklı, hata kabul etmez kafa ile kesinlikle mücadele etmesi lazım ki bu önemli bir siyasi miras olacaktır. Peki hatalıyız diyerek helalleşmek ne kadar mümkün ya da bu helalleşmenin sınırı ve de kapsamı ne? Ya da sadece helalleşme ile konuları kapatmak mümkün mü? Eğer böyle düşünüyorsa Kemal Bey, el mahkûm bir şekilde evet diyeceğiz ama yetmez demek de zorundayız. NİYE SADECE HELALLEŞME? HESAP SORMA, HESAP VERME YA DA BEDEL ÖDEMEK YOK MU? 1915’i ya da Dersim Katliam’ını Kemal Bey’e benim ya da herhangi birimizin anlatacak hali yok. Kendisi Dersim Alevi’si olarak bürokrasinin en üstüne çıkmayı başarmış, hatta CHP Genel Başkanı sıfatı ile eskiden başbakan olamaya aday olmuş ve de şimdilerde Cumhurbaşkanı olma ihtimali olan birisi. Kısacası hem kendi kişisel tarihi hem de devlet geçmişi ile kimin ne yaptığını ve de nasıl yaptığını bu nedenle de helalleşmenin sadece tek taraflı bir günah çıkarmak olacağını bilecek durumda. Kuşkusuz sadece helalleşmeden yola çıkamayız ama helalleşmenin ötesini istemek toplumun bir ferdi olarak benim ve aslında hepimizin hakkı. Dahası helalleşip hesap verdikten ve de hesap sorduktan sonra yeni bir toplumsal sözleşmeyi nasıl sağlayacağımızı tartışmamız lazım. Kısacası yol haritamız ne olacak bilmemiz gerek.
Hakikat komisyonları kurulmayacak, hep öteki olanlar kazanım elde edemeyecek ya da hepsinde de öte helalleşme gibi soyut çok geniş ve de aynı zamanda da belirsiz bir kavramın içi, mücadele ve de ortak akıl yorma ile doldurulmayacaksa helalleşme yetersiz kalacaktır.
Misal yerinden yurdundan edilen yüzlerce yıllık Anadoluluların ya da İstanbulluların malları torunlarına iade edilecek mi? İadeyi itibarları sağlanacak mı? Ülkede doğuştan kazandıkları kimlikleri nedeniyle bireylerin ya da grupların bir daha zulme uğramayacaklarının garantisi nasıl verilecek? Ya da en azından son yirmi yılda ama bunun da ötesinde hiçleştirilen ya da ölüme mahkûm edilen farklı sivil grupların kayıplarını devlet nasıl karşılayacak? Burada sadece maddi kayıptan bahsetmiyorum, yok edilen vatandaşlık ve de aidiyet bağından da bahsediyorum. Bu bağlamda hakikat komisyonları kurulmayacak, hep öteki olanlar kazanım elde edemeyecek ya da hepsinde de öte helalleşme gibi soyut çok geniş ve de aynı zamanda da belirsiz bir kavramın içi mücadele ve de ortak akıl yorma ile doldurulmayacaksa yetersiz kalacaktır. Ama yukarıda da dediğim gibi öyle zor bir dönemdeyiz ki el mahkûm evet diyeceğiz ama bu tek başına yeter mi bilemiyorum.