HDP'li Baluken: Atanmış polis milletvekilinin kafasına basmaya çalışıyorsa bu bir darbedir
Tahliyesinin ardından gözaltı ve cezaevi sürecine dair ilk defa konuşan HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, gözaltına alındığı sırada bir polisin kafasını bastırmasıyla ilgili ana ilişkin konuştu, “Bir atanmış polis memuru 80 milyon halkın iradesini temsil eden bir milletvekilinin kafasına basmaya çalışıyorsa orada gerçekten çok vahim bir darbe zihniyeti ile karşı karşıyayız demektir” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş genel başkanları ve milletvekillerine yönelik 4 Kasım operasyonunda tutuklanan milletvekillerinden HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, tahliyesinin ardından ilk kez konuştu.
3 aydır tutulduğu Kandıra Cezaevi’nden 30 Ocak’ta tahliye olan Baluken, gözaltı aracına bindirildiği sırada çekilen ve hafızalara kazınan o anı, bir polisin kafasına batırdığı ana ait görüntüleri değerlendirdi.
Bunu ‘darbe zihniyeti’ olarak niteleyen Baluken, “Bir atanmış polis memuru 80 milyon halkın iradesini temsil eden bir milletvekilinin kafasına basmaya çalışıyorsa orada gerçekten çok vahim bir darbe zihniyeti ile karşı karşıyayız demektir” değerlendirmesinde bulundu.
Baluken, cezaevindeki tecrit koşullarını ise “Hep bir dilim gökyüzü görüyorsunuz ama ağır, gri ve puslu bir gökyüzü kesiti” sözleriyle anlattı.
Dihaber’den Hayri Demir’in Baluken’le yaptığı röportaj şöyle:
‘BİR YERDEN DÜĞMESİNE BASILAN BİR OPERASYONDU’
İlk ana geçmeden önce o gece birçok ilde eş zamanlı olarak operasyonlar gerçekleşti. Bu ne anlama geliyordu?
4 Kasım akşamı yaşanılanlar Türkiye siyasi tarihi açısından uzun yıllar boyunca hafızalara kazınacak bir sivil darbe resmini açığa çıkardı. Özellikle eş zamanlı birçok ilde farklı dosyalardan, farklı savcılıklardan vekillerimizle ilgili aynı anda düğmeye basılmış gibi gözaltı kararlarının alınması, vekillerinin evlerinin basılacağı bir şekilde operasyonel sürecin başlatılmış olması bu operasyonun siyasi boyutuyla ilgili çok net bir fikir ortaya koyuyor. Çünkü Türkiye’deki mevcut yargı sistemi içerisinde 5-6 savcılığın aynı anda harekete geçmesini farklı dosyalardan aynı dakika içerisinde operasyon yürütmesini ve gün boyu adresi belli olan vekillerin evlerine baskın yapacak şekilde bir süreç işletilmesini sağlayacak bir mekanizma yok. Böyle bir şey Türkiye’deki hukuk, yargı sistemi içerisinde bir birim yok. Bu durumun kendisi bile bir yerlerden birçok ili kapsayacak şekilde düğmeye basıldığını ve siyasi saiklerle operasyonun başlatıldığını gösteriyor.
Gece yarısına doğru gözaltı ve baskın haberlerinden kısa bir süre sonra sizde Merkez Yürütme Kurulu toplantısındayken gözaltına alındınız. Kamuoyu o gecenin ayrıntılarına da hakim değil, o gece neler yaşandı?
İlk anlarda bize eş başkanlarımızın ve vekillerimizin evlerine baskın yapıldığı telefonlarının geldi. Biz o anda çok yoğun bir telefon trafiği altında kaldık. Her taraftan hem mevcut durumu bize aktarma üzere ulaşmaya çalışanlar hem de bizim durumu anlayama yönelik yetkililere ulaşma çabamız mevcut telefon trafiğini beraberinde getirdi. Böyle olunca da hızla MYK üyeleri olarak genel merkez binamıza giderek oradan bütün bilgileri bir havuzda toplama durumu değerlendirme ve ona göre kamuoyuna gerekli açıklamaları yapma yönünde bir kararlaşma içerisine girdik. Genel merkeze gittiğimiz de ilk anda farklı arkadaşlarda toplanan bilgileri ortaklaştırmaya çalıştık.
‘BAZI MİZANSENLER ÖZEL OLARAK HAZIRLANMIŞTI’
O esnada da genel merkezimiz basıldı ve içeriye onlarca polis girdi. Gerekçe olarak da benimle ilgili bir yakalama kararı olduğu ifade edildi. Ben gün boyu Meclis’teydim, çalışmalarımın başındaydım. Benimle ilgili bir yakalama kararı varsa gün içerisinde bana çok rahat iletebilirlerdi, ulaşıp tebliğ edebilirlerdi. Bütün bu süreçleri by-pass ederek bir partinin ki parlamentodaki en büyük üçüncü siyasi partisinden bahsediyoruz; genel merkezin basılmış olması orada nasıl bir süreçle karşı karşıya olduğumuz açısından da çok net bir resim ortaya çıkardı. O gençlere ve partililere yönelik müdahalelerin öne geçmeye çalıştık. Yakalama kararından bahsedince neden gün içerisinde tebliğ edilmediğini, yerimizin belli olduğunu bu şekilde bir siyasi partinin genel merkezinin basılmış olmasının darbe zihniyeti açısında ne anlama geldiğini ifade ettik. Sonrasında dışarıya çıkışta gördük ki bazı mizansenler de özel olarak hazırlanmış.
ATANMIŞ BİR POLİS SEÇİLMİŞ BİR MİLLETVEKİLİNİN KAFASINA BASMAYA ÇALIŞIYORSA…
Özellikle sizin gözaltına alınışınız DEP’li milletvekillerinin gözaltına alınışını hatırlattı. Araca bindirilirken bir polisin kafanıza basarak araca bindirmeye girişmesi ve sizin buna karşı verdiğiniz tepki o günler için zihinlere kazılan bir görüntü oldu. Nasıl gelişti?
Araca bindirilirken 6 milyon oyu temsil eden bir milletvekilinin ki aslında mevcut anayasa göre biz Türkiye milletvekili olarak bütün halkın iradesini temsil ediyoruz. Bir polis memuru tarafında bu şekilde baskı altına alınmak istenmesiyle ilgili durumu gördüğümüzde bütün bunların özel olarak hazırlandığını gördük. Tabi o durumu kabul etmemiz mümkün değil. Bir atanmış polis memuru 80 milyon halkın iradesini temsil eden bir milletvekilinin kafasına basmaya çalışıyorsa orada gerçekten çok vahim bir darbe zihniyeti ile karşı karşıyayız demektir. Sonrasında o süreci takip edemedim. O polisin görevden alınmasıyla ilgili bir süreç mi gelişmiş yoksa terfi ettirilmesi ile ilgili bir süreç mi gelişmiş? Sadece buna bakarak bile birçok sorunun cevabı ortaya konabilir. Kürt halkı, Türkiye’nin ezilenleri açısından 1993’te DEP’li milletvekillerinin yaka paça Meclis kapısında gözaltına alınması ile sonuçlanan o darbe anlayışının aynı şekilde devam ettirilmek istendiği ile ilgili bir durumu gördük.
Ankara’dan nereye götürüldünüz?
Önce Figen Yüksekdağ, Sırrı Süreyya Önder ve Abdullah Zeydan arkadaşımızla birlikte bir uçakla Diyarbakır’a götürüldük ki uçak sadece bize ve orada bulunan güvenlik güçlerine tahsis edilmişti. Çok büyük bir uçaktı; herhalde 300-400 kişilik bir uçaktı. Diyarbakır’a indiğimizde ilk önce ben çağrıldım. Aşağı indiğimde Diyarbakır halkının çok yakından bildiği iki Ranger araç aşağıda beni bekliyordu. İçerisinde sivil kıyafet giymiş olan silahlı kişiler vardı. Onlara nereye gideceğimi sordum. Ama herhangi bir cevap alamadım. Önce Diyarbakır Adliyesi’ne götürüleceğimizi tahmin ettim. Ancak Bingöl yoluna doğru gidince oraya gitmeyeceğimizi fark ettim. Diyarbakır-Bingöl yolu üzerinde bulunan Polis Okulu’na götürüldüm. Orada iki helikopter hazır bekliyordu. Çevrede kar maskeli görevliler vardı. Hemen helikoptere geçmemiz söylendi. O esnada yine nereye gideceğimizi sordum. Yine cevap alamadım. Oradan helikopter havalandığında Diyarbakır-Bingöl coğrafyasını bildiğim için Bingöl’e götürüldüğümü fark ettim. Helikopter Bingöl cezaevinin bulunduğu alanın içerisine indi. Oradan Bingöl’deki TEM Şube Müdürlüğü’ne götürüldüm. TEM Şube Müdürlüğü’nde de soğuk ve karanlık bir nezarethanede bekletildik. İki bölmeli ince bir duvarla ayrılmış iki bölmeli bir nezarethaneydi. Yan tarafta IŞİD’liler vardı. Orada saatlerce bekletildikten sonra da mahkemeye faslı gerçekleşti.
Bir milletvekilinin gözaltına alınmasıyla ilgili hazırlanan özel uçaklar, helikopter, Rangerler nasıl durum sizce?
Bütün karar süreçlerinin önceden alındığının şeklinde bir intiba uyandı. Bütün bu uygulamalar, bir kaçırılma mizanseni ile götürülmesi bir vekilin nereye götürüldüğüne dair cevap verilmemesi, Ranger pikaplardan helikopterlere aktarım oradan IŞİD’lilerin bulunduğu nezarethanelere götürülmeye bütün bunların tamamı 21. yüzyılda demokratik değerlerin küreselleştiği bir ortamda eğer devreye giriyorsa buradaki mevcut durum zaten başka bir tanıma ihtiyaç duymuyor.
IŞİD’LİLER ÜZERİNDEN PSİKOLOJİK BASKI
Tutuklama kararı verildikten sonra tekrar TEM Şubesi’ne getirildik. Sık sık benim duyacağım şekilde “IŞİD’lileri bırakıyoruz, işlemleri hızlandırın” şeklinde durmadan sözüm ona bir psikolojik baskı, işkence yöntemi devredeydi. Daha sonra da Bingöl Havaalanı’na getirilen bir özel uçakla da sadece görevli ve ben uçağa alındım. Oradan da İzmit Havaalanı’na getirildik. Ama o süre içerisinde de sorduğumuz hiçbir cevap vermediler. Uçak geldi ama nereye gidiyoruz? Neden çekiniyorsunuz, bir milletvekilini niye bu şekilde kaçırılıyormuş gibi bir muameleye maruz bırakıyorsunuz?” şeklindeki sorulara cevap verilmedi. En son İzmit Havaalanı’nda ilgili yetkililer, sert bir çıkış yapmamızdan sonra İzmit’e geldiğimizi söylediler. Kandıra’ya götürüleceğimiz söylendi.
Hayatınızda ilk kez gözaltı ve cezaevi süreciyle karşılaştınız. Cezaevine ilk girdiğiniz anda neler hissetiniz?
Dış dünya ile hiçbir bağlantınız yok. Özellikle ben mahkeme salonundan çıkarken bir avukat arkadaşımız, Diyarbakır’da bir patlamanın olduğunu ve patlama neticesinde bazı vekillerimizin de yaralandığına dair bilgilerin ulaştığını söyledi. Onu çok merak ediyorum. Ne oldu, vekillerimizin birinin başına bir şey mi geldi ya da eş başkanlarımız ve vekillerimizle ilgili nasıl bir karar verildi? Bütün bunları bilmiyorum. Ve 24 saat boyunca da öğrenme şansına sahip olmadım. Gittiğimiz oda da hiçbir iletişim aracı yok. Radyodan, televizyondan bilgi alabileceğimiz hiçbir şey yok. Tamamen izole bir yerdesiniz. O gece tabi çok zor ve uzun bir geceydi. Zorluğu ve gecenin uzunluğu kaygı duyduğum bu bilgilerle ilgili tek bir habere ulaşamamaktan kaynaklıydı. Ertesi gün böyle olunca kurum yetkililerini mutlaka görüşmek istediğimi ve bunu asla kabul etmeyeceğimi belirttim. Kurum yetkililerinin gelmesinden sonra gerekli şeyleri temin edince bir televizyon gibi şeyler temin edince ve o süreç içerisinde gazete ve televizyon aracılığıyla dışarıdan haber almaya başladık.
ÜÇ AY BOYUNCA TECRİT
Cezaevindeki diğer mahpuslarla görüşme, bir araya gelme olmadı mı hiç?
Üç ay boyunca tek başıma kaldım. Ağırlaştırılmış bir tecritte ve hiç kimse ile görüşmemize izin verilmedi. Üç aylık süre içerisinde ayda bir kez iki saat Fırat Anlı ile bir araya geldik. Bir kez Mehmet Ali Bul – Dersim Belediye Eşbaşkanı. Yani üç aylık süre içerisinde toplam üç kez cezaevinde bulunan arkadaşlarımızla görüşme şansına sahip oldum. Onun dışında sohbet hakkı, ortak spor hakkı, telefonla dış dünya ile temas kurma ile ilgili hiçbir talebe cevap verilmedi. 15 günde bir sadece aile ile telefonla görüşebildim. Onun dışında tam bir katı tecrit koşullarıyla geçti. Tecrit bir insanlık suçudur, bir işkence yöntemidir. Herkese uygulanması bu anlamda böyle değerlendirilir. Ama özellikle yasama görevi olan halkın iradesini temsil eden milletvekillerinin, belediye başkanlarının seçilmiş siyasetçilerin bu tarz bir konseptin uygulanmış olması bunun oradaki mevcut cezaevi idarelerinden çok daha üst düzeyde bir merkezi kararla şekillendiğini bize gösteriyor.
Avukatlar dışında başka bir ziyaretçiyle görüşme şansı yok. Hafta bir kez aile görüşü ile ilgili o da kapalı görüş vardı. Ayda bir de bir saatlik açık bir görüş vardı. Bunun dışında kimseyle görüşe izin verilmiyor. Sadece avukatlarla görüşebildik. Avukatlar sık sık ziyaret ediyorlardı. Bazen bize getirdikleri bilgi, belgelerle ilgili engelleme durumları oluyordu. Herhangi bir belge geldiğinde iki üç gün inceleme sonrası verilme durumu oluyordu. Bu tarz sıkıntılar yaşandı. Onun dışında dışarıyla ilgili ziyaretlerde herhangi bir esneklik herhangi bir şekilde tanınmadı. Cezaevinde de diğer odalarda bulunan arkadaşlarımızla da herhangi bir şekilde görüşmemize ya da aynı odada kalmamızla ilgili talebimize olumlu yanıt verilmedi.
Günleriniz nasıl geçiyordu. Biraz zayıfladığınızı da görüyoruz zayıflık o şartların koşullarından mı?
Günün büyük bir kısmını okuyarak ve yürüyerek, spor hareketleriyle geçirmeye çalıştık. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü bir insanın sağlıklı olmasını psikolojik ve sosyal açından da iyilik hali olarak değerlendirir. Oysa tecrit koşulları hem psikolojik hem de sosyal varlığınıza yönelmiş ve çökertmeyi amaçlamış bir sistemdir. Siz o sistem içerisinde bir an bile olsa hareketsiz kalırsanız bir anda mevcut ortamın ağırlığına kendinizi kaptırırsanız gerçekten hem ruhsal açıdan büyük bir çöküşle karşılaşırsınız. O yüzden mümkün olduğunca bir günü disiplinize ederek, periyodik olarak kültür fizik hareketleri ve mümkün olduğunca okuma ve siyasi çalışmaları takip etme, dışarıdaki gelişmeleri takip ederek süreci götürdük.
AYAKTA TUTAN İNANÇ VE UMUTTU
Hakkınızda ağırlaştırılmış müebbet isteniyordu, siyasi bir darbe olarak yorumladığınız bu sürecin devam edeceği, cezaevinden hiç çıkmama hissi uyandı mı?
Biz ilk günden itibaren umudumuzu yitirmedik. O kadar ağır koşullarda da sizi ayakta tutan şey iradenizin kararlığıdır. Taşıdığınız umut ve inançtır. Bunu yitirdiğiniz anda o koşullarla bir gün bile baş etmeniz mümkün değil. Biz mevcut konseptin ne olduğunu, neyi amaçladığını dışarıdaki gelişmeleri takip ederek, bu sürecin nereye doğru gittiğini yorumlamaya çalıştık. O yüzden inancımızı, irademizi ayakta tutarak o ağır koşullarda mücadele ettik.
Tahliyeniz sizin için bir sürpriz oldu mu, ilk duruşmada çıkmayı bekliyor muydunuz?
Ortada hukuksal açıdan gerçekten yaptığımız siyasi çalışmalar dışında hiçbir şey yoktu. Bir de böyle büyük bir psikolojik kampanya yürütüldü ki şimdi sanki dünyanın en tehlikeli insanları yakalanmışta dünyanın en tehlikeli koşullarıyla bir şekilde toplum korunmaya çalışılıyor algısı yaratılmaya çalışıldı. Oysa o iddianamelerin tamamında bizim yapmış olduğumuz siyasi çalışmalar var, konuşmalar var, katıldığımız basın açıklamaları var. Onun dışında o iddianamelere konu olup, suç unsuru taşıyabilecek en küçük bir şey yok. Hukukun evrensel normlarının zerresi göz önünde bulundurulsa hiçbir arkadaşımızın bir gün bile cezaevinde kalmaması gerekiyor. Tamamen siyasi bir süreçtir. Bu yüzden de doğrusu tahliye ile ilgili süreci kestirmek zordu. Dediğim gibi hukuksal kriterler dikkate alınacaksa tahliye edilme hatta tutuklanmamız gerekiyordu. İlk duruşmada da tahliye edilmemiz gerekiyordu.
O halde bir beklenti yaratmak adına mı tahliye oldunuz bu kararı neye bağlıyorsunuz?
Son dönemde şöyle bir durum ortaya çıkmıştı işte biz orada kısıtlı bir şekilde de olsa elde ettiğimiz bilgilerle sürecin tamamını anlamaya çalışıyorduk. Medya tek düze, tek ses ve tek bir propaganda üzerinden süreci yansıtıyor. Bazen aynı tipler kanal kanal dolaşıp aynı şeylerle bir haftayı bir propaganda bombardımanı ile meşgul ediyorlardı. Onların birkaç cümlesi üzerinden ne oluyor, ne bitiyor anlamaya çalışıyorduk. Son dönemde vekillerin, belediye başkanlarının tutuklanması, bütün seçilmiş siyasetçilerin cezaevinde olmasının Kürtler açısında kabul edilemez bulunduğu ve bunun referandumda sandıklara yansıyacağı dolayısıyla AKP’nin ve Erdoğan’ın da Kürt seçmenlerde beklenti yaratacak bir takım stratejiler üzerinde yoğunlaştığı ile ilgili bazı cümleler satır aralarında yakalana biliniyordu. O yüzden acaba bu süreçte Kürtlerde tekrar beklenti yaratabilecek birkaç şey şekillenebilir mi? İnsan düşünüyor tabi. Bu tarz bir şey gelişmesi durumunda kamuoyunda bilenen sembolik bazı isimleri üzerinden acaba bir şey yapılabilir mi diye. İşte Ahmet Türk’ün durumu son dönemde gündemleşti. Ama bu tarz birkaç sembolik adım; Kürt seçmende yeniden beklenti olarak kendilerini ifade edebilecekleri yerelde, tekrar bu beklentili durum üzerinden propaganda yapabilecekleri bir durumu nasıl ele alabilecekler diye bekliyorduk.
HEP AĞIR, GRİ VE PUSLU BİR GÖKYÜZÜ KESİTİ
Koşulların oldukça ağırlaştırıldığın ve katı bir tecritten bahsettiniz ilk kez de karşılaştığınız cezaevinde sizi en çok zorlayan neydi?
Bir insanın özgürlüğünün kısıtlanması hele hele hiç kimseyle iletişim kuramayacak şekilde bir sürece tabi tutulması gerçekten kelimelerle, cümlelerle anlatılamayacak bir durumu yansıtıyor. En çok zoruma giden şey, toprağa basamamak, toprağı görememek ve gökyüzünü bütünlüklü olarak izleyememekti. Mevsimler koşullarında getirdiği bazı durumlar vardı. Hep bir dilim gökyüzü görüyorsunuz ama hep ağır, gri ve puslu bir gökyüzü kesiti var. Yani göğü masmavi pırıl pırıl tam olarak görmenizin ne kadar önemli olduğu, toprağa temas etmek özgür bir şekilde nefes almanın ne anlama geldiğini o ağır tecrit koşulları altında çok daha fazla değer biçerek değerlendiriyorsunuz. Dış dünyayla tamamen bağlantınız koptuğu için iç dünyanıza yoğunlaşma oluyor. O yönüyle de insanın bütün bir geçmişini gözden geçirme, hayat özetini orada tekrar bir yönelme durumu oluyor. Ama dediğim şey çok önemli; yani hiçbir şey insanın özgürce nefes aldığı bir tek ana bile aslında değişmez olarak ifade ettiğiniz şeyi birebir yaşıyor oluyorsunuz.
CHP’lilerin sizleri ziyaret ettiğini biliyoruz AKP ya da diğer partililerden bir mesaj aldınız mı ya da ziyaret eden oldu mu?
Bana doğrudan öyle bir şey gelmedi ama işte CHP grubundan 3 milletvekili ziyaretime gelmişlerdi. Benim şahsımda birkaç AKP’li milletvekilinin hatta bazı milletvekillerinin geçmiş olsun dileklerini ve selamlarını da getirmişlerdi.
Bunlar da ilginizi çekebilir