HDP ve İttifaklar

Abone Ol
ERDOĞAN PRAGMATİK Mİ? Bu tartışmaların temelinde Erdoğan’a dair yanlış ve eksik bir algı yatmakta. 2002’den beri Türkiye tarihinin en uzun iktidar dönemini yaşıyor Erdoğan: 19 sene. Erdoğan’ın kabiliyetlerini, eksikliklerini tespit etmede siyasi yorumcular ciddi zaaf yaşıyorlar. Erdoğan siyasi hayati boyunca çok sayıda manevra yaptı. Ancak unutulmamalı ki her manevra Erdoğan’ın sırtında bir yük biriktirdi. Ve toplum da bütün bu süreçleri yaşayarak tecrübe kazandı. Bugün halkımız daha tecrübeli. Siyaset, modern toplumlarda ister istemez temsili şekilde yapılır. Temsili olan yapılar da doğal olarak elitleri yaratır. Ancak seçimler sandıkla kazanılır. Kısacası Erdoğan’ın elinde geniş kitlelerin fikrini değiştirecek bir sihirli değnek yok. Aksine sırtında 19 senenin yüküyle ezilen bir Erdoğan ile karşı karşıyayız. Ayrıca Erdoğan politikasına, icraatlarına maruz kalan bir aktör değil. Erdoğan kendi tercih ettiği politikaları uyguluyor. Mevcuttan öte bir “hakiki” Erdoğan kurgulamanın sonunda ulaşılacak analizlerin kurgudan öteye gitmesi imkansızdır. Her “hakiki” Erdoğan kurgulayan, kendisinin neredeyse tam zıddı fikirlere sahip analistlerin de daima var olduğunu unutmamalı. O kurgular arasında da en çok haklı çıkanlar genelde daha İslamcı kurgular inşa edenler oldular. Mesela Annan Planını destekleyen AKP’lilerin çoğu planı, kendi kurgularındaki Erdoğan’a güvenerek desteklemişti. Bugünden geriye dönerek bakılırsa İstanbul Sözleşmesi imzalanırken Erdoğan’ın yanında yer alan ve kurguladıkları daha bağnaz ve İslamcı bir Erdoğan’ın hakiki olduğuna inananlar tarih karşısında çok daha rahat konumdalar. Anketlerde Millet İttifakı oy oranlarının, Cumhur İttifakı oy oranlarına yaklaştığı bu günlerde sistemdeki tüm aktörlerin kendi değerleri diğer aktörlere hissettirmeye çalışmasını normal bulmak gerek.İktidarın sağcı hegemonyasına karşı topyekün muhalefet birliğinin yanı sıra daha farklı ihtimaller de konuşulmaya başlandı. Her aktör kendi değerini -doğal olarak- arttırmak istiyor. Ancak bu karşılıklı blöfler üzerine yeni bir paradigma inşasını ummak da gereksiz ve temelsiz bir iyimserlik olacaktır. Çözüm süreci gibi netameli konulara varmadan daha Merkez Bankası İdaresi gibi teknik bir alanda dahi asgari rasyonaliteye tahammül edememiş bir hükümet ile karşı karşıyayız. Yıllardır yaşanan ekonomik krizle yüzleşememiş hükümetin Kürt meselesi ile yüzleşme imkan ve kabiliyetinin olmadığı açıktır. HDP ile Millet ittifakı ilişkilerinin açılmasının tabii tek sebebi iktidar değil. Muhalefetin, özellikle İYİ Partini de aşması gereken takıntıları mevcut. Muhalefetin de bazı aktörleri iktidarın gidici olduğunu görüp; kendi gündemlerini Erdoğan iktidarını sonlandırma gündeminin önüne çekmeye başladılar. Bu yaklaşımın özüne itiraz etmesem de ortada bir zamanlama sorunu olduğu açıktır. Ancak Erdoğan iktidarının 19 senede ülkeye verdiği zararları dikkate almayan tüm yaklaşımlar kendi erekleri açısından da başarıya uzak kalacaklardır. Siyasallaşmış Kürt kimliği terörün ötesinde Türkiye gerçeğidir. Türkiye’deki sistem bu gerçeği kabullenmek zorundadır. Ancak bu kabullenişin de Türkiye’nin total demokratikleşmesinden bağımsız gerçekleşmesinin rasyonel temeli yoktur. Daha basitçe söylemek gerekirse mevcut Erdoğan idaresinin Türkiye’yi demokratikleştirme kabiliyeti yoktur. Bu yöne yapılacak hamle iktidarın kendisini inkârıdır, hatta pratik olarak sandıkta Adalet ve Kalkınma Partisinin ne kendi tabanını ne de HDP tabanını ikna etmesi imkansız bir girişim olarak kalacaktır. Ekonomik ve idari başarısızlıkların ayyuka çıktığı bu dönemde iktidarın son sığınağı olan bekâ söylemi asla küçümsenmemelidir. Bekâ söylemi kim analistlerin farz ettiklerinin aksine AKP’yi gerileten değil, doğal ve beklenen gerileyişini yavaşlatan bir fren, paraşüt etkisi yapmıştır. Bekâ söylemini terk etmek, AKP açısından paraşütünün iplerini kesmekten farklı olmayacağından da açılım, çözüm, demokratikleşme gibi kavramların söylemden öteye geçmesi beklenmemelidir. MUHALEFETİN YAPMASI GEREKENLER Millet İttifakı ve HDP, genel olarak muhalefet tüm aktörleriyle meşru taleplerini dillendirmeye devam etmeliler. Aralarındaki farklılıklar muhalefet için ilk bakışta dezavantaj gibi görülse de Erdoğan iktidarının ardından kurulacak kurumsal idarenin geniş bir tabana hitap etmesini sağlayacak bir fırsat olarak da ele alınabilir. Kayyumlar, cezaevlerindeki siyasetçiler, kolluk güçlerinin yasaları aşan tutumları gibi nispeten kolay ortaklaşılabilecek konular tüm muhalif yapılar yan yana gelmekten çekinmemeliler. HDP’den, İYİ Partiden ya da CHP’den bu aşamada kendilerini reddetmelerini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ancak asgari hukuk zemininin ve kamusal kurumsallığın inşasının tüm muhalif aktörlerin çıkarına olduğunu görmek de zor değildir. Siyasi elitlerin ötesinde muhalif kesim 20-30 sene öncesinden farklı olarak kendi informel kanallarıyla birbiriyle temas ediyor. Kürtlerin Türkiye’nin batısına göçü bu süreçte 90’larda olduğu gibi sadece sorun değil bir fırsat.  Büyük şehirlerde Kürtler ve seküler muhalif seçmenler on yıllardır yanyana yaşıyorlar. HDP’nin geçen seçimlerde yaşadığı baraj sorununda CHP’li seçmenlerin samimi katkısı hafızalarda. Işid’ın yarattığı korku da bu iki kesimi birbirine yaklaştırmıştı. Makulü normalde ve günlük yaşamın akışında aramak da siyasi elitlerin yapması gereken olarak karşımızda duruyor.