HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Suriye'nin Rojava şehrinde kadınların terör örgütü IŞİD'e karşı zafer kazandığını belirterek "Rojava, Gezi'nin hayalidir" dedi. Temelli, partisine yönelik yapılan operasyonları eleştirerek 11 ayda 2 bin HDP’linin gözaltına alındığını söyledi. Temelli, 2 bin 20 TL olarak belirlenen asgari ücretle ilgili, "Geçen yılın başında asgari 424 dolar iken şimdi 381 dolar oldu. Bu yetersiz çünkü yoksullaşma sürüyor" değerlendirmesinde bulunarak partisinin asgari ücretin 2 bin 850 TL olmasını istediğini söyledi. İşsizlik fonunu işçilerden çok patronların kullandığını ifade eden Temelli, "İşsizlik fonundan 500 milyon işçiler kullanmış, patronlar 1 milyar 200 milyon kullanmış. Adı işsizlik fonu, işçiler kullanamıyor" dedi. Her ay ortalama 500 kişi hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaretten dava açıldığını söyleyen HDP Eş Genel Başkanı Temelli, "Çok alıngan. Kendisi ile ilgili konularda aşırı alıngan. İşini gücünü bırakmış “kim benim hakkımda ne düşünüyor?” bunun peşinde. Her şeyden tedirgin. Çünkü korkuyor" şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın çıkışının ardından katıldıkları bir televizyon programındaki açıklamaları nedeniyle tiyatro sanatçıları Metin Akpınar ve Müjdat Gezen hakkında soruşturma başlatılıp evlerinden alınarak ifadeye götürülmesiyle ilgili Temelli şöyle konuştu: "Türkiye’nin bu saygın sanatçıları neredeyse tutsak edilecek. Bu ülkede sadece gazeteciler değil haberler de tutuklu. O denli uzun bir haber yasağı var ki; bakın ablukalarla ilgili haberler tutuklu. Adana yurt yangını, Çorlu ve Ankara tren kazaları, Reina saldırısı, Gebze viyadük inşaatındaki işçi ölümleri, şüpheli asker ölümleri, Kars’ta bir çocuğun ölümü. Tüm bunlar 2018 yılı Türkiye'de adaletsizlik panoramasını bize gösteriyor." Birleşmiş Milletleri Suriye konusunda insiyatif almaya çağıran Temelli, olası Menbiç operasyonuyla ilgili "Kimsenin Suriye’de işi yoktur. Herkes kendi toprağının bütünlüğü içinde, ortak vatanda demokratik cumhuriyeti kuracak bir inisiyatif almalıdır. Bizim iddiamız budur, bu anlamda bunu her yerde dillendirmeye devam edeceğiz" dedi. HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle: "Aramızda TOKİ işçileri var hoş geldiniz. Bu ülke, bir emek cehennemine dönüştürülmüş durumda. Köle emeğine mahkum edilmiş olan işçiler, eskiden kamuda iş bulduğunda belli bir güvence bulduğuna inanırdı. Bugün kamu işçileri de mağdur, ücret gaspına uğruyorlar. Biz de Ekonomi Masası olarak bir çalışma bir araştırma başlattık en kısa sürede bu konuda bunu açıklayacağız. Türkiye'de işsizlik var, düşük ücret var ama ücret gaspı da var. Yani çalışan insanların ücreti bizzat gasp ediliyor ve ödenmiyor. Bugün AKP’nin iktidarda olmasının bedelini hep birlikte bütün bir toplum olarak adaletsizlik olarak ödüyoruz. Umut olan tek şey HDP’nin adalet, barış ve demokrasi mücadelesidir. Bu mücadeleyi sürdüren bütün arkadaşlarımı kutluyorum. Önce Türkiye halklarının onuru ve umudu olan partililerimiz, vekillerimiz, belediye eş başkanlarımız hedef alındı. Ablukalar döneminde AKP'nin sorumluluğunda halkın kentleri, hatıraları, toplumsal iletişim kanalları yerle bir edildi. İnsanlar en acımasız biçimde katledildi, yerinden yurdundan edildi. Yıllar önce Kürt halkına yapılanların yargılandığı davalar bir bir karara bağlandı. Bu kararlardan JİTEM'e, IŞİD’e beraat çıktı. Kürtlerin acılarına ise müebbet. En son Kızıltepe JİTEM davasının sanığı Eşref Hatipoğlu da Lice davasından beraat ile ödüllendirildi. Bakın arkadaşlarım geride bıraktığımız 11 ayda 2 bin HDP’li gözaltına alınmış, ayda ortalama 180 kişi gözaltına alınıyor. Yani artık devlette mutat bir işlem olmuş, her sabah kalkalım belli sayıda HDP'liyi gözaltına alalım diyorlar. Her ay ortalama 500 kişi hakkında Cumhurbaşkanı'na hakaretten dava açılıyor. Çok alıngan. Kendisi ile ilgili konularda aşırı alıngan. İşini gücünü bırakmış “kim benim hakkımda ne düşünüyor?” bunun peşinde. Her şeyden tedirgin. Çünkü korkuyor. Kendi halkından kendi toplumundan korkan bir Cumhurbaşkanı olur mu, olur. O yüzden de her ay ortalama 500 kişi Cumhurbaşkanı'na hakaretten savcının karşısına çıkıyor. 2500’ün üzerinde imza verilen barış bildirgesi, Erdoğan’ın talimatı ile cezalandırıldı. Cizre’de sivil ve çocuk ölümlerini ortaya çıkaran “Cizre önemli bir hakikattir” diyen sevgili hocamız Şebnem Korur Fincancı cezalandırıldı. Türkiye'de uzun yıllardır barış için verdiği emekle bilinen sevgili hocamız Gençay Gürsoy cezalandırıldı. Saymakla bitmeyecek kadar Türkiye toplumunun yüz akı yüzlerce hocamız cezalandırıldı. Neden? Barış istedikleri için. Dünyanın her yerinde barış isteyenler ödüllendirilirken, toplumların başı üzerinde taşınırken bizde hocalarımız cezalandırılıyor. Bakın özgürlük ve demokrasi platformu olması gereken üniversitelerde şairimiz sevgili Ahmet Telli, faşistlerin tehdidi ile karşı karşıya kalıyor. Bir şaire tahammül edemeyen bir üniversitede gelinen nokta bu. Türkiye’nin geldiği durum bu. Ama bakın Şebnem Korur Fincancı hocamız aldığı cezayı madalya olarak nitelendirmiş. Ahmet Telli isyan etmiş. Biz de isyan ediyoruz! Korkmuyoruz, baş eğmeyeceğiz, mücadelemizi aynı kararlılıkla sürdüreceğiz. İşte Türkiye'de adalet meselesinin fotoğrafı bu. Bakın başka bir fotoğraf daha var. Tam da hocalarımızın ceza aldığı günlerde. Habur Sınır Kapısında teslim olan IŞİD’li adli kontrol şartıyla serbest bırakılıyor. Bu olay iktidarın aslında IŞİD’e yaklaşımını bütün çıplaklığı ile gösteriyor. Bu IŞİD zihniyetidir. Barış isteyene, demokrasi isteyene şiddet ve zulüm, IŞİD’liye mükafat. Yine Maraş Katliamının yaşandığı günlerdeyiz, tam 40 yıl önce bu ülke Maraş Katliamını yaşadı. Maraş Valiliği, katliamının yıl dönümünde il genelinde yapılacak eylemleri yasakladı. 1978-2018; adaletsizlikte süreklilik esastır. Adaletsizlik sürüyor. O denli ciddi boyutlara ulaşmış ki adaletsizlik; AİHM'in sevgili Selahattin Demirtaş ile ilgili kararı yok sayılamaz. Çünkü bağlayıcıdır. "Biz bu kararı yok sayıyoruz" demek bu ülkenin bir nebze olsun kalan hukuk bağını koparmaktır. Hukuk devletine dair bütün bağların koptuğu yerde faşizm vardır ve onu yöneten diktatörlüktür. AİHM’in verdiği kararın gereği bir an önce yerine getirilmelidir. Bunları söylerken bu adaletsizliği pekiştirmek için Demirtaş kararı alelacele onandı. Sadece Demirtaş değil sevgili Figen Yüksekdağ’ın da cezası onaylandı. Diğer birçok arkadaşımız en son olarak da onursal başkanımız sevgili Ertuğrul Kürkçü hüküm aldı. Hepsi bir adaletsizlik tablosu. Her yeri kaplamış durumda. Peki Adalet Bakanı ne anlatıyor. Bütçe görüşmelerinde izlediniz. Bu denli adaletsizlik var, o çıkmış diyor ki benim kulağıma ezan okundu. İyi de sen duymamışsın o ezan okunmuş buradan girmiş buradan çıkmış. Niye çocukların kulağına ezan okunur niye bütün dinlerde çocuklar vaftizle ezanla karşılanır? Vicdan gözleri açılsın diye. Çünkü vicdan gözü açılmayanın adalet duygusu yoktur. Sizde adalet ve vicdan duygusu yok. Sadece Adalet Bakanı değil, kabine zaten başlı başına harikalar kumpanyası. İçişleri Bakanı “polise şikayet azaldı” diyor. Azalmadı. Bu ülkede emniyet güçlerine güven sıfırlandı. Suruç’ta devlet hastanesinin bahçesinde Şenyaşar ailesi hala adalet bekliyor. Hala görevini yapması gereken emniyet güçleri bekliyor. Onların başındaki İçişleri Bakanı bekliyor. Ama sen İçişleri Bakanı falan değilsin. Suçluları koruyan bir zatsın. O yüzden de kimse polisin kapısını çalıp şikayetini dile getirmiyor. Çünkü güven sıfırlandı. Türkiye’nin boğazına sarılmış bu karanlık kimsenin kuşkusu olmasın ki eninde sonunda ortadan kalkacaktır. Bu karanlık tabloyu parçalayacağız. Ama şunu da belirtmek istiyoruz. Bu adaletsizliğin en önemli nedeni tecrittir. Sayın Öcalan’a uygulanan tecrittir, o yüzden öncelikle bu tecridin kalkmasını bütün Türkiye sağlamalıdır. Türkiye bugün ya tecrit ya demokrasi denklemindedir. O yüzden de demokrasi demek tecride karşı çıkmaktır, demokrasi demek bu tecrit zihniyetinin yıkılması demektir. Biz bir kez daha tüm Türkiye’ye çağrı yapıyoruz. Gelin bu tecride karşı yan yana gelelim. Bu tecrit sadece Kürt meselesine dair değildir. Evet Kürt meselesinin çözümü İmralı’dan geçmektedir. Ama onun ötesinde bugün uygulanan bu tecrit Türkiye’de demokrasi yolunu tıkamaktadır. Türkiye toplumuna dayatılmaktadır. Gelin bu tecride son verin bu zorbalığı bitirin. Bugün sevgili Leyla Güven'in Hakkari Milletvekilimizin açlık grevindeki 48. günü. Leyla Güven onurumuzdur bu mücadelenin en önünde, en kararlı mücadeleyi sürdürmektedir. 48 gündür bu çağrıyı yapıyoruz. Diyoruz ki; bu açlık grevine Leyla Güven'in sesine, hakikatin sesine kulak verin, geç kalmadan bu konuda inisiyatif alın. Ama maalesef bu konuyu HDP dışındaki toplumsal muhalefet duymuyor, görmüyor. Avrupa’da olan arkadaşımız Federe Kürdistan’da olan arkadaşlarımız, birçok arkadaşımız Leyla Güven’e destek veriyor ve destek açlık grevlerini yapıyor. Ama bunun ötesinde cezaevlerinde bulunan birçok arkadaşımız da açlık grevinde. Birçok cezaevinde dönüşümsüz açlık grevi başladı. Açlık grevi konusundaki bu kararlı duruşa duyarlı olmak lazım. Bir an önce Sayın Öcalan’ın avukatları İmralı’ya gitmelidir, aksi durumda Türkiye telafisi mümkün olmayan acılarla yüzleşecektir. Bakın sevgili Leyla Güven ne diyor: “Tecridin ortadan kalkması ülkemizde ve bölgede bir rahatlamaya neden olacaktır. Vakit kaybetmeksizin Sayın Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesine izin verilmeli. Hümanist birisiyim, yaşamı seviyorum ancak bir milletvekili olarak bu eylemi yapmaya karar verdim.” Yaşama olan bağlılığıdır bu mücadelesi. Onun hümanist duygularıdır bu mücadelesi. Biz de ona en güçlü şekilde destek vermeye devam edeceğiz. Yarın Diyarbakır’da duruşması var, orada olacağız. Sevgili arkadaşlarım Cumhurbaşkanı danışmanı bir televizyon kanalında diyor ki, ”Hiçbir gazeteci tutuklu değil.” Fatih Portakal’ın hedef olduğu günlerde. Türkiye’de 200’ü aşkın gazeteci tutuklu. O yetmedi sıra sanatçılara geldi. Metin Akpınar ve Müjdat Gezen düşüncelerini dile getirdikleri için apar topar savcının karşısına çıkarıldı. Türkiye’nin bu saygın sanatçıları neredeyse tutsak edilecek. Bu ülkede sadece gazeteciler değil haberler de tutuklu. O denli uzun bir haber yasağı var ki; bakın ablukalarla ilgili haberler tutuklu. Adana yurt yangını, Çorlu ve Ankara tren kazaları, Reina saldırısı, Gebze viyadük inşaatındaki işçi ölümleri, şüpheli asker ölümleri, Kars’ta bir çocuğun ölümü. Tüm bunlar 2018 yılı Türkiye'de adaletsizlik panoramasını bize gösteriyor. Maalesef karşı karşıya olduğumuz şey bu. TİP Milletvekili sevgili Barış Atay’ın "Diktatör" isimli bir oyunu var. Bir kez daha engellendi. Diktatörlüğe dair ne varsa yapıyor ama diktatör denmesin istiyor. Ne diyeceğiz sana? Demokrasi havarisi misin? Sana demokrasi havarisi mi diyeceğiz? Evet sen diktatör heveslisisin, sana diktatör diyeceğiz. Gazeteciler hapiste, soruşturmalar oluyor. Hakkında tutuklama kararı verilen bir başka gazeteci de Ayşe Düzkan. Ne diyor bakın, "doğruyu söylemek ve gerekirse bunun bedelini ödemek cesaretten önce nöbet meselesidir. Efendilik biter isyan bitmez". Birkaç gün sonra Roboski katliamının yıl dönümü. 28 Aralık 2011’de savaş uçaklarının bombalaması sonucu 34 vatandaşımız öldürüldü. Kürt oldukları için. Meclis’teki komisyon gizlilik içinde yürütüldü. Sonunda bu 34 kişiyi kimin öldürdüğü, bunun emrinin nasıl verildiği gizliliğin altına saklandı. Bir tek suçlu ortaya çıktı, uçaklar. Suçlu uçaklar. Ama Roboski’nin hesabını soranlar gözaltına alındı yargılandı. İşte sevgili vekilimiz Ferhat Encü hala tutuklu. Roboski anıtı kaldırıldı. Diyarbakır Barosu Başkanı davanın avukatı Tahir Elçi katledildi. Ama buna karşı Roboskili ailelerin kurduğu dernek KHK ile kapatıldı. Roboski, bir kaçınılmaz hata olarak görüldü. Hatta dönemin Genelkurmay Başkanı tebrik edildi. 34 Kürt öldürüldü. Ferhat Encü’nün dediği gibi unutursak kalbimiz kurusun. Bunun da hesabını mutlaka ama mutlaka soracağız. Havalimanında işçiler çalışırken “Kürtçe şarkı dinliyorlar” diye gözaltına alınıyor. Sakarya’da bir baba, Kadir Sakçı oğluyla Kürtçe konuştuğu için öldürülüyor. Vali provokasyon olduğunu söylüyor. Bu insanlar Kürt olduğu için öldürüldüler. Evet Kürdüz. Bu suçların ortaya çıkmasının nedeni bireysel değil. Bu suçların bu denli yaygın olmasının nedeni siyasidir. Bu iktidarın sürdürdüğü Kürt düşmanlığıdır, ayrımcı politikalardır. Bu iktidarın sürdürdüğü savaş politikalarıdır. Yine savaş tamtamlarını çaldılar. Rojava’da Suriye’de yine savaş hazırlığı yapıyorlar. Tıpkı Fırat Kalkanı’nda, tıpkı Zeytindalı’nda olduğu gibi buna bir isim arıyorlar. Bu zeytin dalı değil zeytin talanı. Söylediğimiz doğru çıktı. “Afrin Afrinlilerindir, Afrin’den çıkın, ÖSO çetelerini de alıp çıkın, çünkü bunlar talan çetesidir” dedik. İnsanların rızıklarına el koydular, herkese zulüm ettiler. Suriye’deki savaşta 500 binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. 6 milyondan fazla Suriyeli ülkesini terk etti. Neredeyse yerle bir edilmeyen kent kalmadı. Bu yerle bir edilen kentlerin inşaat hesabını, kar hesabını yapan bir iktidar var. Bugün de Suriye’yi yine bir savaş girdabının içine sürükleme derdindeler. “IŞİD bitti mi bitmedi mi” tartışması sürüyor. Son gelen raporlara göre, halen Suriye’de 13 bin IŞİD'li var. Öyle olmasaydı son iki haftada 280 hava saldırısı gerçekleşmezdi. 378 operasyon yapılmış IŞİD'e yönelik. Bitmiş olan IŞİD ile neyin operasyonu? Bütün mesele bu geri çekilme tartışmalarında saklı. Bu geri çekilme ne ifade ediyor. Geri çekilsin, oradaki bütün dış güçler Türkiye de dahil Suriye’den geri çekilsin. Ama öncelikle bu IŞİD’den Suriye halklarını kurtarmak gerekir. Bu anlamıyla koalisyon güçlerine önemli bir sorumluluk düşüyor. Ama sadece bu kadar. Onun ötesi oradaki bütün dış güçler oradan çekilmelidir. Suriye’de siyasi çözümün önü açılmalıdır. Suriye’de siyasi çözümün önünün nasıl açılacağının da formülü belli. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bunun formülü Suriye halklarının bir araya gelmesidir. Suriye halklarının ortak çözümü üretmesidir. Kürdüyle, Türkmeniyle, Arabıyla yeni bir anayasayı birlikte var etmeleridir. Bugün İdlib'de, Afrin'de çözüm bekleyen mesele budur. Bu çözümsüzlüğü Rojava’ya da taşımayın. Tam tersine öncelikle İdlib’'i çözün, Afrin’den çekilin ve Suriye’de halkların çözümünü var etmek konusunda bütün ülkeler, uluslararası kamuoyu, BM inisiyatif almalıdır. Bize de düşen bu çözüme destek vermektir. Hiçbir ülkenin toprak bütünlüğü meselesi tartışmaya açık değildir. Kimsenin Suriye’de işi yoktur. Herkes kendi toprağının bütünlüğü içinde, ortak vatanda demokratik cumhuriyeti kuracak bir inisiyatif almalıdır. Bizim iddiamız budur, bu anlamda bunu her yerde dillendirmeye devam edeceğiz. Rojava neden bu kadar hedeftedir? Neden bu kadar Rojava’yı hedefine koyarak düşmanlaştırıyor? Bütün hesaplar buradan başlıyor, Orta Doğu meselesinde. Evet, Rojava Suriye içinde herhangi bir yer değil. Rojava Orta Doğu’da inşa edilmek istenen, hani bu dış güçlerin kendi hesaplarıyla var etmek istedikleri rejime en güçlü itirazın gerçekleştiği başka bir hayat umudunun yeşerdiği yerdir. Rojava umudun adıdır o yüzden Rojava’yı boğmaya bu umudu öldürmeye çalışıyorlar. Buna asla izin vermemeliyiz. 19 Temmuz 2012’de Kürtler, Afrin, Kobani ve Derik kentlerinde yönetime geldi. Eğitim, sağlık, güvenlik alanında komiteler oluşturuldu. Atılan ilk adım Kürt, Arap, Çeçen ve Hristiyan temsilcilerden oluşan 82 kişilik kurucu meclisin oluşmasıydı. 2014’te yönetimin tabandan örgütlenmeye dayandırıldığı bir toplumsal sözleşme hazırlandı. Rojava Anayasası. Yönetim, seçimler yoluyla belirlenen halk meclisleri aracılığıyla aşağıdan yukarı doğru örüldü. Sistemde her etnik ve inanç grubu ile gençlik ve kadın örgütlenerek bu meclislerde yer aldı. Yönetimin her kademesinde eşbaşkanlık sistemi ve kadın örgütlenmesi gözetildi. Kadınlar ve gençler için ayrıca kota konuldu. Süryaniler için pozitif ayrımcılık karara bağlandı. Topraklar kooperatifler şeklinde örgütlenmiş halka dağıtıldı. Rojava’da uygulanan bu sistem çoğulcu, laik, eşitlikçi bir demokrasi isteyen herkesin temenni ettiği bir yerel yönetim modelidir. Rojava, Gezi’nin hayalidir. Kadın özgürlüğünün cesaretle sahiplenildiği bir kadın mekanıdır. IŞİD’e karşı dikilen kadınların zaferidir Rojava. HDP olarak temennimiz orada konumlanmış tüm dış güçlerin ve IŞİD zihniyetindeki çetelerin bir an önce çekilmesidir. Tüm Türkiye halklarına, kadınlara, gençlere, muhalefete buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz. Bugün Rojava’ya karşı bu saldırgan politikaya karşı, gelin hep birlikte karşı çıkalım. AKP ve Erdoğan’ın, bu ceberut iktidarın 3-5 belediye hesabı için Orta Doğu’nun vahasına olan saldırısına gelin hep birlikte dur diyelim. Ekonomi bu denli çökmüşken, kriz bu denli derinken hala savaş hala saldırgan bir dış politika ve içeride zulüm devam ediyor. İktisadi kaynağın çok önemli bir kısmı savaşa gidiyor. Meclis bütçe görüşmeleri süresince hakikatin sesini o kürsüden dillendiren, o kürsüden yükselten tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum. İşte bu nedenden dolayı HDP olarak Meclis’te hakikatin sesini yalan iktidarın yüzüne çarpmak için o kürsüde olmaya devam edeceğiz. Neyle uğraştılar? Halkın yararı için bir bütçe yapmakla değil. Neyle uğraştılar biliyor musunuz, Öcalan'a Sayın densin mi denmesin mi? Biz Öcalan’a Sayın deriz. Biz Öcalan’ın ismini zikrederken Sayın Öcalan diye zikrederiz. Bu böyle. Bunun mahkeme kayıtlarında da böyle olduğunu biliyorsunuz. Ama sizin bu tartışmayı Meclis'e taşımaktaki niyetiniz, bütçe hakkını açıklarken suçunuzun görünmez olmasını sağlamak. Evet bütçe hakkını çaldınız. Halkın, toplumun, emekçilerin, kadınların bütçe hakkını çaldınız. Savaş ekonomisinin gereğini yerine getirdiniz, yolsuzlukların üzerini örtünüz, yine bunu halkın gündeminden bütçeyi kaçırmaya çalıştınız. Bakın, Suriye’de çekilme meselesi gündeme gelmeden bir gün önce 3 buçuk milyar dolar değerinde 80 patriotluk füze anlaşması için yola çıktı. 3,5 milyar dolar! Bu bütçe halkın tek bir derdine derman üretmiyor. Silah, yoksulluk ve işsizlik üretiyor. Bu bütçede emeklilikte yaşa takılanların sorunlarını çözelim dedik, hayır dediler, işsizlik sorununu çözelim dedik, hayır dediler. Kürt meselesinin çözümünde yegane adım barıştır, buraya kaynak aktaralım dedik, hayır dediler. Ve paraların önemli bir kısmını da yine Saray'a aktardılar. Cumhurbaşkanı bütçesi 3 kat arttı. Bütçe konuşmaları sırasında bakanlar geldi, orada konuştular. Kültür ve Turizm Bakanı, "Çok büyük avantaj niye kaçırayım, rakamlar yüksek değil işletmelerin yarım sezonluk kârı" dediği ne biliyor musunuz, imar affı. İmar affı çıkarılmış belli bir kaynak elde etmeye çalışıyorlar, bütçe açığına yama peşindeler. Bir bakanın açıklaması “bu büyük bir avantaj niye kaçıralım.” Kaçırmadılar, kaçırmamaya da devam ediyorlar. Burada emeklilikten sonra çalışmak zorunda kalanların ne durumda olduğu kimsenin umurunda değil. Onlar bir şeyi kaçırmak peşindeler. Şimdi de parlamentoya yine bir yasa iniyor. Seçim rüşveti yasası. Kaçırmayacaklarına yönelik bir hazırlık yapıyorlar. Boğaziçi’nde yapılaşmaya yasak alanlar, yine imar affına açılacak. Turizm Bakanı eminim orada da bir şeyleri kaçırmayacaktır. 2019-2021 dönemine ait orta vadeli programa baktığımızda 180 milyar liralık bir tasarruf tedbiri var. Kim tasarruf yapıyor, vergi verecek olanlar. Onlara yönelik bir “kıyak” gerçekleştirilmiş. Ama bunun dışında bütçeden 59 milyar lira tasarruf ettik diyor Ekonomi Bakanı. Ekonomi Bakanı almış bir metin saatlerce okudu. Söylesene ben gene işverenlere, vergi ödemeyenlere kıyak geçeceğim diye. Bunu söylemiyor, çıkıyor 59’u gösteriyor. Dedik ki yine af getiriyorsunuz. Vergisini ödemeyene af getirdiniz yine ödemediler. Yine kalkmışlar, bir kez daha af getiriyorlar. Belgeleri ortada, siz yazmışsınız. İşsizlik fonundan 500 milyon işçiler kullanmış, patronlar 1 milyar 200 milyon kullanmış. Adı işsizlik fonu, işçiler kullanamıyor. O zaman adını değiştirin. Çok iyi alışmışlar. Halktan, emekçilerden vergi adı fon adı altında para alacaklar. Bunu ucuz kredi olarak işverenlere kullandıracaklar. Bu yöntemlerle ekonomi içinden çıkılmaz bir hal aldı. Biz bunları söyleyince Cumhurbaşkanı yardımcısı, baş bürokrat bize laf yetiştirmeye çalışıyor. “Efendim büyüme çok müthişmiş.” O hala önündeki metni okuyor, büyüme iyi diyor. Bir pembe tablo anlatıyor. Diyor ki ülke deflasyona sürüklenirken esnaflarla ilgili sorun yok, esnaf iflası yok, yeni açılan işyerleri var, diyor. Sen nereden bileceksin. Sen Saray'dan kafanı mı çıkarıyorsun? Daha yeni Digor ve Erciş’ten geliyorum. Orada esnafın ne yaşadığın gördük. Bir çok esnaf kepenk kapatmış. Şimdi desek ki; Digor nerede? Haritada yerini bulması iki gün sürer, kalkmış esnafın durumu iyi diyor. Nereden bileceksin? Sen önündeki kağıdı okuyorsun, sana o kağıdı birileri yazmış vermiş düşünmemişsin, “doğru mu yalan mı” diye. Ve bugün asgari ücret biraz önce açıklandı. Esnaf, çiftçi, emekçi zor durumda, asgari ücret yine bu zorluğun devam edeceğini gösteriyor. Geçen yılın başında asgari 424 dolar iken şimdi 381 dolar oldu. Bu yetersiz çünkü yoksullaşma sürüyor. Ücret artsa da satın alma gücünüz düşüyor. Yani fakirleşiyorsunuz, çalışarak yoksullaşıyorsunuz. Biz asgari ücretin 2850 TL olmasını istedik. Bu ülkede yoksulluk sınırının yarısına gelen bir ücret ancak tutunma ücretidir, hiç olmazsa buradan başlasın dedik, onlar 2020 lira açıkladılar. Açlık ve yoksulluk devam edecek. Bakan diyor ki, “asgari ücret 2 bin 20 lira ama 3 çocuğu varsa 2 bin 150 lira olacak.” Çocuk başına 45 lira sosyal yardımı bir de iyi bir şeymiş gibi söylüyor. 45 lira çocuk başına artık. Artık siz çocuğunuzun her türlü ihtiyacını buradan karşılayabilirsiniz. Bu bütçenin onaylandığı bugünler, 17-25 Aralık'ın yıl dönümüdür. Yani yolsuzluk konusunda bir uç noktanın belki de dünyada eşi benzeri görülmemiş bir uç noktanın ortaya çıktığı bir dönem. Fakat ne oldu kovuşturmaya yer olmadığı kararı çıktı. 17-25 Aralık'a dair kovuşturmaya bile yer olmadığı kararı çıktı. Buradan bu konuyu da bir kez daha dile getirelim. Bu konuyu da unutmadık. Adalet bu ülkeye geri döndüğünde bu yolsuzlukların da hesabını soracağız. Yerel seçimlere gidiyoruz, bu yerel seçimler önümüzde yine çok tarihi bir fırsat olarak duruyor. Bizler yerel seçimlere giderken, bu tarihi fırsatı HDP olarak bütün bileşenlerimizle değerlendireceğiz. Değerlendireceğiz ki; insanlar bu ülkede Çorlu ve Ankara’da olduğu gibi tren kazalarında ölmesin. İnsanlar bu ülkede bu bakanlara muhtaç kalmasın. Bakın Ulaştırma Bakanı diyor ki, "sinyalizasyon şart değil.” Sormazlar mı şart değilse bu kadar parayı niye ödedin sinyalizasyona? Bu ülkede bu denli bir facia ile karşı karşıyayız. Bir yönetememe haliyle karşı karşıyayız. İşte 3. havalimanı. O işçiler ücretler için değil, havalimanının ne kadar güvensiz olduğunu göstermek için isyan ettiler. O yüzden onlar gözaltına alındı. Her yağmurda su basıyor. Eskiden yazlık sinemalar vardı, yağmur yağdığında gidemezdik. Bu havaalanı da yazlık havaalanı. Milyonlarca doları orada toprağa, betona gömdüler, ama her yağmurda orası felaketi yaşıyor. Çünkü bunların yönetim anlayışı bu. Aslında yönetememe hali. Yandaşlarını zengin etsinler, halkın hesap sormasını zulümle, baskıyla engellesinler, halkları birbirine düşman etsinler. Bu zihniyet, bu ülkede giderek ülkeyi uçurumun kenarına sürüklemeye devam ediyor. Buna dur deme zamanıdır. Bu ülkeyi bu zihniyetten, bu kayyumcu zihniyetten kurtarma zamanıdır. Bakın bu kayyumlar bulundukları her yerde yolsuzluğa bulaştılar. Çünkü bu kayyumları atayanın siyaseti yolsuzluktur. Bu kayyumları atayanların zihniyeti budur. Her yerde, kayyum atanan yer yerde yolsuzluk, belediyelerin aşırı borçlanması var. Her yerde halkın taşınmazları peşkeş çekiliyor. Tablo her yerde aynı. Şimdi buna son verme zamanıdır. Şimdi hep birlikte Şırnak’ta, Hakkari’de, Van’da, Amed’de nerede kayyum varsa bunların hepsini faşizmin çöplüğüne süpürüp atacağız. Bunu engellemeye yönelik olarak ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Asker polis kayıtlarını bir seçim mühendisliği yaparak kaydırmaya çalışıyorlar. Böylece nispi oy dağılımları üzerinden belediye başkanlığı kazanmaya çalışıyorlar. Bu hiledir, şaibedir, suçtur. Bunu defalarca söyledik. Şırnak ve Hakkari’de bir vekilimizi bu yöntemle, garnizon yöntemi ile çaldılar. Ordunun neredeyse yarısını götürüp, vekilimizi çaldılar. Şimdi onlar kendisine, “Hakkari vekiliyim Şırnak vekiliyim mi” diyorlar, hayır onlar olsa olsa garnizon vekilidir. Bu utançla yaşayacaklar. Aynı şeyi belediye başkanlığında yapma peşindeler. Oradaki asker ve polisler bir gün kendi memleketlerine dönecekler. Onlar kendi memleketlerinin kendi yerelinin seçiminde söz sahibi olsunlar. Mektupla oylarını kullansınlar. Kütahyalı mı Kütahya da, Afyonlu mu orada oyunu kullansın. Çünkü bir gün Kütahya’ya, Afyon’a dönecekler. Madem dönecekler o zaman iradesini niye burada bırakıp gidecek. Oylarını yaşadıkları yere dair kullansınlar. Hatta bir an önce evlerine dönsünler, bu savaş da son bulsun. AKP çalışmaya devam ediyor. Parlamentoya torba yasa geliyor yine. Biliyorsunuz bunlar torbacı. YSK üyelerinin görev sürelerini uzatmayı da koymuşlar. Çünkü bu konuda uzmana ihtiyaç var. Yeni gelen henüz bu konularda yeterince performans sergileyemez diye, hile, şaibe, mühürsüz oy konusunda uzmanlığa ihtiyaç duydukları için görev süreleri uzatılıyor. Biz bu YSK başkanına ve YSK üyelerine güvenmiyoruz. Referandumda da 24 Haziran’da iktidarın talimatları doğrultusunda hareket ettiler ve sandıklara hile ve şaibenin girmesine neden oldular. Sandıkları halkın iradesinden kaçırdılar. O yüzden onlara zerre kadar güvenimiz yok. Tek güvencemiz halkımız, halkımızın kararlı mücadelesidir. Yine öyle olacak, ne yaparlarsa yapsınlar bu irade sandıkta en güzel yanıtı bu hilecilere verecek. Sevgili arkadaşlarım, bize düşen bugünden 31 Mart’a kadar bulunduğumuz her yerde çalışmalara katılmaktır. Hem seçim çalışmalarına katılmak hem de demokrasi mücadelesini yükseltmektir. Seçim çalışmaları bir demokrasi mücadelesidir, barış mücadelesidir. 7 gün 24 saat sandık görevlisi olacağız, okul görevlisi olacağız, müşahit olacağız. Bu ceberut iktidardan önce yerellerde sonra da ortak vatanımızda hep birlikte kurtulacağız. Ben tüm arkadaşlarıma çalışmalarında başarılar diliyorum. İnanıyorum ki, 31 Mart’ta çok önemli bir başarıya hep birlikte imza atacağız. Bu başarı sayesinde bugün tutsak olan tüm arkadaşlarımız özgür olacak. Bugün yerinden yurdundan uzak olan bütün arkadaşlarımız geri dönecek. Bugün tecrit koşullarında yaşamak zorunda kalan bu ülke tecritten mutlaka kurtulacak. Yeni yılınızı kutluyoruz. Yeni yıl yeni yaşam umudu ile gelsin. Cezaevindeki arkadaşlarımın yurt dışındaki yoldaşlarımın tüm demokrasi, barış mücadelesi yolcularının yeni yılını kutluyorum."