Loading...
- Muhalefet ülkeye demokrasi vaat ediyor. Milliyetçilik konusuna el atmadan ülkeye tam demokrasi getirmek mümkün değil. Çünkü ulus-devletler ve milliyetçilik dünyanın bir gerçeği ve uzun süre de böyle olmaya devam edecek.Türkiye de bir ulus devlet ve elbette bir milliyetçiliği olacak. Ama eğer demokrasi istiyorsak en azından devlet katında geçerli olan milliyetçilik mutlaka pozitif, özgürlükçü demokrasiyle barışık, geçen yazımda tanımladığım ölçütlerde müspet bir milliyetçilik olmak zorunda. Aksi takdirde Kürtlerin, Alevilerin, Müslüman olmayanların ve daha birçok grubun eşit ve saygın vatandaşlar olmasını, yani tam demokrasiyi inşa etmek mümkün değil. Kim gücü elinde toplarsa onun destekçileri daha çok “millet” olur. Örneğin AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan yıllardır “benim milletim” diyor ama kast ettiği belli ki milletin sadece bir kısmı: kendi kriterlerine uyanlar ve kendisini destekleyenler. Mesele “herkes vatandaş o zaman otomatik olarak eşit” demekle de bitmiyor. Hiçbir vatandaş kendini daha az makbul, milli kimliğin ve devletin daha kenardan bir parçası ve sahibi hissetmemeli. Anayasa, hukuk, devlet bunun güvencesi olmalı. Bu da gene geçen yazımda tartıştığım gibi daha kapsayıcı bir milli kimlik ve milli menfaat (kamu yararı) anlayışı inşa etmekten geçiyor.
- Ülkeye demokrasi getirmeyi vaat eden 6’lı Masa partilerinin iki ana partisinden biri, İYİP, kendini milliyetçi bir parti olarak tanımlıyor. Öte yandan milliyetçilik, 6’lı Masa’nın en büyük ve lokomotif partisi CHP’nin tarihine, kimliğine ve amblemine damgasını vurmuş olan “6 Ok”tan biri. Milliyetçilik diğer dört merkez-sağ ve “muhafazakâr” partinin de temel değerleri arasında. Yani bu partilerin milliyetçiliği nasıl anlayıp uygulayacağı geleceğimizi belirlemek açısından yaşamsal öneme sahip.
- Demokrasiyi yeniden inşa etmemiz Kürtlerin, yani milletin yaklaşık beşte birinin ve HDP’nin desteği ve katılımı olmadan olamaz. Çünkü seçim aritmetiği açık ve çok daha önemlisi: Kürt Sorunu’nu kendi irademizle çözmeden tam demokrasi ve toplumsal barışa ulaşamayız. Kürtleri ve HDP’yi demokrasi konuşmasına dahil etmek ve muhatap almak ancak müspet bir milliyetçilik zaviyesinden mümkün olabilir. Ama bunun mümkün olmasının aynı zamanda HDP’nin atacağı adımlara bağlı olduğunu da sürekli vurguluyorum. Selahattin Demirtaş’ın son açıklamaları bu konuda önemli açılımlar içeriyor. Ama kanaatimce eksikleri de var. Tüm bunları bir süreç ve demokrasi müzakeresi olarak görmek gerekiyor. Sonuçta demokrasi hiçbir zaman kolay ve kendiliğinden olan bir şey değil, emek vererek inşa edilmesi gereken bir tercih. Müspet milliyetçilik de böyle.
“Milliyetçiliği reddediyorum” demekle reddedilmiş olmuyor. Bunu anlamak çok önemli. Aksi taktirde Daron Acemoğlu bile “ilk dönemlerinde milliyetçiliği reddeden Tayyip Erdoğan” gibi bence çok yanlış bir saptamada bulunabiliyor.Gene bir örnek vermek gerekirse milliyetçilik gibi yurtseverlik de kolayca göçmen veya azınlık düşmanlığına dönüşebilir. “Yerlicilik”e (nativism) yani “asıl yerli ve yurtsever biziz, bizden önce ve sonra gelenler vatandaş da olsa yerli ve eşit olamaz” dışlayıcı anlayışına dönüşebilir. Tabii her şey tanımda yatıyor. “Milliyetçiliği reddediyorum” demekle yani sadece söylemle milliyetçilik reddedilmiş olmuyor. Bunu anlamak çok önemli. Aksi taktirde Daron Acemoğlu bile “ilk dönemlerinde milliyetçiliği reddeden Recep Tayyip Erdoğan” gibi bence çok yanlış bir saptamada bulunabiliyor. Çünkü Erdoğan “her türlü milliyetçiliğe karşıyım” derken ve çözüm sürecini devam ettirirken bile: “biz” “Selahattin Eyyubi’nin torunlarıyız” diyerek (Müslüman Kürtleri kapsamaya çalışan ama içi bence boş) dışlayıcı-milliyetçi bir zihniyeti yansıtıyordu.[1] MİLLİYETÇİLİK NEDİR? Ben de burada milliyetçilikten ne anladığımı açıklamak durumundayım. Eğer bir kişi dünyadaki ulus devletler sistemini uluslararası ilişkilerde temel alıyor, bir toprak üzerinde egemen bir ulusun varlığına ve kendi kendini yönetme hakkına inanıyor ve bu ulusun devamını, dayanışmasını ve ortak çıkarlarını savunuyorsa milliyetçi bir ideolojinin ve düşünce sisteminin parçası demektir. Bu nitelikleriyle de başka ideolojilerden ayrışır. Örneğin liberalizm, sosyalizm, komünizm, anarşizm, İslamcılık yukarıdaki tanıma göre farklı, milliyetçilikten bağımsız, o olmadan var olabilecek ideolojiler. Yani ulus devletlerin olmadığı bir sistemi savunabilir. Ama pratikte ve tarihsel olarak bu ideolojiler milliyetçilikle bir şekilde eklemlenmiştir. Örneğin gerek İran’daki gerek Suudi Arabistan’daki (elbette birbirinden çok farklı) İslamcı resmi ideolojiler bir yandan doktriner düzeyde tüm Müslümanların birliğini savunur ve milliyetçiliğe taban tabana zıt görünür. Ama pratikte İran ve Suudi Arabistan ulus devletlerinin çıkarlarını agresif şekilde savunan ve birbiriyle rekabet eden milliyetçi ideolojilerle bütünleşmiş oldukları açık. Keza bir milliyetçinin o ulusun varlığını neye dayandırdığı (dil, etnisite, vatandaşlık vs) milliyetçi olup olmadığı değil “nasıl bir milliyetçilik?” sorusuyla ilgili. Öte yandan diğer yazılarımda da vurguladığım gibi başka ulus devletleri ve ulus içindeki farklı kimlikleri aşağı görmek, düşman olmak gene “nasıl bir milliyetçilik?” sorusu ve milliyetçilerin demokrasiyi ve insan haklarını ne kadar benimsediğiyle ilgili. Bir çevreci nasıl çevreci olmayanlara düşman olmak zorunda değilse, her milliyetçi de başka milletlere ve ulus içindeki farklı kimliklere düşman olmak zorunda değil. Mesele tek başına (seküler veya başka) milliyetçilik değil. Daha çok milliyetçilerin (ve diğer ideolojileri benimseyenlerin) demokrasi, kurumsallaşma, insan hakları ve kamu etiği ile kurduğu ilişki. Dananın kuyruğu burada kopuyor. Elbette bu düşüncelerin hiçbiri herkesi ikna etmeyecek. Başka kimlik ve ideolojilerde de olduğu gibi milliyetçilikle ilgili kanaatler de büyük ölçüde sübjektif olmaya devam edecek. Kimse kendini milliyetçi olarak tanımlamak zorunda değil. Herkesin “nesnel” anlamda milliyetçilik dairesi içinde olsa da sübjektif kimlik olarak bunu reddetme, benim burada verdiğim tanımları kabul etmeme ve kendini “yurtsever” veya “milliyetçiliğe karşı” olarak tanımlamak hakkı var. Benim buradaki sözüm en çok milliyetçilere. Ve yurtseverlik veya başka bir kimlik altında yukarıdaki tanıma dahil olanlara.
Eğer bu ülkenin müreffeh, baki, huzurlu ve demokratik olmasını istiyorsak müspet bir milliyetçiliği, yurtseverliği veya muadilini seçmek zorundayız.Peki bunun toplumsal tabanı var mı? Gerçekçi mi? Toplumun milli kimlik ve kamusal yarar kavramlarına bakış açısı buna el veriyor mu? Konu önemli olduğu için son zamanlarda çok yazı yayınlandı.[2] Ve evvelki hafta, Ankara Enstitüsü ve İstanbul Politikalar Merkezi tarafından Ferhat Kentel ve Hatem Ete imzalı değerli bir çalışma yayımlandı. Araştırmadaki veriler, müspet milliyetçiliğin toplumdaki tabanının en az menfi milliyetçilik kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Fakat araştırmadaki bazı yorumlar da işin püf noktasının bu verileri nasıl yorumlayacağımız olduğunu da işaret ediyor. Bir sonraki yazımda bu verilere ve yorumlara değinerek bu konuyu şimdilik noktalayacağım. --- [1] Somer, Murat ve Gitta Glüpker-Kesebir. “Is Islam the Solution? Comparing Turkish Islamic and Secular Thinking toward Ethnic and Religious Minorities.” Journal of Church and State 58 (3): 529- 555 (Summer 2016). [2] Politikyol’da son dönemde yayımlananları da ayrıca belirteyim (kaçırdıklarım için özür dilerim): https://www.politikyol.com/yeni-sekuler-milliyetciligin-dogum-sancilari/ https://www.politikyol.com/sekulerlesen-milliyetcilik-sadra-sifa-olur-mu/ https://www.politikyol.com/sekulerlesen-milliyetcilik-sadra-sifa-olur-mu/ https://www.politikyol.com/milliyetci-olmadan-vatansever-olmak/ https://www.politikyol.com/milliyetcilik-ve-biz-turkiyede-milliyetcilik-algisi-arastirmasi/