Halil İbrahim Sofrası’nın “asgari müşterekler siyaseti”

Abone Ol
Asgari müşterekler siyasetinin gelip dayanacağı yerin er ya da geç bir siyasetsizlik durumu olacağı da unutulmamalı. Bu siyasetsizlik, AKPnin geride bıraktığı yaraların iyileştirilmesi çabası ile ancak bir süreliğine ve belirli bir oranda tolere edilebilir.

Loading...

Erdoğan yirmi yıllık iktidarının son demlerinde ve ülkedeki herkes bunun az çok farkında. Ancak Erdoğan sonrası bir Türkiye’yi hayal etmekte bile zorlanan epey sayıda insan var. Zira Erdoğan’ın otoriter tek adam rejiminin ve kardeşi kardeşe kırdıran ilkesiz popülist dilinin gideceğini biliyoruz ama yerine neyin geleceğini tam olarak kestiremiyoruz. Kemal Kılıçdaroğlu, adaylığının açıklandığı son Altılı Masa toplantısı çıkışında tam da bu ihtiyacı karşılamaya çalıştı ve Erdoğan sonrası siyaset vizyonunu bir kavramla özetledi: Halil İbrahim Sofrası. Türkiye’nin bütün renklerini ortak bir yönetim anlayışında buluşturmak isteyen Kılıçdaroğlu’nun meramını son derece basit ama etkili bir biçimde ifade eden bir metafor bu. Üstelik Erdoğan rejiminin dışlayıcılığı ve lider fetişi ile taban tabana zıt bir kapsayıcılık ve eşitlikçi bir diyalog düzlemini kurma vaadi içeriyor. Dolayısıyla iktidarın karşısında farkını net bir biçimde ortaya koyuyor ve çökmekte olan rejimin tam da mihenk taşına bir darbe vuruyor. Peki ama muhalefet bloğuna seçimi kazandırması mümkün olan bu Halil İbrahim Sofrası söylemi, seçimden sonra nasıl bir siyaset üretebilir? Tablo bu noktada biraz karışık. Kılıçdaroğlu’nun sofrasına herkesin kendi rengiyle oturacağı, herkese eşit söz hakkı verileceği vadediliyor. Dahası, açıklanan on iki maddelik yol haritasında, bir dizi önemli düzenleyici işlem, atama ve kararname için Millet İttifakı’na dahil partilerin genel başkanlarının onayının aranacağı açıkça belirtiliyor. Bu maddelerin lafzına ve ruhuna sadık kalınacağını varsayarsak, Kılıçdaroğlu’nun izleyeceği yolun bir “Asgari Müşterekler Siyaseti” olacağı anlaşılıyor. Yani çok farklı seslere ve renklere sahip bir siyasal koalisyonu bir araya getirecek olan Kılıçdaroğlu, üzerinde uzlaştıkları konular ve çözümler bağlamında bir siyaset üreterek herkesi memnun etmeye çalışacak. Ne var ki herkesi memnun etmeyi hedefleyen bir uzlaşı arayışı, pek çok önemli adımın atılmasını imkansızlaştırabilir. Örneğin toplumun çoğunluğu için temel bir talep olan İstanbul Sözleşmesi, blok içerisindeki bir grubu küstürmemek adına ötelenebilir. Bu gibi örnekler biriktikçe ortaya hiç kimseyi tatmin edemeyen, belki de hemen herkesi farklı gerekçelerle mutsuz etmeyi başaran siyasal bir atalet de çıkabilir. Dolayısıyla diyalog ve karşılıklı anlayışın önemi vurgulanırken ortaya bir siyasetsizlik çıkmaması için Bay Kemal’in cumhurbaşkanı olduktan sonra çok ince bir ip üzerinde yürümesi gerekecek.
O ince dengeyi mümkün olduğunca sürdürmek ve daha fazla sürdürmenin mümkün olmadığı noktada da ülkeyi seçime götürmek, Kemal Kılıçdaroğlunun 13. Cumhurbaşkanı olarak ülkeye bırakacağı siyasal mirasın en önemli unsurlarından bir tanesi olacaktır.
Bu bakımdan belki de Kılıçdaroğlu’nun elindeki en büyük koz, AKP’nin geride bıraktığı enkazın büyüklüğü. O kadar çok sayıda alanda o kadar çok yanlış uygulama var ki, yeni yönetim kendi özgün adımlarını atmadan önce, yalnız bu olumsuzluklara bir son vererek bile büyük bir işi başarmış olacaktır. Yapılmayacaklar listesinin bu uzunluğu, Halil İbrahim Sofrası’na oturanlara “ne yapmalı” meselesinin konuşulmasını uzunca bir süre erteleme imkânı da verecektir. Yine de bu sürenin sınırsız olmadığını akılda tutmak önemli. Devralınan yanlışları durdurma yönünde gösterilecek olan irade ilk aylarda bir heyecan uyandıracak ve halkta karşılık bulacaktır.  Ancak bir süre sonra bu engelleyici adımların heyecan üretme kapasitesi azalacak ve toplum, istişare ve uzlaşı temelli bu masadan yeni bir siyaset üretmesini, Türkiye’yi yeni bir vizyona doğru ilerletmesini bekleyecektir. Açıklanan yol haritasının on birinci maddesi Cumhurbaşkanı’nın ve TBMM’nin görev süresini tamamlamasını öngörüyorsa da asgari müşterekler siyasetinin ömrünün buna imkân vermeyebileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Millet İttifakı’nın iktidarı ele almış ortakları bir sonraki seçimde karşılarında yenilmesi gereken bir Erdoğan olmadığından, Türkiye vizyonlarını yarıştırmak durumunda kalacaklar. Bunun için de her bir parti, ortaklaşa girişecekleri bu restorasyon sürecinden, diğer partilere nazaran en çok heyecan yaratan parti olarak çıkmak isteyecektir. “Ne Yapmamalı” döneminin fazla uzaması, uzlaşı arayışının daralttığı siyasal kapasite ile idare edilen vasat bir koalisyonu yaratarak bütün partilere kan kaybettirebilir. İttifaka dahil olan partilerin bu süreçte iddiasız kalmaması için restorasyon sürecini atalete kapılmadan tamamladıktan sonra ülkeyi yeni bir seçime götürüp orada vizyonlarını yarıştırmaları bu bakımdan daha makul olabilir. Elbette büyük çabalarla ve özveriyle alınmış iktidarın yeni bir seçim ile riske edilmesine karşı siyasal partilerin kadroları içerisinde bir direnç oluşacaktır. Bu pragmatik direnç bir tarafa, kurulacak Halil İbrahim Sofrası’nın anlamlı bir süre boyunca yürütülebilmesi, mevcut popülist kamplaşmanın aşılması ve toplumun yeniden birbirinin derdini dinleyebilir hâle gelmesi bakımından kendi içerisinde de son derece değerlidir. Fakat asgari müşterekler siyasetinin gelip dayanacağı yerin er ya da geç bir siyasetsizlik durumu olacağı da unutulmamalı. Bu siyasetsizlik, AKP’nin geride bıraktığı yaraların iyileştirilmesi çabası ile ancak bir süreliğine ve belirli bir oranda tolere edilebilir. O ince dengeyi mümkün olduğunca sürdürmek ve daha fazla sürdürmenin mümkün olmadığı noktada da ülkeyi seçime götürmek, Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13. Cumhurbaşkanı olarak ülkeye bırakacağı siyasal mirasın en önemli unsurlarından bir tanesi olacaktır.