Manşet

Hakkımızdan vazgeçmiyoruz

Abone Ol
ÖNCELİK KADIN DEĞİL AİLE 2010 yılı hükümet ve kadın örgütleri arasında eşiğin aşıldığı bir tarihti, dönemin başbakanının “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum.” açıklaması hükümetin kadına bakış açısına dair önemli bir ipucu sunuyordu. AKP iktidarının 2011 sonrası cinsiyet politikalarını en net şekilde özetleyen olay Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan kadın sözcüğünün çıkarılıp, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüşmesi oldu. Artık iktidar kadın-erkek eşitliğini değil, aileyi önceleyen politikaları hayata geçireceğinin mesajını kamuoyuna vermiş oldu. 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi imzalandı ve Türkiye ilk imzacı olarak bu sözleşmeye taraf oldu, 2012 yılında ise şiddet mağdurlarının korunmasına yönelik haklar sağlayan 6284 sayılı kanun yürürlüğe girdi ancak yöneticilerin cinsiyetçi söylemleri, eğitim politikalarının, hukuk politikalarının ve medya dilinin ataerkillikten beslenmesi nedeni ile ne İstanbul Sözleşmesi ne de 6284 kadınları korumaya yetmedi. Ulusal ve uluslararası mevzuatları uygulayacak, şiddetsiz toplum yaratacak bir siyasi irade AKP döneminde oluşmadı ve cumhuriyet tarihinin kadın hakları alanındaki kazanımlarına karşın iktidar kadınları sosyal, siyasal ve ekonomik hayattan sistemli şekilde dışladı. Sadece kadınların değil, tüm toplumun güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’ne taraf oluşumuzun 10. yılında sözleşmeden çekildiğimizi bir gece yarısı yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile öğrendik. Dört temel ilke üzerinden ele alacağımız sözleşme, öncelikle taraf devletlere şiddetin oluşmayacağı, eşitliği esas alan bir toplum yaratmalarını ve şiddeti önleyici tedbirleri almalarını istiyor. Şiddetin köklü bir sorun olmasından dolayı, şiddetsiz toplum yaratmanın zaman alacağının da bilinci ile önleyici tedbirlerin yanı sıra şiddet ihtimali doğacak olursa mağdurları aktif korumayı da taraf devletlere sorumluluk olarak yükleyen sözleşme, önleyici tedbir ve aktif korumanın yetersiz kaldığı hallerde adaletin sağlanmasını, yani etkin soruşturma ve kovuşturma yapılmasını da devletlerden talep ediyor. Suçluların cezalandırılması ve şiddetle mücadele alanında bütüncül politikaları hayata geçirip eşitliği sağlayacak politikaların uygulanmasını da devletlerden bekliyor. Kadınlar ve erkekler arasında hukuki ve fiili eşitliğin gerçekleşmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar unsur olduğunu benimseyen sözleşme, cinsiyete dayalı ayrımcılığı, sadece ev içi şiddeti değil kamusal alandaki şiddeti de yasaklıyor. SÖZLEŞMEYİ ANCAK MECLİS FESHEDEBİLİR Şiddetin ve ayrımcılığın yaygın olduğu bir coğrafyada İstanbul Sözleşmesi’ni hedef haline getirmek, tartışmaya açmak ve kadın örgütlerinin görüşlerine rağmen sözleşmeyi feshetmek; AKP yönetiminin otoriter olduğu kadar cinsiyetçi tek adam sultasını derinden hissettirerek, şiddet mağdurlarını korumasız bırakıp, şiddet uygulayanları cesaretlendirdi. Kadınlar son 19 yılda ataerkil şiddetle baş başa bırakılarak hukuksal güvencelerini hızla yitirdi. Hukukun göz ardı edildiği bu süreçte Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile uluslararası sözleşmenin feshinin Anayasaya aykırı olduğunun ve hukuken yok hükmünde olduğunun altını çizmekte fayda var. İstanbul sözleşmesi Anayasanın 90. Maddesince usulüne uygun olarak TBMM tarafından onaylanmış bir sözleşmedir. Bu sözleşme sadece yasama yetkisini elinde bulunduran TBMM iradesi ile feshedilebilir. Ayrıca bu sözleşme aynı zamanda bir insan hakları sözleşmesi özelliği taşıdığından, ”temel haklar, kişi hakları konusunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz” hükmü ile konuyu tartışmadan uzak bırakan Anayasanın 104. Maddesi İstanbul Sözleşmesini feshedildiğini ilan eden cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, sözleşmenin bu usulde feshedilmesi açısından imkansızlığını bizlere hatırlatıyor. Kısacası İstanbul Sözleşmesi hala yürürlüktedir ve iktidar kadına yönelik şiddetin önlenmesinde görev ve sorumluluklarından kaçamaz. Biz kadınlar eşitlik, özgürlük ve şiddete karşı mücadelemizde takdiri iktidara bırakmamakta kararlıyız, bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz!