Loading...
Asıl şaşırtıcı olan, tüm bu gelişmelere karşılık kamuoyunun zaman zaman HSK’dan, sanki gerçekten yargıyı temsil eden bağımsız bir kurummuş gibi, hâkim ve savcıları yürütmenin zorlamalarına karşı koruması beklentisi içerisine girmesidir.Elbette bu eksiklik askeri yönetim sonrasında seçimle işbaşına gelen her sivil siyasal iktidar tarafından da teşhis edilmiştir, parti programlarında yargıya ilişkin vaatlerin birini her daim hâkimlere “coğrafi teminat”ın sağlanması oluşturmuş ancak 1982 Anayasası’nda yapılan çok sayıda değişiklikler esnasında, nedense sıra bu konuya bir türlü gelememiştir. Yakın tarihte ise, coğrafi teminat konusundaki en somut gelişme, 30 Mayıs 2019’da Sayın Cumhurbaşkanı tarafından görkemli bir törenle duyurulan “Yargı Reformu Strateji Belgesi” ile yaşanmıştır. Reform stratejisinde hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamak için getirilen güvencelerin arttırılması planlanmış ve bu kapsamda Anayasa’da ve yasal mevzuatta düzenlenmemiş olan coğrafi yer teminatının belirli bir kıdeme sahip hâkim ve savcılar için kabul edileceği belirtilmiştir. Buna göre hâkim ve savcıların kendi istekleri dışında -terfi etmek suretiyle dahi görev yerleri- değiştirilemeyecektir. Nitekim bu gelişme Reform stratejisini açıklayan Sayın Cumhurbaşkanı tarafından “Hâkim ve savcılar için coğrafi teminat getiriyoruz. Coğrafi teminat hâkim ve savcıların isteği olmaksızın başka yere tayin edilememesi anlamına geliyor. Mesleki teminatlarının güçlendirilmesi hedefliyoruz.” şeklinde dile getirilmiştir. Bununla birlikte, “coğrafi teminat” müjdesini içeren Strateji belgesinin açıklanmasından yalnızca 1 gün sonra 1 Haziran 2019 tarihinde yayımlanan HSK kararnamesiyle 3722 hâkimin görev yerinin değiştirilmesi, siyasal iktidarın bu konudaki samimiyetinin sorgulanmasına neden olmuştur. Coğrafi teminat konusuna ilerleyen süreçte 2 Mart 2021’de yayımlanan “İnsan Hakları Eylem Planı”nda da yer verilmiş ve bu Eylem Planı’nın hayata geçirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı tarafından yayımlanan Genelge’ye uygun olarak, Adalet Bakanlığınca bir “İnsan Hakları Eylem Planı Uygulama Takvimi” yürürlüğe konulmuştur. Eylem planı içerisinde yer alan sözgelimi sulh ceza hâkimliği kararlarına karşı dikey itiraz usulü getirilmesi gibi bazı hedefler -gecikmeli olsa da” hayata geçirilebilmiş ise de hâkimlere coğrafi teminat sağlanmasına ilişkin bir somut çalışma veya hazırlıktan söz edebilmek mümkün olamamıştır. Aksine 19 Haziran 2022 gece yarısı yayımlanan HSK kararnamesiyle, tek seferde Türkiye’deki toplam hâkim ve savcıların ¼’ünden fazlasının yerlerinin değiştirilmiş olması, siyasal iktidarın bu konudaki söylem ve eylemleri arasından nasıl derin bir tutarsızlık ve çelişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Bugün hâkim ve savcıların tüm atama, terfi, tayin ve diğer özlük hakları konusunda tek yetkili kararı organı olan ve 13 üyeden müteşekkil HSK’nın oluşumunda yargı erki mensuplarının neredeyse söz hakkı kalmamıştır.Son olarak, bir de HSK kararnameleriyle yerleri değiştirilen hâkimler arasında neden ilk sırada her daim siyasal iktidarın hoşuna gitmeyen kararlara imza atan hâkimlerin yer aldığı şeklindeki soruya yanıt bulmaya çalışalım. Bu soru aslında bir Türkiye gerçeğini ifade etmek ile birlikte, sorunun yanıtını bulabilmek için, geçmişe dönerek Türkiye’nin yargı bağımsızlığı sorunuyla yüzleşmek gerekmektedir. 12 Eylül rejiminin ardından sivil siyasete geçildikten sonra, 1982 Anayasası’nın antidemokratik hükümlerinin ayıklanmasına ilişkin çok sayıda anayasa değişikliğine imza atılmış ise de sistemin askeri yönetim tarafından dizayn edilmiş ana omurgası birçok farklı yönüyle mevcudiyetini korumaktadır. Bu açıdan özellikle bir hukuk devletinde yürütme erkini sınırlandırılmasında başat araçlar olan yargı erki, medya, meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler gibi, demokratik düzenin temel yapı taşı olan kurumların bağımsız ve özgür bir biçimde faaliyet gösterebilme imkanları anayasal ve yasal mevzuat ile kısıtlanmış ve yürütme erkinin tüm bu kurumlar üzerinde söz sahibi olabilmesi mümkün kılınmıştır. Dahası, özellikle 2010 ve 2017 yılında yapılan anayasa değişiklikleri ile fiili bir kuvvetler birliği rejimi tesis edilerek, yargı erkinin zaten sorunlu olan bağımsızlığı hemen tümüyle ortadan kaldırılmıştır. Öyle ki, bugün hâkim ve savcıların tüm atama, terfi, tayin ve diğer özlük hakları konusunda tek yetkili karar organı olan ve 13 üyeden müteşekkil “Hâkimler ve Savcılar Kurulu”nun (HSK) oluşumunda yargı erki mensuplarının neredeyse söz hakkı kalmamıştır. 12 Eylül askeri yönetiminden miras kalan bir anlayışla Cumhurbaşkanı tarafından atanmış birer bürokrat olan Adalet Bakanı ve Bakan Yardımcısı HSK’da “doğal üye” olarak yer almaya devam etmekte ve bunun yanı sıra diğer kurul üyelerinin ise çoğunluğunu yine Cumhurbaşkanı ve belirli sayıda üyeyi ise Meclis belirlemektedir. Diğer bir deyişle, hâkimlerin “tayin” edilmesi de dahil olmak üzere, hâkimlerle ilgili her türlü kararı verme yetkisine sahip olan HSK, bugün artık yargı erkini temsil eden bir kurum olmaktan çıkmış; ancak yürütme -ve kısmen yasama- tarafından dizayn edilen sıradan bir idari kurula dönüşmüştür. Yürütmeye bağlı bulunan tüm idari kurullarda olduğu gibi, bu kurulda da yürütmenin yönlendirme, talep ve hassasiyetlerine uygun bir faaliyet rejimi yürürlüktedir. Bu açıdan asıl şaşırtıcı olan; tüm bu gelişmeler gözümüzün önünde cereyan etmesine karşın, kamuoyunun zaman zaman HSK’dan, sanki gerçekten yargıyı temsil eden bağımsız bir kurummuş gibi, hâkim ve savcıları yürütmenin zorlamalarına karşı koruması beklentisi içerisine girmesidir.