Ne Oğuz’un töresini ne de Allah’ın kelamını biliyorlar. Dertleri memleketin değil koltuklarının bekası. Toplumun farklı kesimleri arasında sorunlar çıkararak veya tarihsel acıları zinde tutmaya çalışarak yurttaşın kalbine ve zihnine zehir enjekte etmeleri de hep bundan.
Loading...
Mesnetsiz ve zorlama bir zihniyetin, sırf iktidarda kalabilmek için, devletin kurumlarını ve kanunlarını her yerinden çatırdatarak çökertmesine şahit oluyoruz. Yurttaş, kamu arazilerini peşkeş çeken, mahkeme kararlarına müdahale eden, kanunu yok sayan, vergiyi dilediğine tarh ettiren ve kendisini acımasızca sefalete mahkûm eden böylesi bir düzen karşısında sabrı, sebatı ve sükuneti ile adeta destan yazıyor. Herhangi bir siyasi lider, yüreği yetiyorsa, bu şartlarda asgari ücretle ev geçindirmeyi denesin de dünya kaç bucakmış görsün.
Hal böyle iken, rejimin değer ölçüleri yurttaşların nezdinde zor da olsa yavaş yavaş siliniyor. Türkiye yeni bir çağa gebe. Toplum, 2019 yılında verdiği kararla bu çağın kapılarını araladı; ezberleri bozdu, dayatmalara prim vermedi ve masada bir araya gelemeyen siyasilere inat sandıkta birleşti. İktidarın boğazını sıktığı muhalefete nefes verdi, ses oldu. Artık hamasetle, korkularla, milli-dini duyguların istismarı ile bu toprakların yönetilebilmesi mümkün değil. Halk hakikatin peşine düştü bir kere.
Peki nedir hakikat? “HDP bölücüdür, Türkiye’yi parçalayacaklar” söylemi mi? Ya “bölücü” olan HDP değil de AKP, MHP, CHP veya İYİ Parti ise? Ya hakikat buysa? İnsanların farklı olan kimliklerini -ister etnik köken ister inanç temelli olsun- olduğu gibi kabul etmek mi bölücülük? Yoksa onları değişmeye zorlamak, tek tipleştirmeye çalışmak ve bu zorbalığa direnen insanları da ayrıştırıp onlara zulmetmek mi?
Ceketinde bayrak rozeti ile gezen birçok politikacının derdi Türkiye değil. Türklük veya dindarlık çeşmenin başını tutmak için -bu çeşme kimisi için para kimisi için makam- ihtiyaç duydukları etiketlerden ibaret. Ne Oğuz’un töresini ne de Allah’ın kelamını biliyorlar. Dertleri memleketin değil koltuklarının bekası. Toplumun farklı kesimleri arasında sorunlar çıkararak veya tarihsel acıları zinde tutmaya çalışarak yurttaşın kalbine ve zihnine zehir enjekte etmeleri de hep bundan.
Oysa ki HDP’nin laiklikle sorunu olmadı, AKP ve türevlerinin oldu. HDP’nin dindarlarla veya farklı inançlarla sorunu olmadı lakin CHP ve türevlerinin oldu. HDP’nin Türklerle veya başka etnik kimliklerle de sorunu olmadı ama MHP ve türevlerinin oldu. Soruyorum o zaman bir kez daha, ayrıştırıcı olan, bölücü olan kim? Esas Türkiyelileşmesi gerekenler kimler?
İnsanlardan farklı zamanlarda, farklı sebeplerle yükselen itirazlara “ayrılıkçı” yaftası yapıştırmak gerçeklere sırtımızı dönmekten başka bir şey değil. Allah aşkına milyonlarca Kürt ayrılıkçı olsa Türkiye bugünlere gelebilir miydi? Onlar sadece kendileri kalarak bir arada yaşamak istiyorlar hepsi bu. Millet olabilmek için din veya dil birliğine değil birbirimizi görmeye, duymaya, dinlemeye ve anlamaya ihtiyacımız var. Bunu başarabildiğimiz an, geriye kalan ve sorun gibi görülen her türlü itirazı veya isyanı itina ile çözebileceğimize şüphe yok.
Ayrıca itirazların ve isyanların müsebbibi de edenler değil edilen. Bir diğer hakikat de bu! İdare eden, adaletle hükmetme eylemini beceremiyor. Her anadan doğanı bir diğeri ile eşit görmüyor. Özgür düşünceden korkuyor. Ekonomik olarak fırsat eşitliği yaratmıyor. İnancın birini diğerinden üstün tutuyor. Yurttaşı da bu yarattığı zulme biat edip etmemesine göre özde veya sözde olarak ikiye ayırıyor. Böyle bir devlet, milletine huzur ve refah sunamaz, sunamadı.
Çocukluğumuzdan bu yana bize anlatılanlar ve dayatılanlar hakikat değil; hakikatin tersyüz edilmiş ve oldukça da kötü makyajlanmış bir suretinden ibaret. Kürtlerin, Türklerin, Çerkeslerin, Ermenilerin, Rumların veya Lazların kendi kimlikleri, iradeleri, dilleri ve kültürleri var. Lakin daha da mühimi bunların her biri kendi içinde özgün olmakla birlikte, bin yıldır bir arada olmamızın verdiği karşılıklı yaşanmışlıklarla, geçişlerle ve birbirlerinden beslenerek, esinlenerek bugün ki hallerini aldılar. Bu hamuru hep birlikte yoğurduk.
Çocukluğumuzdan bu yana bize anlatılanlar ve dayatılanlar hakikat değil; hakikatin tersyüz edilmiş ve oldukça da kötü makyajlanmış bir suretinden ibaret.
Biz, farklılıklarımızla birlikte, birbirimizin gölgeleri ve suretleriyiz. Parçalardan oluşan bütünün muntazam şekilde zuhur edebilmesi için her kimliğin en kuvvetli şekilde kendisi olabilmesi, kalabilmesi gerekiyor. Güçlü ve kendine güvenen bir milli kültür ancak böyle inşa edilebilir. Burada en büyük görev elbette siyasete düşüyor.
Böylesi rejimler hiçten hep imal ettikleri gibi hepleri hiç etmekte de oldukça mahirdirler. Nitekim rejimin siyasetçileri bu minvalde yürütüyorlar işlerini. Halkın teveccühü ile var olup rejimin devşirmesi haline gelmelerinin veya sorgusuz sualsiz biat edip, akla ziyan her türlü kararın altına rahatlıkla imza atabilmelerinin sebebi bu. Bu yüzden sıklıkla dile getirmeye çalışıyorum; muhalefet iktidara değil rejime yapılmalı. Bu yüzden Selahattin Demirtaş’ın HalkTv’ye verdiği röportaj çok kıymetli. (
https://halktv.com.tr/gundem/demirtas-silah-meselesini-kalici-diyalogla-cozebiliriz-684929h) Demirtaş’ın açıklamalarını HDP’nin Tutum Belgesi’nden ayrı düşünmemiz mümkün değil. Oldukça bilinçli, sorumlu ve senkronize hareket ettikleri ortada. Selahattin Bey’in ve aslında HDP’nin uzattığı el daha fazla havada kalmamalı, muhalefetin diğer bileşenleri tarafından tahkim edilmeli.
HDP Türkiye’nin partisi. Bizler, kendimizle hesaplaşarak ve hakikatle yüzleşerek, Çanakkale’de yan yana yatanların torunları olarak bugün, ay yıldızlı al bayrağın altında omuz omuza yürüyebilmeliyiz. Bu yolculukta ittifakımız ayrı olsa da istikametimiz bir olmalı, kazanan Türkiye olmalı.