Kılıçdaroğlu’nun gerek sorunlara ilişkin saptamaları gerekse genel hatlarıyla da olsa ifade ettiği iktidarlarındaki çözüm önerileri ve vaatleri hakikatin siyasetle bağını kurma iddiası olarak okunabilir.
Loading...
Hafta sonu İstanbul’da yapılan CHP mitingi, önümüzdeki süreçte siyasetin başlıca gündem maddelerinden birinin Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının kim olmak isteyeceğine ilişkin önemli ipuçları verdi. Miting için seçilen ve Mersin mitinginde de kullanılan “Milletin Sesi” sloganı miting kürsü platformunda yer verilen farklı toplum kesimlerinin sesini duyurma amaçlı olduğu kadar, kanımızca, “Milletin Sesi” olma isteği ve iddiasıyla Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı aday adayı olarak kitlelere takdim edilme amacını deşifre etmeye de yönelikti.
Kılıçdaroğlu’nun sadece bu mitingde değil, bir süreden beri gerek parti grup toplantıları gerekse kamuoyuna yaptığı açıklamalarda kullandığı kendisini aday adayı olarak özneleştiren “Ben” vurgusu Cumhurbaşkanı adaylığı isteğini yansıtmakla birlikte, bu “ben” vurgusu, siyasette bir zamanların makbul deyişi “kendim için bir şey istiyorsam namerdim” şeklindeki hakikat siyasetinden kopuk bir isteğe karşılık gelmemektedir.
Türkiye siyasetine Demirel’in armağan ettiği ve kendisiyle özdeşleşen bu sözcükler dizisi, kendisinin politikadaki hamleleri dikkate alındığında hakikatle siyasetin tipik bir kopuş hikayesini resmetmiştir. Demirel’in şartlar uygun olduğunda kariyerizmi idealizmin önüne koyan siyaset tarzı doğaldır ki günümüzün moda tabiriyle post-truth örneklerle doluydu ve bu anlamda siyasetle hakikatin birbirinden kopukluğuna tekabül ediyordu. Aynı zamanda Demirel tarzı köycülük popülizmine de.
HAKİKATLE SİYASETİN BAĞI
Türkiye siyasetinde Demirel sonrası siyaset köprüsünün altından çok sular akmakla birlikte özellikle sağ siyasette popülizm, post-truth hikayeler, hakikatle siyasetin kopukluğu hep var oldu ve var olmaya devam ediyor. Şu da bir gerçek ki, kazanan siyasetin neredeyse evrensel kurallarından birini; hakikat ve siyaset birlikteliğini dert etmemesidir. Bu ilişkisellik sorununu dillendiren Hannah Arendt “Siyasette Yalan” (Lying in Politics) ve “Hakikat ve Siyaset” (Truth and Politics) denemelerini yazarken, üzerinde durduğu hususların önemli bir bölümü, siyasetçilerden asla hakikati beklemeyecek olmamız üzerineydi. Hakikati savunanlar, siyaset alanının dışında var olurlar. Onlar yabancılar, paryalar, sürgüne ve ölüme maruz kalan Sokrates gibi insanlardır. Yalan, her zaman siyasi avantaj ve iltimas aracı olmuştur”
[1].
Kılıçdaroğlu ve kendisiyle birlikte mitingde kürsüye çıkanların her biri bugün yaşanan sorunları hakikatin siyaseten er geç karşılık bulacağı inancıyla erdemine sığınarak dillendirmiştir. Kılıçdaroğlu’nun korku ikliminin yaratılmasından olası kaos algısına, hukuk dışı uygulamalar ve yargı kararlarına, doğa aktivistlerinden müziğe kadar getirilen yasaklamalara, gençlerin, öğrencilerin gelecek kaygılarına, plansız, programsız sığınmacı kabulüne, yozlaşma, kamu kaynaklarının haksız dağıtımı, yolsuzluk ve yoksullaşmaya dair dile getirdiği hususlar, kürsüden farklı toplum kesimlerine mensup olanların altını çizdiği ekonomik tükenmişlik, adalet arayışlarının herbiri hakikate dair birer örnek olarak hafızalarda çoktan yerini almıştı aslında.
Kılıçdaroğlu’nun gerek sorunlara ilişkin saptamaları gerekse genel hatlarıyla da olsa ifade ettiği iktidarlarındaki çözüm önerileri ve vaatleri hakikatin siyasetle bağını kurma iddiası olarak okunabilir.
“Hakikat çoğu zaman siyasete karşı konumlansa da” hakikatin bizi kurtaracağını umuyoruz. Bu umutsuz bir çığlık ve tanınma çağrısı-yasta bir demokrasinin sesidir”.
Arendt’in argümanlarında hakikatle siyaset arasındaki ilişkide bir olumsuzlama söz konusu olup, ona göre “…hakikat bizi kurtaramaz: bütün gün iktidara hakikati haykırsak da asla duyulmayacaktır, çünkü hakikat ve siyaset hiçbir zaman ortak bir zeminde bulunmamıştır”.
Son tahlilde hakikat ve siyaset aynı dili konuşmasalar da bundan ikisinin birbiriyle ilişkili olmadığı şeklinde bir anlam çıkarmamak gerekir
[2]. Mesele büyük ölçüde siyasetçinin aynı dili konuşma isteğine sahip olup olmaması ve buna uygun siyaset ahlakı, tarzını tercih edip etmemesiyle ilgilidir.
Bireysel ya da bir dar siyasal topluluğun çıkarlarına hizmet edecek siyasal fayda tercihi hakikatin siyasetle olan ilişkisini koparırken, kolektif ve kamucu bir siyaset anlayışı ve tarzı hakikatin siyasetle buluşmasını, ortak yarar üretmesini sağlar. “Hakikat çoğu zaman siyasete karşı konumlansa da” hakikatin bizi kurtaracağını umuyoruz. Bu umutsuz bir çığlık ve tanınma çağrısı-yasta bir demokrasinin sesidir”
[3].
MİLLETİN SESİ VE HAKİKAT SİYASETİ
Kılıçdaroğu’nun Maltepe mitingindeki “Milletin sesi” sloganı bu anlamda Türkiye’nin yasta bir demokrasisinin sesi olarak okunmalıdır. Kürsüde acılı yurttaşların dillendirdikleri, Kılıçdaroğlu’nun bir kez daha hatırlattığı sorunlar ve çözüm önerileri hakikati siyasetle buluşturma iddiasının dışa vurumu şeklinde değerlendirilmelidir.
Mitingdeki yoğun kalabalığa rağmen, Kılıçdaroğlu’nun kitleleri coşturamadığı şeklindeki eleştiri Türkiye’de güçlü siyaset ve siyasetçiyi hakikatin temsilcisi olup olmadığına bakılmaksızın salt söz söyleme ustalığının değerlendirilmesi şeklindeki bakış açısından kaynaklanmaktadır. Hakikati tahrip eden, çıkarları için evirip çeviren siyaset anlayışında fayda sağlayan hep bir kişi, zümre iken, hakikatle siyaseti ortak iyi adına buluşturan siyaset ve siyasetçinin toplumu dert etmesi siyasetin ürettiği faydanın toplumsallaşmasına hizmet eder ki kamucu kazandıran siyaset de budur.
Konuya Cumhurbaşkanı adaylığı bağlamında yaklaştığımızda, değişim talebinde bulunanların aradığı Cumhurbaşkanı tipi hakikati bireysel ve dar zümre çıkarları için eğip bükerek siyasetle ilişkisini yok eden değil, hakikatle siyaseti ortak yarar için birbirine sıkı sıkıya bağlayacak olandır. Muhalefet kesiminde adı Cumhurbaşkanı adaylığı için geçenlerin her biri bu ilişkiyi kuracak birikim ve ideale sahiptir. Adayın belirlenme sürecinde aritmetiğin siyasal sonuçlarını yok saymadan, fakat onun da ötesinde Türkiye’nin ve toplumun ortak yararı için aday arayışları sürerken, en büyük risk potansiyel adayları yıpratmaktır. Hak, hukuk, adalet, aş, iş beklentisinde olanların kazanacak olana yönelmeleri ve kazanacak olanın aday gösterilmesi en doğal haklarıdır. Unutulmaması gereken ise “Kimi, niçin seçmek istiyoruz” sorusuna verilecek yanıtlarda hakikatle siyaseti buluşturmanın en can alıcı seçenek olduğudur.
[1] Samantha Rose Hill; “Hannah Arendt ve Hakikat Siyaseti”, (çev.Gözde Yılmaz),
birikimdergisi.com, 30 Ekim 2020.
[2] A.g.m.
[3] A.g.m.