Güvenlikleşmeye sığmayan olgu: Göç

Abone Ol
2020 itibarıyla dünyada 281 milyon göçmen olduğu tahmin ediliyor. Bu, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 3,5’ine denk düşüyor. İvmelenen göç trendi ve beraberinde getirdiği örgütlü tepki arasındaki yoğun gerilim pek çok ülkede, hatta dünyanın genelinde siyasal zemini şekillendiren önemli bir öge haline geliyor. Fransa’da 17 yaşında bir gencin polis tarafından öldürülmesi sonrasında yaşanan olaylar, göç ve göçmen sorunun ne denli önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Her ne kadar Fransa’daki durum yalnızca “göçmenler” meselesine indirgenemeyecek ve daha geniş anlamda sınıfsal bir sorunsa da meselenin ele alınış biçimi bile göçmen konusunun nasıl güvenlikleştirildiğini gösteriyor. GÖÇ İNSANLIK TARİHİ KADAR ESKİ Göç, insan topluluklarının tarihi kadar eski bir olgu. Bir yandan insan ihtiyaçlarının çeşitlenmesi diğer yandan da mobilitesini arttırabilecek teknolojik gelişmelerin yaşanmasıyla tarih içerisinde giderek daha kitlesel bir yapıya bürünebildi. Kitleler, kimi zaman salt ekonomik kaygılarla kimi zaman savaştan ve şiddetten kaçmak/sürülmek suretiyle daha iyi bir yaşamı doğdukları toprakların ötesinde arıyor. Ulus devletleşme süreci ve küreselleşme ise göç meselesine farklı boyutlar kattı.
Vekil savaşı sürdüren büyük aktörlerin kullandıkları silahlı milislerle olan denetlenmesi zor gayri resmi ilişkileri, hatta ikinci üçüncü kuşak göçmenlerle bu milisler/teröristler arasındaki bağlar, bu göç meselesine akut bir güvenlik boyutu ekliyor.
GÖÇ ÇIĞ GİBİ BÜYÜYOR 2020 itibarıyla dünyada 281 milyon göçmen olduğu tahmin ediliyor. Bu, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 3,5’ine denk düşüyor. UNHCR, 2022 ortasında zorunlu olarak yerinden edilmiş insan sayısının 103 milyonu bulduğunu belirtiyor. Eşitsiz gelişim, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki demografik dengesizlikler, terör ve savaşlar dahil yaygın şiddet olayları ve kaçınılmaz çevre baskısı da düşünülünce göç trendinin ivmeleneceği çıkarımında bulunmak zor değil. Ancak diğer taraftan da hem ekonomik hem kültürel nedenlerle “göç” ve “göçmenler” özellikle göç alan ülkelerde ciddi bir tepki ile karşılanıyor ve bu tepki siyasal örgütlenme düzeyinde ciddi bir temsil olanağı ediniyor. İşte ivmelenen göç trendi ve beraberinde getirdiği örgütlü tepki arasındaki yoğun gerilim pek çok ülkede hatta dünyanın genelinde siyasal zemini şekillendiren önemli bir öge haline geliyor. Tüm bunlar gösteriyor ki göç ne bugün ne de orta vadede herhangi bir uluslararası aktörün görmezden gelebileceği bir olgu. GÖÇ ÇOK BOYUTLU BİR OLGU Göç, hem devletlerarası ilişkiler ve güç mücadeleleriyle hem de devletlerin kendilerine yönelik siyasal ve ekonomik projeksiyonlarıyla yakından ilişkili. Aslında en azından coğrafi keşiflerden sonra ve kapitalistleşme sürecinden beri göçün hayli siyasal bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Sömürgecilik, köle ticareti, kar maksimizasyonu çabası göçün ekonomik itkileriyken, devletler arası paylaşım savaşları ya da güç mücadelelerinin yarattığı istikrarsızlık, ekonomik-doğal tahribat da göçün daha dolaylı gözüken katalizörleri oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımı, sonrasındaki dekolonizasyon ve Batı kapitalizminin altın çağının gerekleri ciddi bir kitlesel göç trendini de beraberinde getirdi. Avrupa bugün hala, önce sömürgeci sonra emperyalist politikalarıyla uzun süreler nemalandığı bir toplumsal fenomen üstünde palazlanan bu toplumsal gerilimi yönetmeye çalışıyor. Tüm bu sürecin ekonomik sonuçları çok daha kısa vadede ve görece öngörülebilir biçimde ortaya çıkarken, kuşaklar aşan toplumsal sonuçları ise çok daha karmaşık bir görünüm çiziyor. Sınıfsal, siyasal, kültürel fay hatları bu sorunu pek çok yerinden kesiyor.
Öyle görülüyor ki, söz konusu insan ya da toplum olunca, hesap yapmak çok daha zor hale geliyor. İnsan basit bir üretim faktörü ya da paralı asker değil.
MODERN GÜÇ MÜCADELELERİ GÖÇ OLGUSUNU KONTROLDEN ÇIKARTIYOR Bugünün en önemli çatışma biçimlerinden olan vekil savaşları ise göç olgusuna farklı boyutlar getirdi. Devletlerin doğrudan müdahale etmiyor gibi görünerek yürüttükleri bu örtük savaşlar, öngörülmesi çok daha zor dinamikler üzerinden şekilleniyor. Yerel bağları kuvvetli ve düzensiz silahlı milisler aracılığıyla sürdürülen bu savaşlar çok daha az ekonomik ve askeri kaynak gerektirirken, kurumsal engelleri ve kamuoyu muhalefetini de büyük ölçüde etkisizleştiriyor. Görünürde hayli kârlı. Ancak istikrarsızlaşan bölgelerden özellikle de komşu bölgelere ve bir hayal destinasyonu olarak Avrupa’ya yoğun düzensiz kitlesel göçler kaçınılmaz oluyor. Öte yandan vekil savaşı sürdüren büyük aktörlerin kullandıkları silahlı milislerle olan denetlenmesi zor gayri resmi ilişkileri hatta ikinci üçüncü kuşak göçmenlerle bu milisler/teröristler arasındaki bağlar, bu göç meselesine akut bir güvenlik boyutu ekliyor.  Ek olarak, göç sorunu bölgeler-arası hale geliyor. Ayrıca, küreselleşme ve aslında bir bakıma üzerinde yükseldiği yerellik, entegrasyon sürecini de zorlaştırıyor. Göçmenler iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesiyle bulundukları ülkedeki baskın kültürel temalara eklemlenmek yerine otantik kültürel temalarını pekiştirerek kültürel bir gettolaşma sürecine eskisinden çok daha kolay yöneliyorlar. Bu durumda göçmenlerin yarattığı tepki de daha büyük, daha örgütlü ve aslında daha güçlü hale geliyor. Gerilim kurumsallaşıyor. GÖÇTEN YARARLANMA SİYASETİ ÖNGÖRÜLEMEZ SORUNLAR DOĞURABİLİR Öyle görülüyor ki, söz konusu insan ya da toplum olunca, hesap yapmak çok daha zor hale geliyor. İnsan basit bir üretim faktörü ya da paralı asker değil. Uluslararası alanda atılan her adımın çok somut bir karşılığının olduğu ve bu karşılığın belirli tür fiziksel koşulları, düşünce yapılarını besleyerek tahminlerin çok ötesinde sonuçlarının olabileceği günümüzün olanaklarıyla daha net görülüyor. Avrupalılar uzunca bir süredir bu tekinsiz sularda yüzüyor. Fay hatları belirginleştikçe gerilim artıyor. Çözüm zorlaşıyor. Önümüzdeki hafta ise, bu kulvarda yeni olmasına rağmen çok daha kırılgan olan Türkiye’nin özel koşullarına değineceğiz.