Günün tarihinden önemli bir belge “Hürriyet Misakı”

Abone Ol
7 Ocak 1947’de (75 yıl önce bugün), ’dürüst seçim, tarafsız yönetim ve demokratik hukuk düzeni’ taleplerini içeren bir ‘Hürriyet Misakı’ ile yola çıkan DP, üç yıl sonra, çeyrek asırlık ‘tek parti’ yönetimini sonlandırmayı başarmıştı. Türkiye, cumhuriyetin ilanından sonra uzun süre ‘Tek Parti’ iktidarıyla yönetildi. Kuruluşu, cumhuriyetten bir ay önce ilan edilen ‘Halk Fırkası’ (sonra adına ‘Cumhuriyet’ sözcüğünü de ekleyen CHF/P), çok partili sisteme geçilen 1946 yılına kadar siyasette varlığını sürdüren tek partiydi. Aslında, bu çeyrek yüzyıl içinde birkaç kez yeni parti denemeleri oldu. Kasım 1924’te Kurtuluş Savaşının önde gelen bazı asker ve sivil önderleri Terakkiperver (İlerici) Cumhuriyet Fırkası (TCF) adıyla ve Kazım Karabekir’in genel başkanlığında bir parti kurdular. Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Rauf Bey (Orbay), Refet (Bele) Paşa, Dr. Adnan Bey (Adıvar) gibi tanınmış komutan ve aydınlar kurucular arasındaydı. 1925’te Şeyh Sait isyanı üzerine çıkarılan ‘Takrir-i Sükun Kanunu’ çerçevesinde İstiklal Mahkemeleri, TCF’nın önce doğu illerindeki faaliyetini yasakladı; Haziran 1925’te parti tümüyle kapatıldı. Kurucular, daha sonra İzmir suikasti ile ilişkili oldukları ileri sürülerek yargılandılar; Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar beraat etti; yurt dışında bulunan Rauf ve Dr. Adnan Beyler gıyaplarında hapis cezaları aldı. Cumhuriyet tarihimizin ilk muhalif parti girişiminin sonu, böylece mahkemede bitmiş oldu. SERBEST FIRKA’NIN SERENCAMI 1930 yılında, bu kez Atatürk’ün özendirmesiyle ve rejimi denetlemek amacıyla yeni bir parti denemesi daha yapıldı. Atatürk’ün en yakın ve eski arkadaşlarından Fethi Bey’in (Okyar) başkanlığında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF), kısa sürede büyük ilgi gördü. Bu ilgi, tek parti oligarşisinin önde gelenlerini tedirgin etti. Gerginleşen siyasi ortamda Fethi Bey, Atatürk’le hukukunun zedelenmesine olanak vermemek için, 12 Ağustos 1930’da kuruluş dilekçesini verdiği partisini -90 gün sonra- 17 Kasım’da fesih ettiğini açıkladı. Hüsranla sonuçlanan bu iki denemenin dışında 1945’e kadar ülkede yeni bir siyasi parti girişimi yaşanmadı. Esasen, Ahali, Amele, İşçi ve Çiftçi gibi sınıfsal çağrışımlar yapan partilerin yaşamasına baştan izin ve imkan verilmiyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye batılı demokrasilerin safını tercih etmek durumunda kalınca, ‘Tek Parti’ yönetimine son vermek zorunlu hale geldi. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1 Kasım 1945’te TBMM açılış konuşmasında “rejimin tek eksiğinin iktidarı denetleyecek bir partinin yokluğu” olduğunu söyleyerek yeni parti girişimlerinin yolunu açmış oldu. DÖRTLÜ TAKRİR 1945 Yılı, çeyrek asırlık iktidar partisi içinde yeni arayışların ve taleplerin filizlendiği bir yıldı. Temmuz 1945’te CHP’nin kıdemli milletvekilleri eski Başbakan Celal Bayar, Prof. Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes bir önerge vererek demokratikleşme konusunda genel görüşme açılmasını istediler. Siyasi tarihimizde ‘Dörtlü Takrir’ adıyla yer alan bu önerge, özetle, - Meclis denetiminin güçlenmesi, - yurttaşların hak ve özgürlüklerinin anayasal güvenceye kavuşması ve - parti çalışmalarının bu esaslara uygun olarak yeniden düzenlemesi taleplerini içeriyordu. Önergenin red edilmesi üzerine muhalif eğilimli Vatan ve Tan gibi liberal ve sol gazetelerde görüşlerini yazmaya başlayan Köprülü ve Menderes ihraç edildi. Bunun üzerine Celal Bayar CHP’den istifa etti. 7 Ocak 1946’da ‘Dörtlü Takrir’in imzacılarının öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kuruldu. Genel Başkan Celal Bayar’dı. Demokrat Parti aslında, yeni dönemin ilk partisi değildi. Daha önce ünlü iş insanlarından Nuri Demirağ, Milli Kalkınma Partisi’ni kurmuş, ancak fazla bir varlık gösterememişti.. Demokrat Partinin kurucuları tanınmış isimler olmanın yanı sıra deneyimli siyasetçilerdi. Celal Bayar Atatürk’ün son başvekili, Koraltan ilk meclisten, Adnan Menderes 1930’dan beri CHP milletvekilleriydi. Fuat Köprülü, kendi alanında otorite sayılan bir bilim insanıydı. Kurucuların kimlikleri ve temkinli tutumu yeni partiye duyulan ilgi ve güveni arttırdığı gibi,  DP’nin seçimlere kadar olan süreyi kazasız aşmasına da yardımcı oldu. CHP, yeni partinin fazlaca gelişmesine zaman tanımamak için seçimleri öne aldı; Ekim 1947’de yapılması gereken seçimler Temmuz 1946’da yapıldı. Bu seçimde yurttaşlar ilk kez tek dereceli olarak oy kullandılar. Önceki yıllarda uygulanan birinci ve ikinci seçmen uygulaması kaldırılmıştı. Buna karşılık oylama açık, sayım gizliydi. Bu usül 1946 seçimlerinin meşruluğu üzerinde haklı olarak tartışma ve şaibe yarattı. Ülke düzeyinde örgütlenmesini henüz tamamlamadan bir baskın seçime maruz kalan DP, çoğunluk sistemiyle yapılan bu seçimde 61 milletvekili çıkarmayı başarmıştı. Fakat seçim sistemine ve sonuçlarına olan itiraz ve eleştiriler sürüyordu. Bu ortamda, kuruluşun günü gününe birinci yılında, (7 Ocak 1947’de) DP’nin ilk olağan genel kurulu toplandı. Bu toplantı, cumhuriyet döneminde bir muhalefet partisinin yapmayı başardığı ilk büyük kongresiydi.  7-10 Ocak günleri arasında çalışmalarını sürdüren kongre, seçim hukuku, özgürlükler ve kamu yönetiminin tarafsızlığı konularında hararetli tartışmalar ve coşkulu konuşmalara sahne oldu. HÜRRİYET MİSAKI Kongrenin son günü, ’Ana Davalar Komisyonu’ tarafından bu tartışmaların ışığında hazırlanan ‘sonuç bildirgesi’ açıklandı. Siyasi tarihimizde ‘Hürriyet Misakı’ (Özgürlük Andlaşması) olarak adlandırılan bu bildirge esas olarak üç ana talebi kamuoyuyla paylaşıyordu:
  • Tek Parti döneminden kalan, Anayasa ve demokratik sistemle bağdaşmayan kanunlar değişmeli, mevzuat yenilenmelidir.
  • Parti Başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı aynı kişide toplanmamalı, ayrılmalıdır.
  • Seçim Kanunu, seçimlerin dürüst ve güvenilir biçimde yapılmasını sağlamak amacıyla tek dereceli, gizli oy ve açık sayım esasına göre değişmelidir.
Hürriyet Misakı, Türkiye’nin çok partili sistemle yeni tanıştığı dönemde, demokrasinin asgari denilebilecek bazı ilke ve ihtiyaçlarının altını çiziyordu. Bu talepler, büyük ölçüde 1946 seçimlerinde karşılaşılan zorlukları aşmak amacına yönelikti. Ancak DP’nin bu şartlar gerçekleşmediği takdirde ‘sine-i millete’ dönebileceğini söylemesi, fanatik CHP’li çevrelerin tepkisiyle karşılaştı. Faşizan fikirleriyle bilinen Başbakan Recep Peker DP’yi ihtilalci metodlarla çalışmakla suçladı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Peker’in tutumuna karşı çıktı; genel olarak muhalefeti, özel olarak DP’yi koruyan ve “cumhurbaşkanı olarak kendisini iktidar ve muhalefet partilerine karşı eşit seviyede vazifeli gördüğünü” söyledi. CHP içinde ılımlı ve deneyimli isimler de Peker’i eleştirdi. Bir süre sonra Recep Peker istifa etmek zorunda kaldı; Trabzon Milletvekili Prof. Hasan Saka Başbakan oldu. Hürriyet Misakı’nda talep edilenler tümüyle gerçekleşemedi. Ancak, İsmet Paşa’nın Peker’e karşı tutumu, idarenin muhalefete karşı daha tarafsız görünmesine yol açtı. Gezilerine muhalefet milletvekillerini de katmaya başlayan Cumhurbaşkanı İnönü, iktidar ve muhalefet arasında denge gözeteceğini söylediği tutumunu 12 Temmuz 1947’de bir beyanname ile kamuoyuna duyurdu. Asıl önemlisi, seçimlerden önce seçim yasası değişti. Açık oy ve gizli sayım garabeti kaldırıldı. 14 mayıs 1950’de, gizli oy ve açık sayım usulüyle yapılan bu ilk demokratik seçimin sonunda 27 yıllık ‘Tek Parti' iktidarı sona erdi. 1947’de 60 milletvekili ile yola çıkan ve Hürriyet Misakı ile kararlılığını ilan eden DP, üç yıl sonra %55 oyla iktidar oldu. Yeni Meclis’in ilk oturumunda Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, önceki önerilerine bağlı kalarak genel başkanlıktan istifa etti. Yerine Adnan Menderes seçildi. 1950 öncesinde seçim yasalarında değişiklik yapılırken, önceki seçimlerde uygulanan çoğunluk sistemi değiştirilmemiş, aynen korunmuştu. Oysa doğru olan, çok partili sisteme geçilirken, milli iradenin adaletli temsilini engelleyen bu sistemin kaldırılması, oranlı (nisbi) temsile geçilmesiydi. Ancak, CHP yöneticileri -büyük olasılıkla- az farkla da olsa DP’yi geçeceklerine, bu nedenle çoğunluk sistemi ile daha büyük bir Meclis çoğunluğu elde edeceklerine inanıyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. DP, %55 oyla 416 milletvekili çıkardı ve Meclis’te %85 oranında güce sahip oldu. CHP, %39 oyla ancak 69 milletvekili elde edebildi; temsil gücü %14’de kaldı. Çoğunluk sisteminden kaynaklanan bu dengesiz ve adaletsiz temsil, ileride iktidarla muhalefet ilişkilerinin gerginleşmesine ve Türkiye demokrasisinin erken çağında haksız ve talihsiz müdahalelerle karşılaşmasına yol açtı.[1] --- [1] Daha ayrıntılı bilgi için: Bir Hürriyet Hikayesi, İletişim Yayınları, 2021