Günaha Davet

Abone Ol
Ömer Gencal bu hafta 2001’de yaşanan ekonomik krizi anarak son yaşananları özetliyor ve ekliyor; “Kendisini risklerden korumak isteyenler de maalesef ortaya çıkan bu durum karşısında günaha davet edilmektedir. Tek bir şey çok net ve açıktır, sürdürmek istedikleri bu döngü geçmiş tecrübelerle de sabittir ki sürdürülemezdir.” Tüm gerginliklerini iliklerimize kadar hissettiğimiz, hop oturup hop kalktığımız bir yıldı 1999.  Enflasyon ülkenin üzerine yapışmış bir kâbus gibiydi. Düşürmek için defalarca programlar uygulanmış fakat başarısız olmuştu. 1999 yılının sonlarında yeni bir yaklaşımla TL’nin 2000 yılında %20 devalüe edileceği ve enflasyonun da bu seviyeye düşürüleceği hakkında bir programın uygulanmasını geçtiğimiz Temmuz ayında kaybettiğimiz eski TCMB başkanı Gazi Erçel’in 9 Aralık 1999 tarihli basın toplantısında öğrendik. Ekonominin tüm bileşenleri bu konuda umutlu bir başlangıç yapmıştı 2000 yılına. Faizler hiçbir düzenlemeye ve zorlamaya maruz kalmadan düşmeye başlamış vadeler de uzamıştı. Fakat ekonomideki kök sorunlar olduğu yerde duruyordu. Bir yandan programa inanıyor bir yandan da bu sorunların giderilmesi için adım atılmasını bekliyorduk. Aradan geçen sürede temel sorunlar ve gerçekler birer birer gün yüzüne çıkmaya başlayınca faizlerde de yükselişler kaçınılmaz oldu. Umutla başlanan senenin sonunda önemli bankalarımızdan biri olan Demirbank Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF’ye) devir edildi. GERİLİMLİ BEKLEYİŞ 2001 yılına girerken TCMB’nin kur konusundaki politikası hakkında belirsiz ve endişeli bir döneme adım atıyorduk. 19 Şubat günü aynı gerginliklerle olağan iş akışının devam ettiği sıralarda, Milli Güvenlik Kurulunda yaşanan anayasa kitapçığı fırlatılması olayı ile ilgili bir haber geldi. Tedirginlik ve endişe yerini gerilime bırakıyordu. Bankacılık sektörünün o dönemdeki “Döviz borçlan, TL’ye dön ve TL cinsinden ihtiyacı olanlara (Hazine ve son dönemlerde kamunun büyük görev zararları nedeniyle kamu bankaları) bu TL’yi TCMB’nin sürdürdüğü kur politikasına güvenerek belirli bir faizden ver” oyunu zorlu bir dönemece giriyordu. Bankalar, hazinecilerin tabiriyle, kısa pozisyonlarını (Short Pozisyonlarını) kapatmak için TCMB’den fırsat ve TL buldukça döviz aldılar. Gün bittiğinde daha da gerilmiştim. 20 Şubat 2001 tarihinde evden çıkıp bankaya giderken artık iyice gerilmiştim. O akşam olacaklardan ve Türkiye finans piyasasının ve ekonomisinin nasıl büyük bir değişim geçireceğini hayal bile edemezdim. 20 Şubat günü zorlu başladı. Uygulanmaya çalışılan politikanın sürdürülemez olduğu çok açıktı. Tamamen uzun vadeden kısa vadeye çevrilmiş TL cinsi portföy bile büyük bir riskin üzerinde oturduğumuzu gösteriyordu. O dönemlerde karşılıklı yapılan işlemler telefon vasıtası ile yerine getirilirdi. Bu telefon konuşmaları sadece iş değil aynı zamanda arkadaşlık ve dostlukların da kurulmasına vesile olurdu. Telefonun bir ucunda bir kamu bankasının TL masasından sorumlu arkadaşıma kendisine bir geceliğine verdiğim TL’ye ihtiyacım olduğunu, o nedenle geri istediğimi söylediğimde, “Ömer gerçekten param yok, inan ödeyemeyeceğim, borçlanacak başka yerim ve limitim de kalmadı, sen faizi söyle ben yazayım” dediğini bugün çok net hatırlıyorum. Amacım çalıştığım bankanın döviz pozisyonunu kapatabilmek için TL’yi almak TCMB’ye göndermek ve kur taahhüdünden yararlanarak olası bir devalüasyon karşısında zarardan korunabilmekti. Faizin ne bir önemi ne de bir esnekliği kalmıştı. Yapılan işlemlerle TL faizleri gecelik % 3000’lerle başladı %5000’lere tırmandı ve derken %7500’leri gördü. Akşam saatlerinde TCMB’nin açıklayacağı kuru heyecanla bekledik. O akşam kur açıklanmadı ve büyük bir belirsizliğin içinde bir arkadaşımla birlikte yağan yoğun yağmura rağmen sabaha karşı 3:00 civarında dışarı çıkıp stresten mi yorgunluktan mı bilinmez, acıkan karnımızı bir seyyar köftecide doyurmaya ve muhabbet etmeye başladık.  O anda satın aldığım ev için girdiğim döviz borcu aklıma geldi ve içimi büyük bir korku da sardı. Yaşadıklarımız bizlere o kadar çok şey öğretti o kadar çok dersler çıkarttırdı ki saymakla bitmez. Ama düşündüğümde bu dersler içinde aldığım ilk ve en önemli dersin sağlam ve bütüncül bir politika seti olmadan yapılan her türlü uygulamanın sürdürülemez ve geçici olduğudur. İkinci önemli ders ise, bir işletmenin varlığını sürdürmesindeki en önemli faktörün, etkin bir risk yönetiminden geçtiğidir. Dalgalı kur sistemine geçişimizle birlikte finansal enstrümanların çeşitliliği de artmaya başladı. Aldığım görevlerde bunun önemini, birçok işletmenin bunları kullanmasının faydalarını ve riskten korunmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıp durdum. Kulak veren ve risk yönetimi yapan birçok şirket geçtiğimiz dönemlerde yaşanan dalgalanmalardan en az zararla hatta bazıları karla çıktı.
Merkez Bankası'nın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu çok açıkken, yapılan günlük uygulamalarla artık bu amaç unutulmuş görünüyor. TCMB bugünlerde kimin ne amaçla döviz aldığı, bu amaç için kullanılıp kullanılmadığı ile ilgileniyor.
Bugün geldiğimiz noktada yeniden başa dönmüş gibi hissediyorum. Üstelik o dönemde risk yönetimi yapmayanlarla yapmaya teşvik edenler rolleri değiştirmişler. 2023 yılı para politikası ve liralaşma stratejisi belgesini yayınlayanlar bu belgenin Temel Çerçeve metininde yer alan 7. Maddedeki  “Dalgalı döviz kuru rejimi sürdürülecek ve döviz kurları, serbest piyasa koşullarında, arz ve talep dengesine göre oluşacaktır.” İfadesinden o kadar uzaklaştılar ki söyledikleri ile uyguladıkları arasında kuzey güney gibi büyük zıtlıklar var. Merkez Bankası'nın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu çok açıkken, yapılan günlük uygulamalarla artık bu amaç unutulmuş görünüyor. TCMB bugünlerde kimin ne amaçla döviz aldığı, bu amaç için kullanılıp kullanılmadığı ile ilgileniyor. Öğrenildiği kadarıyla, alım miktarlarına müdahale ediyor, alım satım saatleri kısıtlanıyor, öğleden sonra işlem yapılmaması isteniyor. Alınmış herhangi bir kredi ile dövizin kesinlikle alınamayacağı, eğer alınacak döviz bir ödeme için alınıyorsa faturasının ibraz edilmesinin şart olduğu gibi birçok uygulamanın olduğu bilgisi geliyor. Türkiye gibi kendi tasarruflarının yetmediği noktada cari açık veren bir ülkenin, dış kaynak ihtiyacı çok nettir. Bu ihtiyaç nedeniyle alınmış olan yabancı para cinsi borçların ödeneceği vadeler itibarı ile kur riskini yönetmek de hayati önemdedir. Özellikle TL’nin serbestçe yurtdışına giriş çıkışlarının kısıtlandığı noktada farklı faiz oranlarının oluşumu nedeniyle ortaya çıkan anomali, kur riskinden korunmaya çalışan bir çok şirketi ya ileri tarihli ya da spotta döviz işlemi yapmaya yönlendirmektedir. Kur riskini yönetmeyen ve bu riski hem negatif rezervle, hem dışardan borçlanarak hem de Kur Korumalı Mevduat yaparak devam ettirmeye çalışan kesim ise tam tersi vatandaşına olan sorumluluk çerçevesinde ciddi bir kur riski yönetimi yapmak zorundadır. Anlaşılan kur riski yönetimi yapılan müdahaleler, kısıtlamalar ve serbest piyasa ekonomisinden çıkışla sürdürülmek istenmektedir. Kendisini risklerden korumak isteyenler de maalesef ortaya çıkan bu durum karşısında günaha davet edilmektedir. Tek bir şey çok net ve açıktır, sürdürmek istedikleri bu döngü geçmiş tecrübelerle de sabittir ki sürdürülemezdir.