Loading...
Mahkemenin olduğu gün Almanya programının planlanmış olmamasını tercih ederdim. O gün, o an, beraat etmesi güçlü bir olasılık dahi olsa Çağlayan’daki bir kafede medya mensuplarıyla sohbet edip sonucu beklemek daha şık olabilirdi.Görünmez gerekçelerden biri olarak seçime gidilirken İBB’nin olanaklarından yararlanmak için yapıldığı söyleniyor. Devletin olanaklarından tümüyle yararlanabilen bir iktidarın İBB eksenli böyle bir planı çok gerçekçi sayılmaz ama muhalefetin İBB’den yararlanmasının önünün kesilmek istenmesi de yabana atılamaz. Mahkemenin olduğu gün Almanya programının planlanmış olmamasını tercih ederdim. O gün, o an, beraat etmesi güçlü bir olasılık dahi olsa Çağlayan’daki bir kafede medya mensuplarıyla sohbet edip sonucu beklemek daha şık olabilirdi. Gene de olup bitenin hayati bir mesele olmadığı açık; daha çok taktik bir hata denilebilir. Bu hata giderilebilir mi? Elbette… Peki İmamoğlu’na verilen zorlama ceza, onanır mı? İhtimaldir; onaylanabilir… “Madem, durum budur; o halde aday olsun” denilebilir mi? Bu sorunun cevabı, meseldeki ihtiyarın, “acele karar vermeyin” sözünde gizlidir. Açık ki cezalandırma riski, yalnızca, İmamoğlu için değil, adı geçen diğer adaylar için de bir olasılık olarak varlığını koruduğu; aday olma olasılığına sahip herkesin, şansının riskle yer değiştirebileceği günlere doğru yol alıyoruz. Çünkü önümüz seçim ve mevcut iktidar, sahip olduğu olanakları öyle kolay bırakacağa benzemiyor. Haksızlığa uğramış İmamoğlu’nun aday olma olasılığı, daha fazla seçmeni sandığa taşıyabilir ama adaya ve hatta “kazanacak aday”a değil; güçlü bir programa odaklanmak, daha yerinde olacaktır. PROGRAM ADAYDAN ÖNEMLİ… Farkındayım; Kılıçdaroğlu ismiyle birlikte etrafta bir tereddüt hayaleti dolaşır hale geliyor. Kılıçdaroğlu’nun son dönemde sansür yasası görüşülürken ABD’ye gitmesi, türban meselesini gündeme taşıması ve İmamoğlu davası görülürken Almanya yolculuğuna çıkması, bu tereddüdü güçlendiriyor. Bunların taktik hatalar olduğu ve taktik hataların stratejiye gölge düşürdüğü de açıktır. Gene de asıl meselenin, isimlerden uzaklaşıp, çerçevesi “altılı masa” tarafından çizilecek gelecek vizyonu üzerinde yoğunlaşabilme becerisini gösterebilmektir. Çünkü isimleri tartışmak, esas olarak, iktidarın işine geliyor ve bizim ihtiyacımız olanın “kılıcının iki tarafı da keskin” bir aday olmadığını da belirtmemiz gerekiyor. İhtiyacımız, Altılı Masa’nın kılı kırk yararak hazırladığı programı harfiyen uygulayacak bir adaydır. Bir önceki yazımda da vurguladığım üzere gösterilecek adayın görevi, prensipleri belirlenmiş bir programı uygulamak olacaktır. Anlaşılmak amacıyla kullandığım “moderatör” kavramının yeterince güçlü olmadığını kabul edebilirim ancak adayın kendisi dahil herkes farkında olmalı ki ihtiyacımız olan bir “kurtarıcı” değil, güçlü bir demokratik parlamenter sistemin inşasında görev alacak kişi olmalıdır. Öte yandan CHP grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nu kastederek, “Baba oğul gibiyiz. Kendisi CHP’nin evladı olduğu kadar benim de evladımdır” demiş olması hem İmamoğlu’na hem de İmamoğlu’ndan “isyankâr bir çocuk” devşirmek isteyenlere bir mesaj vermek amacını taşır olmakla birlikte gene de yaşadığı mağduriyet nedeniyle kürsüde söz verilmesi ve katılımcılar tarafından alkışlatılması, hoş bir hamle olabilirdi. Yaşadığımız bu coğrafya, “gün doğmadan neler doğar” sözüne hayat veren bir coğrafya ve bakarsınız yeni gelişmeleri konuşuruz. Bu nedenle isimler konusunda acele etmektense prensiplere yoğunlaşmak ve yurttaşın ihtiyaçlarına çözüm üretmeyi öneriyorum. Zira Cahit Sıtkı’nın dizeleştirdiği gibi “Gece bir sebep değil, belki bir neticedir”.