Kitabın Bölümleri
- Bölüm: İslam’ı Tanımlamak
"İslam hem dinsel, hem de inanç ve ibadet sistemi olan kültürlerin bir aynasıdır.’’
Lewis, bu bölümde İslam’ın diğer dinler ile olan münasebetini okura aktarırken
olanı değil, olması gerekene vurgu yaparak bu çerçeve de ilerleyen süreçlerde ortaya çıkan politik İslami yansımaları değerlendiriyor. İslam için hem politize edilmiş bir ideoloji unsuru hem de dinsel bir cemaat retoriği teması işleniyor. Mısırlı fundamentalistler, kadıların yükselişi, İslam konferansı örgütü gibi İslam’daki devrimci dalganın birkaç bileşeninden bahsediyor. Bu bölümde dikkatimi çeken temel nokta; 1923 Lozan‘da imzalanan mübadele antlaşmasına can veren Yunan ve Türk protokolünde geçen düzeltmelerdir. Protokol aslında etnik bir kimliğe gönderme yapmaz diyerek okura yine fikir değiştirici ve öğretici bir bilgi sunuyor.
2. Bölüm: Dar-ül Harb
"Hristiyanlık ve İslam dinsel olarak belirlenmiş iki medeniyettir ve bu medeniyetler farkları yüzünden değil benzerlikleri yüzünden çatışmaktadır."
Cihat kavramı açıklanarak başlanan bu bölümde Dar-ül İslam, Dar-ül Harp ile bunlar arasındaki ara statü Dar-ül Sulh,Dar-ül Aht gibi temel noktaları anlatıyor. Ahlaki ve manevi bir savaş olarak cihat, Müslüman çağın başlangıcı hicret ile birleştiriliyor. Aslında İslam coğrafyasındaki cihat kavramının temelde farklı anlamlarda kullanıldığını Lewis filolojiden yola çıkarak aktarıyor.Bu noktada çatışan iki büyük medeniyetin hangi noktalarda birbiri ile cihat etmekte olduğu konunun ana hattını belirliyor.
3. Bölüm: Haçlılardan Emperyalistlere
"Haçlı seferlerinin başlaması ile birlikte Ortadoğu coğrafyasına Emperyalizm ile Kapitalizm birlikte hükmetmeye başladılar."
Bu noktada Usame bin Ladin, soğuk savaş dönemi, Amerika içerisindeki, ahlaki bakımdan yoz bulunan fundamentalist politikalar ile aslında emperyalist ülkelerinin içindeki siyasi tutum değişikliğini bizlere sunuyor.
4. Bölüm: Amerika’yı Keşfetmek
"Amerika birçok noktada özgürlüklerinin ve fırsatların ülkesi olarak görülse de İslam ülkelerindeki Anti-Amerikancılık fikri hızla yayılmaya başladı."
Lewis bu bölümde Anti-Amerikancılık fikri hakkında kendisini sosyalist fikirler ile donatan Arap dünyasında bile bir gelecek kaygısı ile yoğurmaya başladığını belirtiyor. Ayrıca bölüm içerisinde, Nazilerin teorisinden SSCB politikalarına, İran milliyetçi ara dönemi Musaddakın petrol millileştirmesine, Tudeh partisine yansımaları ile Şah’ın devrilmesine, oradan İran İslam Cumhuriyetinin kurulmasına, Anti-Amerikancılık ve batının seküler olarak toplum içinde algılanmasına kadar birçok konuya değiniliyor. En sonunda ABD’ye Ortadoğu coğrafyasının
‘’Büyük Şeytanı’’misyonu yüklenerek, Amerika keşif edilmekten ziyade dogmatik fikirlerin işgaline uğruyor.
5. Bölüm: Şeytan ve Sovyetler
Ortadoğu halklarının Hristiyanlara yönelik olarak yaptığı tutumların aktarıldığı bu bölümde Humeyni’nin törenlerde kullandığı "Büyük Şeytan" misyonukavramı daha sık dile getiriliyor. İlginç olan nokta, SSBC’nin İslam dünyasında emperyalist politikalara devam ederken, Amerika’nın gördüğü büyük şeytan misyonundan mağdur olmamasıdır. İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte SSCB ve Amerika’nın Ortadoğu’daki temel hedefleri artık değişmişti. İkisinde bir nevi tek amacı vardı: Ortadoğu coğrafyasındaki petrollerinin süper güçleri olmak.
6.Bölüm: Çifte Standartlar
"Dindar despotlar dinsiz despotlar kadar tehlikelidir."
Bu noktada Arap halkları hem kendi yöneticileri hem de kendi içlerindeki birçok din adamı tarafından katledildi. Bunun en iyi örneklerini 1991 yılında Saddam Hüseyin’in yaptığı Halepçe katliamında ve Suriye’nin Hama kentinde yapılan bombardımanında görebiliriz. Belki de kitap içinde en iyi değerlendirmeyi yaptığım bölüm burasıdır. Çünkü ne olursa olsun despotizm duygusu,yöneticiyi kendi halkına zulüm etmekten geri koymuyorsa bu ne batı nefreti ne de Anti-Amerikancılık fikridir. Bu Faşizmdir ve içinde terörün gerçek yüzünü taşımaktadır. İşte Ortadoğu coğrafyasındaki çifte standart uygulamanın sonucu:
"TEK OY, TEK ADAM ve BİR ANLIK DEMOKRASİ"
- Bölüm: Modernleşmenin Başarısızlığı
Bu bölümde Türkiye kendisini bir üst noktaya taşıyan bir Ortadoğu ülkesi olarak kitapta belirtiliyor.
Amerikan sömürgesiyle modernleşmeyi yakalayamayan Arap dünyasınınasıl başarısızlığını, yöneticilerinin diktatörce halka yaptığı sindirme politikalarında aramak gerekmektedir. Aslında modern olan Arap halkı ve modernleşme istekleri yöneticiler yüzünden yerini başarısızlığa bırakmıştır.
- Bölüm:Suudi Gücüyle Vahabi Öğretisinin İzdivacı
Bu noktada Lewis Vahabilik ekolü için modernliği reddederek kutsal geçmişe dönmeyi hedefledğini aktarıyor.Bu doğrultuda amaçları ise peygamber zamanındaki gibi yaşayarak Sofizmi bir pagan kültürü olarak görüp onu yok sayıcı faaliyetler ile İslam’da bir temizlik politikasına girişmektir. Radikal Müslümanların ‘’aşırı modernleşmeye’’ verdikleri tepki Suudi gücü ve Vahabi ekolü ile birleştiriliyor.
- Bölüm: Terörizmin Yükselişi
Diğer 8 bölüm dâhil kitabın bana göre vermek istediği temel mesaj, İslam coğrafyası içindeki terörizmin yükselişi ve batının bunu tetikleyici politikalarıdır. El-Kaide gibi terör örgütlerinin çıkış noktası ne dindir ne de amaçları dini kurtarmaktır. Kitapta geçtiği üzere "
İslam hukuku bir yasa ve adalet sistemidir, bir linç ve terör aracı değildir."
Son olarak kitabı verdiği bilgiler doğrultusunda yararlı bulmakla birlikte bana kitaptan geriye kalan ise şu öğreti oldu.
Demokrasilerin kurulması çok zor olduğu gibi yıkılması da zordur. Modernleşme isteğinden katliamlara kadar ortaya çıkan bir Ortadoğu projesinin varlığını hissetmek mümkündür.
Burada şu soruyu sorarak bitirmek istiyorum: Peki Arap ve İslam Dünyası’na kalan ne olacaktır?
(Bernard Lewis, İslam’ın Krizi,çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul, Literatür Yayıncılık, Sayfa Sayısı 160, 2003.)