GPS mutabakat metni ve yargı: Mevzuat değiştirmekle olsaydı…

Abone Ol
Metindeki en önemli değişiklik Cumhuriyet Başsavcılığı’na bağlı Adli Kolluk Teşkilatı’nın kurulmasıdır. Zira en büyük sorunlardan biri, savcılara bağlı bir polis gücünün olmaması ve savcının Emniyet’le iyi geçinmek zorunda olması. Geçen hafta kamuoyunun gündeminde sıklıkla yer almış olan güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS) mutabakat metnini, yargıyla ilgili kısımlar açısından özellikle inceledim. Genel olarak önerilerin tepkisel, mevzuat değişikliği dışında herhangi bir yeni yaklaşım içermeyen, Türkiye’de bugüne değin reform namına yapılmış önerilere benzer olduğunu ifade etmeliyim. Yılgınlık yaratmak istemiyorum ama yargıyla ilgili sorunları çözmek o kadar basit değil. GİRİŞ Öncelikle, metinde yargıyla ilgili ayrı bir başlık var.Ancak bundan önce “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi neden yanlış” altında dile gelen hususlar arasında yargı da ele alınmış. Burada yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının partili cumhurbaşkanı tarafından yok edildiği ve kendisine tanınan yetkilerle Hakim Savcılar Kurulu’nun (HSK) yürütmenin vesayetine girdiğinden bahsediliyor. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığındaki sorunlar adeta bu hükümet sistemi değişikliği nedeniyle meydana gelmiş gibi yazılmış. Oysa aynı yürütme yargıda Gülenci kadroları öne çıkardı; bu kadrolarla bir çok hukuksuzluğun yolunu açtı; 2010 referandumunda HSK’da değişiklikler yaptı; bu değişiklikleri sonra geri aldı. Böyle önemli bir metne bu değerlendirme ile başlanması, yargıdaki sebep-sonuç ilişkileri bakımından yanlış bir yerden yola çıkıldığını düşündürüyor.
Metinde yargı bağımsızlığındaki sorunlar hükümet sistemi değişikliği nedeniyle meydana gelmiş gibi yazılmış. Oysa aynı yürütme yargıda Gülenci kadroları öne çıkardı ve bu kadrolarla birçok hukuksuzluğun yolunu açtı...
Bunun ardından hakimlik teminatının bir unsuru olan coğrafi teminatın olması gerektiğinden bahsediliyor. Bir yargı mensubunun görev yaptığı şehirden istenildiği zaman alınıp, başka bir yere gönderilememesi ve ailesi ve kendi hayatının zorlaştırılamaması anlamına gelen bu teminatın olmaması, bir çok kişinin, görev yaptıkları yerlerden alınıp tecrübelerine uymayan, hayatlarını zorlaştıran yerlere sürülmesine neden oldu. Kamuoyu, yürütmenin beğenmediği kararları veren hakimlere karşı bunun adeta bir ceza gibi işletildiğini gördü. Bu önemli teminatın sonunda bu metinde gündeme gelmesi olumlu görülebilir ama korkarım bu da hükümet sistemi değişikliği ile alakalı değil. Akabinde, Anayasa Mahkemesi (AYM) ile ilgili kısımlar geliyor ve mahkemeye üye atamasının Cumhurbaşkanı tarafından siyasi saiklerle yapılmasının AYM’nin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedelediği ifade ediliyor. Dahası, AYM kararlarının yargıçlarca uygulanmaması ve bu yargıçlara işlem yapılmaması hatta terfi yoluyla ödüllendirilmelerine yer verilmiş. Elbette kastedilen yeni atanan bir Anayasa Mahkemesi üyesi ancak bunun da 2008’de öncülü var. Dolayısıyla bu kadar önemli bir metnin “cumhurbaşkanlığı sistemi neden yanlış” başlığı altında yargıyla ilgili seçmece üç hususa değinirken daha önceyle hiç bağ kurmaması sorunlu görünüyor. YARGIYLA İLGİLİ DÜZENLEMELER  Yargı başlığı altındaki düzenlemelere geçersek, GPS’de yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlayabilmek ve yargının hızlı, etkin ve verimli çalışarak adil kararlar vermesini sağlamak gibi önemli hedeflerden bahsedilmiş. Yargı konusunun sadece bağımsızlık ve tarafsızlık ekseninden değil hızlı, etkin ve verimli çalışma bakımından da değerlendirilmesi şüphesiz önemli ama konu orada bırakılmış görünüyor. Dahası, yargıda hesap verebilirlik tamamen atlanmış bir mesele. Yargı gibi reform yorgunu ve darbe girişimi sonrası personelinin neredeyse üçte birini kaybetmiş bir kurum tekrar reform edilmek istenirken, atılacak adımların ve bunların sırasının iyi düşünülmesi gerekiyor. Gel gör ki, düşünülen ilk çözüm HSK’nın tekrar (!) yeniden yapılandırılması ve yüksek yargı kurulları ile yüksek yargı organlarının yapıları, bağımsızlıkları ve demokratik meşruiyetleri güçlendirilecek ve yürütme organının müdahalesini engelleyecek tedbirler alınması. Bu yapısal değişikliklerin vatandaşlarınhak arayışları için karşılarına ilk çıkan yer olan bulundukları şehirlerdeki mahkemelerin hızlı, etkin ve verimli işlemesi ile pek ilgisi yok.
Yargı gibi reform yorgunu ve darbe girişimi sonrası personelini kaybetmiş bir kurum tekrar reform edilmek istenirken, atılacak adımların iyi düşünülmesi gerek. Gel gör ki, düşünülen ilk çözüm HSK’nın tekrar (!) yeniden yapılandırılması…
Yine de değişiklikleri ele alırsak, yargıç ve savcılığın farklı görevler olduğunun sonunda anlaşılarak, HSK’ninbu sefer Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu şeklinde iki farklı kurula dönüşmesi; Hakimler Kurulu’ndan Adalet Bakanı ve Müsteşarının çıkarılarak yargının yürütmeyle ilgisi kesilmek istenmesi iyi olsa da unutulan şu: Türkiye’de yargının kendi kendisini yönetme becerisi bulunmuyor. Bu ayrılma bağımsızlığı sağlasa da hızlı, etkin, verimli ve hesap verebilir bir yargı oluşmasını sağlayamaz. Nitekim olumlu olduğunu ifade ettiğim coğrafi teminat, yargıya AK Parti yahut MHP neferi oldukları içinalınan kişileri de güçlendirecek bir mekanizma. Elbette bu şekilde göreve gelen kişiler hep öyle kalacaktır anlamında olmasa da, göreve gelişi tereddüt yaratan bir çok insana da ekstra güvence verileceğini ve bunların hesap verebilirlik anlamında yaratacağı sıkıntıları da düşünmek  lazım. Diğer yandan, hâkimlik ile savcılık birbirinden kurul olarak ayrılırken, yargıdaki bazı gelenekler unutuluyor. Hakimler ve savcılar aynı binada çalışmaya; birbirleriyle evlenen, yemeklerini birlikte yiyen, aynı serviste işe gidip gelen ve lojmanda oturan insanlar olarak birbirleriyle sosyalize olmaya devam ettikleri sürece, kurumsal ayrılıkla elde edilmek istenen amacın gerçekleşmesi çok olası değil. Metindeki en önemli değişikliğin Cumhuriyet Başsavcılığı’na bağlı Adli Kolluk Teşkilatı kurulması olduğu söylenebilir. Zira Türkiye’de özellikle ceza soruşturmaları bakımından en büyük sorunlardan birisi, savcılara bağlı bir polis gücünün olmaması ve savcının istediği soruşturmaların yapılması için Emniyet ile iyi geçinmek zorunda olmaları. Daha önce defalarca gündeme gelen ama Emniyet’in gücü nedeniyle yapılamayan bu reform, eğer gerçekleştirilebilirse, en azından ceza soruşturmalarının bağımsızlığı bakımından önemli bir adım olacaktır.
Metinde hâkim ve savcıların mesleğe kabullerinde ve yükselmelerinde objektif kriterler esas alınacak deniliyor. Aslında burada murat edilen şeyin ne olduğu tam anlaşılmıyor.
Metinde hâkim ve savcıların mesleğe kabullerinde ve yükselmelerinde objektif kriterler esas alınacak deniliyor. Aslında bu kriterler zaten objektif dolayısıyla burada murat edilen şeyin ne olduğu tam anlaşılmıyor. Bunun dışında bir dönemin yanlışlarının düzeltilmesi adına özel yargılama usullerine ve özel yetkili mahkeme uygulamasına son verilmesi; Sulh Ceza Hakimlikleri’nin görev, yetki ve işleyişleri hukuk devletinin gereklerine göre yeniden düzenlenmesi ve tutuklama gibi konularda sıkıntı yaratan uygulamaları engelleme çabası var. Uygulamada sorun olan bu hususların somutlaştırılmadığı müddetçe nasıl düzelecekleri belirsiz. Keza tutuklama düzenlemelerinde yapılacak değişikliğin uygulamada sıklıkla görülen tutuklama kültürünü bir anda bitirmesi mümkün değil. Dahası yargıda darbe girişimi sonrası dönemde yeni personelden yeterince verim alınamadığından, kıdemli eski üyelerle tıkanmayı gidermeye çalışan alt üst olmuş bir yargı kurumu var. Dolayısıyla aslında olmayan yargı geleneklerini yaratmak için neler yapılabilir düşünmek lazım. Bu başlık altında aynı zamanda hukuk eğitiminin kalitesini yükseltmek amacıyla hukuk fakültelerinin sayısının azaltılacağından, kadro ve müfredat hususlarında kapsamlı iyileştirmeler yapılacağından bahsediliyor. Yükseköğretim Kurulu’nun kaldırılacağının söylendiği bir metinde bunun nasıl olacağının yanı sıra, barolarca sıklıkla dile getirilen bir kalitesizlik kaygısının paylaşılması, yargıya bütüncül değil, avukatlık mesleği odaklı bir bakışla yaklaşıldığını düşündürtüyor. Bir başka nokta, silahların eşitliği adı verilen ceza yargılamalarında savunmanın iddia ile aynı imkanlara sahip olması şeklinde kabaca özetlenebilecek ilkeye uyumun sağlanacağına değinilmiş olması. Savunmaya söz hakkı vermeyi sevmeyen uzun bir yargı geleneğinde bu da önemli ama geleneklerin mevzuat değişimi ile oluşturulamadığı açık. Tepkisel bir başka husus, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve AYM kararlarının uygulanmaması ya da uygulanmasının geciktirilmesi sorunun çözülmesini sağlayacak düzenlemeler yapılacağının ifade edilmiş olması. Hatta hemen sonrasında bunun hakimlerin terfi kriteri olması gerektiği söylenmiş, ki zaten böyle. Konuya dair 2020 tarihli HSK ilke kararlarına rağmen[1], buradayız. Diğer yandan, görevini kötüye kullanmak suretiyle AYM veya AİHM’nin verdiği hak ihlali kararına sebep olup devleti tazminata mahkûm ettiren ve zarara uğratan yargı mensuplarından bu tazminat ve zararın istenmesi sağlanacak denmiş. Bu yönde de düzenleme var ve bu tazminatları yargı mensupları değil, halk ödüyor[2]. Bunun sebeplerinden birisi de bir dosyada tek bir kişinin değil bir çok hakim ve savcı görev yapması ve hangisine ne için rücu edileceği tespit edilememesi. Konuya devam edeceğim. --- [1]https://www.linkedin.com/pulse/hskdan-de%C4%9Ferlendirme-ve-y%C3%BCkselmede-iki-yeni-esas-anayasa-ula%C5%9F-karan/ [2]https://www.diken.com.tr/ihlal-edilen-haklarin-tazminatini-halk-oduyor/