GPS mutabakat metni ve yargı: Mevzuat değiştirmekle olsaydı…-2

Abone Ol
Bazı konularda yenilikçi bir bakış görmek mümkünken bazılarında bilineni tekrarlayan çözümlere meyledilmesi, biraz hayal kırıklığı yaratır nitelikte. Belki de partilerin komisyonlar oluşturarak daha derin düşünme zamanı gelmiştir. Geçen yazıda, güçlendirilmiş parlamenter sistem metninde yargıyla ilgili bulunan düzenlemeleri ele almaya başlamıştım. Bunun için hem girişte yargıya dair söylenen birkaç hususu hem de “bağımsız ve tarafsız yargı” başlığı altında dile gelen alt başlık ve konuları aktarmıştım. Şimdi kaldığım yerden, diğer alt başlıklarla devam edeceğim. Daha önce iki ayrı kurula ayrıldığını söylediğim Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu’na ilişkin düzenlemeler ayrı bir alt başlığa ayrılmış. İki kurulun üyelerinin yarısının yasama tarafından nitelikli çoğunlukla; diğer yarısının ise Yargıtay, Danıştay, Türkiye Barolar Birliği (TBB), adli ve idari yargı birinci sınıf hakim ve savcıları tarafından, kısaca kıdemli yargı mensupları arasından, doğrudan seçileceği düzenlenmiş. Bu düzenlemeler güçlendirilmiş parlamenter sistem adıyla uyumlu şekilde, seçim yetkisini yarı oranda yürütmeden yasamaya aktarırken diğer yarısını da yargının kıdemli mensuplarına yetki vererek adeta bir dengeye koymak istemiş. Bu kurullarca verilecek disiplin kararlarının yargı denetimine açılması da olumlu bir yenilik. AVUKATLAR, BAROLAR, VATANDAŞLAR Bir sonraki alt başlıksa Barolar ve TBB. Hükümetin son dönemde sesini kısmak için bayağı uğraştığı meslek kuruluşlarından birisi barolar olduğundan, önerilen bazı düzenlemelerin bunları geri çevirme amacı taşıması anlaşılır. Örneğin, TBB’nin seçim usulleriyle oynanması ve hükümet denetiminde yeni baro teşkili gibi tepki çeken uygulamalara son verilmesinin planlanması olumlu. Aynı zamanda, avukatlık mesleğinin yargılama sürecinin temel unsurlarından biri olarak adalete erişim, temel hak ve hürriyetlerin korunması ve hukuk düzeninin tesisi bakımından önemli görüldüğü ifade edilerek, mesleğin bağımsızlığının sağlanacağı ve avukatlık mesleğinin anayasal güvenceye kavuşturulacağı ifade edilmiş.
Avukatlıkla ilgili düzenlemeler 70’ten kalma. Bu metin, meslekteki gelişmeleri yansıtmadığı gibi, yıllardır biriken sorunları çözmeye dönük bir şey içermiyor.
Her ne kadar avukatlıkla ilgili dile gelen bu hususlar önemli olsa da, son 25 senede mensup sayısı çok artmış bir meslekte, vatandaşların avukata erişimi hala çok düşük[1].Hatta giderek gençlerle dolu bir meslek var karşımızda, avukatlar ceza yargılaması dışında hukuka uyum, sözleşme yazımı ve sürekli gelişen yeni alanlarda giderek daha çok görev yapıyor. Dünyanın bir çok yerinde avukatlık şirketleri, ortaklıkları bulunuyor. Buna rağmen, Türkiye’de avukatlıkla ilgili düzenlemeler 1969-70’ten kalma. Bu metin, meslekteki bu gelişmeleri yansıtmadığı gibi, mesleğin yıllardır biriken sorunlarını ve hatta rekabet ve kalitesizliğin yarattığı sorunları çözmeye dönük bir şey içermiyor. Adeta ilk yazıda değindiğim “hukuk fakültesi sayısı azalır ve daha az avukat olursa bunlar kendiliğinden çözülür” yaklaşımı var metinde. Bugün vatandaşların hak kaybına uğramasına neden olan birçok avukat olduğu gibi, metinde avukatlık mesleğinin savunmaya dolayısıyla ceza hukukuna sıkıştırılmış olduğu açık. Dahası, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine giden anayasa değişikliğinin hangi koşullarda yapıldığından bahsedilirken, değişikliklerin toplumun geniş kesimleriyle müzakere edilmemiş olduğu ve bu kesimlerin içinde baroların da yer almasının gerektiği ifade ediliyor. Anayasa hukuku konusunda yetkin birçok hukukçusu olan bir ülkede, bunun nedeni tam anlaşılmıyor. Tüm bunlar düşünüldüğünde, kötü bir dönem geçiren devlet-baro ilişkisinin düzeltilmesi kaygısı oldukça anlaşılır olsa da, bunun mesleği devlete en yakın olduğu ceza hukukuna sıkıştırarak değil, toplumla bağını güçlendirerek ve konuya daha bütüncül yaklaşarak olması gerektiği ortada.
AYM’ye Cumhurbaşkanı tarafından siyasi saiklerle atama yapılmasının mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedelediği ifade ediliyor.
Anayasa Mahkemesi de ayrı bir alt başlıkta ele alınan kurumlardan. Mahkemeye Cumhurbaşkanı tarafından siyasi saiklerle atama yapılmasının mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedelediği ifade ediliyor. Bunun yerine üye seçimi bakımından yasama, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, TBB ve Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenecek adaylar içerisinden üçte iki nitelikli çoğunlukla yapılacak bir seçim öngörülüyor. Artan iş yükü karşısında çalışma usulü iyileştirilerek, bölüm ve üye sayısı arttırılması; temel hak ve hürriyetlerin daha güçlü şekilde korunabilmesi için bireysel başvurunun kapsamı, konu ve başvurulabilecek haklar bakımından genişletilmesi gibi kısmen olumlu düzenlemeler var. Ama hakim sayılarını artırmak, mahkemeyi bir başka Yargıtay veya Danıştay’a çevirmek riski yaratabilir. Unutulmamalı ki, vatandaşların günlük hayatını ilgilendiren temel meselelerin çok azı AYM’ye gidiyor. Günlük dosya yükünü çeken ve karara bağlayanlar yerel mahkemeler. Metinde buna dair bir şeyler düşünülmüş olmadığı gibi, Türkiye’nin ihtiyacı, mahkemeler sistemine daha çok dava sokmayı değil, toplumun ihtilaflarını kendi kendine çözme kapasitesini artırmak ve tüm dünyada yayılan alternatif yolları daha çok kullanmak olmalı. Danıştay ve Yargıtay; Yüksek Seçim Kurulu ve son olarak Sayıştay da yargı başlığında yer alan son üç alt başlık kurumlarından. Danıştay ve Yargıtay’ın seçimlerine dair yeni düzenlemeler getirilmiş; Yüksek Seçim Kurulu tahminen son yerel seçimdeki kararı nedeniyle yüksek mahkeme olarak düzenlenmiş. Keza Sayıştay’ın  bir yüksek mahkeme olarak düzenlenmesi, kuruluş ve işleyişine ilişkin esasların anayasal güvenceye kavuşturulması; üyelerinin seçimi; yapacağı denetimin kapsamı, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını içerecek şekilde genişletilmesi gibi yaşanan yolsuzluk ve hesap vermeden uzaklaşmaya tepkisel nitelikte düzenlemeler getirilmek isteniyor. ÖZET Özetlemek gerekirse, metne daha çok cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde yanlış gittiği düşünülen bir takım yapısal sorunların, mevzuatta değişiklik ile çözüleceği gibi bir anlayışın hakim olduğu görülüyor. Yargıda tarafsızlık ve bağımsızlık ele alınırken, hesap verebilirlik, etkinlik, hız, verimlilik henüz gündemde olmadığı gibi yargının ülkedeki toplumsal meselelerden sadece ikisinde bir şeyler yapmasının beklendiği anlaşılıyor. Ancak ikisine dair yaklaşım çok farklı. Bunlardan ilki, kadına şiddet. Bu konuda beklenen ulusal mevzuat hükümlerinin etkili şekilde uygulaması; failler için caydırıcı cezalar öngörülmesi-sanki yokmuş gibi; cezaların seçenek yaptırımlara çevrilmesinin engellenerek infazının derhal uygulanması gibi kanuni düzenleme gerektirmeyenler. Bir başka deyişle, ortada kanunlar olmasına rağmen yargının bunları niye uygulamadığına kafa yorulmamış. Yargıdan rol oynaması beklenen ikinci önemli konu yolsuzluk. Yolsuzlukla etkin mücadele edilebilmesi için yargının ve diğer kurumların denetiminin artırılacağı öngörülmüş. Ancak konu burada bırakılmamış, bu konuda toplumsal farkındalık ve duyarlılığın arttırılacağından, yolsuzlukla mücadeleye yönelik mevzuatın, Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun tavsiye kararlarıyla uyumlu hale getirileceğinden de bahsedilmiş. Bir başka deyişle, yolsuzluk konusunda toplumsal farkındalığın artırılacağından, toplumun rolünden bahsedilirken, kadına karşı şiddet konusunda böyle bir yaklaşım benimsenmediği açık. Adeta kadına şiddet yine yargıya havale edilirken, yolsuzluk konusunda toplumdan da destek aranıyor. Sonuç olarak, yargıya dair bu metnin nihai olmadığı, daha ileriki aşamalarda kapsamlı, gerçekçi, daha iyi çalışılmış bir metnin ortaya çıkacağı düşünülebilir. Ancak şimdiden bazı konularda yenilikçi bir bakış görmek mümkünken bazılarında görülmemesi, bilineni tekrarlayan, tepkisel nitelikte çözümlere meyledilmesi, biraz hayal kırıklığı yaratır nitelikte. Daha olumlu bakmak gerekirse, belki de partilerin bir uzman komisyonu oluşturarak bu konuları daha derin düşünmesinin zamanı gelmiştir. NOT: Bu yazının kaleme alınmasında bana destek olan meslektaşlarım Ulaş Karan ve Onur Bakıner’e çok teşekkür ederim. -- [1]2008 yılında Türkiye’nin şehirli nüfusu ile yaptığımız Adalet Gözet araştırması, bize vatandaşların bugüne dek sadece %18’inin avukat hizmetinden yararlandığını göstermişti. Araştırma bulguları daha sonra kitaplaştı. Bkz: S. Kalem (Der.), Adalet Gözet: Yargı Sistemi Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (2009).