Gözetim Kapitalizminde Güç Dengeleri
, gözetim ekonomisinin ana makinesi olan davranış tahmini algoritmalarına ve dolayısı ile bu pazara girdi sağlıyor. Bu cihazların sayısının ve kullanım oranımızın artması ile gözetim kapitalizmi ölçek ekonomisine ulaşmış durumda. Kar makineleri artık maksimum verimlilikte çalışıyor. Bilgi asimetrisi giderek artıyor. Bilginin en büyük güç kaynağı olduğu çağımızda da bu güç, sahibini iktidara taşıyor. Dolayısı ile bilgi asimetrisi de bir iktidar ve demokrasi sorunu haline geliyor.
Gelişen teknolojilerin de yardımıyla devletler tarafından sürekli olarak gözetim altında tutulmamız, özellikle kamu yararının söz konusu olduğu durumlarda son derece normal karşılanır hale geldi. Ancak işin içine şirketler ve piyasalar girdiğinde sorunun boyutu değişiyor. Sunduğumuz veriler aracılığıyla üretilen davranış tahminlerinin kimlerin yararına kullanılabileceğine dair teknoloji şirketlerine kısıtlama getiren bir yasal düzenleme yok. Gözetim kapitalistlerinden gizlilik kurallarını sıkılaştırmalarını talep etmek de, kendi iş modellerini sabote etmelerini istemek anlamına geliyor. Dolayısı ile bu talep bir de devletler tarafından gelince, hepten abesle iştigal bir hal alıyor.
İnternet ortamında ürettiğimiz her türlü veri, olası her yöntemle, çoğu zaman da biz farkında bile olmadan toplanıyor, işleniyor ve paylaşılıyor. Üstelik sadece teknoloji şirketleri tarafından da değil... Örneğin geçtiğimiz yıllarda Apple’ın Siri uygulaması tarafından kaydedilen konuşmaları üçüncü kişilerle paylaştığı ortaya çıktı. Bu skandalın ardından Apple, gizlilik politikasına aykırı davrandığı için kullanıcılarından “özür diledi.” Aynı durum Amazon Alexa ve Facebook Messenger için de karşımıza çıktı. Mazeret ise her zamanki gibi verilerin tüketici yararına kullanıldığı yönünde idi. Bu akıllı cihazların bizleri daha iyi anlayarak, komutları doğru ve hızlı bir biçimde yerine getirebilmesi için derin öğrenmeye, bunun için de algoritmayı besleyen daha çok veriye ihtiyacı vardı. Dolayısı ile kişisel verilerimizin toplanması ve işlenmesi günün sonunda bize daha iyi hizmet sunulabilmesine imkan sağlayacaktı. Bu, teknolojik açıdan geçerli olmakla beraber, pek çok suistimale de zemin hazırlayabilecek, tehlikeli bir argüman…
Yukarıda bahsi geçen ihlal durumları tespit edildiğinde, gelişmiş demokrasilerde yasa yapıcıların vatandaşlarını korumak ve taleplerine karşılık vermek üzere oluşturdukları yasalar devreye giriyor. Örneğin 2018’de yürürlüğe giren GDPR, kişisel verilerin korunmasına ilişkin bir önceki direktife kıyasla çok daha nitelikli ve bağlayıcı hükümler içeriyor. Bazı maddi yaptırımlar (200 Milyon Euro veya ilgili firmanın küresel gelirinin %4’ü gibi) çok büyük boyutlara ulaşabiliyor. Ayrıca verisi ihlal edilen kişiler için de tazminat davalarının önü açılıyor. Diğer ülkelerde de özellikle GDPR’dan alınan ilhamla bu konuda hamleler yapıldı. Amerika’da eyaletler bazında yürürlüğe koyulan tüketici gizlilik yasaları, İngiltere, Avustralya ve Kanada bazı örnekler arasında.
Cambridge Analytica skandalında gördüğümüz üzere tarihi rakamların gündeme geldiği yaptırımlar da söz konusu olabiliyor: ABD Federal Ticaret Komisyonu (FTC) Facebook’un bu skandal nedeniyle 5 milyar dolar ceza ödemesine karar vermişti. Bu tarihi ceza, Facebook için elbette büyük anlam ifade ediyordur. Ama tablonun diğer tarafını da görmek gerekiyor: Facebook bu cezayı aldığı 2019 yılının ilk çeyreğinde 15 milyar dolar gelir açıklamıştı. Daha da enteresan olan gelişme ise cezanın ardından Facebook’un ABD borsalarında işlem gören hisselerinin günü yüzde 1.8’lik artışla kapatması oldu! NASDAQ Endeksi’nde şirket hisseleri 11 Temmuz’da 201.2 $ iken, cezanın açıklandığı 12 Temmuz’da hisse fiyatı 204.9 $’a çıktı. Bu sayede Facebook’un piyasa değeri bir günde 10 milyar $ artışla, 584 milyar $’a yükseldi. Sonuç olarak verilen cezaya rağmen ibre şirketten yana dönmüş oldu. Günümüzde güç, para, bilgi ve bağlantılılık çerçevesinde şekilleniyor. Bu üç değişkeni ellerinde tutan dev küresel teknoloji şirketleri ise kimsenin nasıl başa çıkılacağını bilmediği güç odaklarına dönüşmüş durumdalar.
Tekrar kendi mikro evrenimize döndüğümüzde ise böyle bir ortamda bireylerin ne yapabileceği, nasıl bir kontrol ve güç iddiasında bulunabilecekleri sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz. Popüler Netflix yapımı Social Dilemma’da teknoloji şirketlerinin sırlarını deşifre eden eski şirket mensuplarının da ifade ettikleri gibi, olası tek bir cevap var: “Yalnızca kendinize güvenebilirsiniz; alınabilecek her türlü tedbiri alın ve sosyal medya hesaplarınızı kapatın.” Peki, bu aşamadan sonra çemberin dışında kalmayı seçmek mümkün mü? Arzu, kıskançlık, kıyas, güç istenci gibi var oluşumuzun karanlık tarafa meyilli ayaklarının üzerine inşa edilmiş bu mekanizmayı devre dışı bırakabilecek miyiz? Bağlantılılık üzerine inşa edilmiş bir sistemin içinde, bağlantıları koparmanın bedelini ödemeyi göze alabilecek miyiz? Gerçekten, hesapları kapatabilecek olanımız var mı?