Göz boyamaya yönelik yasa teklifleri

Abone Ol
Bu teklifte, iyi olan tek şey “Israrlı Takip”in ayrı bir suç olarak düzenlenecek olması. Fakat bu düzenleme de eksik. Çok daha detaylı ve etkin ele alınabilirdi. Elbette, fikrimiz alınsaydı. Geçtiğimiz günlerde TBMM’ne kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemeye ilişkin bir kanun teklifi geldi. Teklif, Adalet Komisyonu’nda görüşüldü ve Komisyon’dan geçti. Önümüzdeki günlerde Genel Kurul’a gelecek. Her şeyden önce şunu söylemek lazım; AKP iktidarı döneminde hiçbir yasa teklifi gereği gibi hazırlanmadı ve gereği gibi geçmedi Meclis’ten. Gerçek demokrasinin olduğu sistemlerde yasalar ilgili tüm aktörlerin fikri alınarak ve uzunca tartışılarak hazırlanır ve yürürlüğe girer. Türkiye’de son 20 yılda hiçbir teklif bu şekilde hazırlanmadı. Meclis, Anayasa değişikliğiyle işlevsizleştirildi. Anayasa değişikliğinin de nasıl bir muamma ile yapıldığı malum. Dolayısıyla, zaten gereği gibi hazırlanmayan bu teklifler tamamen sayısal çoğunluk üzerinden basit bir tartışmayla ve el kaldırıp indirme yöntemiyle yürürlüğe sokuluyor ne yazık ki. Bu şekilde, aşağı yukarı tüm yasalarla oynandı. Bilhassa rant sağlamaya yönelik bazı yasalarla defalarca kez oynandı. Milletin iradesi devre dışı bırakıldı, iktidar Meclis’te dilediğince at koşturmaya devam ediyor. Güya “Yargı Reformu” adı altında, içerikte bomboş ama dışarıdan halkın gözünü boyamaya yönelik girişimlerde bulunuldu. Kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik düzenlemeler de bu şekilde gerçekleştirildi. Kadınlar da sağlık çalışanları da öldürülmeye devam ediliyor. Şiddet azalacağına artıyor. Rakamlar manipüle ediliyor. Halkın ağzına bir parmak bal çalınıp, iktidarın kendi bekasının devamına yönelik yasalar aradan çaktırmadan geçiriliyor. Böyle bir düzende, AKP’nin sunduğu hiçbir yasa önerisinin tartışılmadan reddi gerektiği, demokratik muhalif kesimlerin sürekli konuştuğu önerilerden biri. AKP’nin göz boyamaya yönelik tekliflerinin altına imza atarak, iktidar zihniyetini meşrulaştırmak doğru bir seçenek gibi değil. Fakat, iktidarın allayıp pulladığı, “şöyle faydalı, böyle şahane öneriler getirdik, ama muhalefet reddetti” demesi de kuvvetle muhtemel. Bu son teklif de aynı şekilde. Yasa teklifi incelendiğinde, kadına yönelik şiddet eylemlerinin cezalarının artırılmasına ve iyi hal indiriminin sınırlandırılmasına odaklanılmış. Kadının insan hakları mücadelesini veren kişiler olarak yıllardır, şiddetin ancak şiddetin kaynağına indiğimiz sürece, yani şiddet üreten zihniyeti ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunulduğunda azalacağını/sonlanacağını söyledik durduk. Cezaların artırılmasının şiddeti önlemede çok ama çok küçük bir payının olduğunu sık sık vurguladık. Görülen o ki sesimiz halen duyulmuyor. Üstelik üzerine, şiddetin kökenine inen ve bu yönde çözümler üreten İstanbul Sözleşmesi’nde çekiliniyor veya nafakanın sınırlandırılması, istismar affı gibi şiddeti palazlandıran ve kazanılmış haklarımıza saldırı niteliğinde birçok teklif gündeme geliyor. Aile Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, kadına yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin hazırladıkları Strateji Belgesi’yle övünüp duruyor fakat Belge’yi incelediğinizde onun da aynı şekilde göz boyamaya yönelik, zihniyet dönüşümüne ilişkin çözüm üretmeyen bir belgeden ibaret olduğunu görüyorsunuz. Belge’de bazı eğitimlerden bahsediliyor. Eğitimlerin başlıklar şöyle; “Aile Sosyal Destek programı”, “Temel Aile bilinci Projesi”, “Huzurlu Aile, Güçlü Toplum, Güvenli Gelecek projesi dahilinde ‘Evliliğe İlk Adım’ Seminerleri”, “Aile İçi Şiddetin Önlenmesinde Dini Referanslar Eğitimi”, “Ailemde Merhamet İstiyorum Seminerleri”, Ailede Merhametin Sağlanması ve Aile Fertlerinin Şiddetten Korunması Farkındalık Yayınları” gibi “Kadın” kelimesinin katiyen zikredilmediği, her başlığın ayrı bir fiyasko olarak tartışılabileceği, “Merhamet” üzerine konumlandırılmış bir kısım eğitim fikirleri… Bunların hiçbiri olmasa emin olun daha iyi. Şunu sık sık dile getiriyoruz; şiddeti önlemede samimi olanlar Anayasa’nın ayrımcılık karşıtı 10. maddesine dayanarak da bunu başarabilir. Yıllardır bu konuda bu kadar çözüm üretilemediyse, şiddet sürekli arttıysa, “şüpheli ölümler”, “kayıp kadınlar/çocuklar” gibi yeni kavramlar türediyse, bu iktidarın bu konuya samimice çözüm bulmak istemeyişindendir. Tam da bu sebepten, şiddet politiktir, diyoruz. Örneğin bu teklifte, takdiri indirimin sınırlandırılması yerine, “fiil kadına ve çocuğa yönelik ise, en üst sınırdan ceza verilir” lafzı tercih edilse, toplumsal cinsiyet eşitliğine ve dolaysıyla şiddet üreten zihniyete vurgu yapılmış olacak. İstanbul Sözleşmesi’ne de uygun bir tutum ortaya konulmuş olacak. Gelin görün ki, iktidar zaten tam da bu vurgulara karşı. Oysa, gerçek çözüm buradan geçiyor. Yine, cezaları artırmak yerine, vaka vuku bulmadan önceki kısma, yani önleyici tedbirlere ve bu tedbirlerin etkin şekilde uygulanışına ağırlık verilse çok daha işlevsel olurdu. Sürekli 6284 Sayılı Yasa’nın uygulanışındaki sorunları dile getiriyoruz. Bunlarla ilgili hiçbir olumlu girişimde bulunulmadığı gibi, uygulama giderek kötüleşiyor. Koruma süreleri düşürüldü, çoğu koruma talebi reddediliyor, ispat aranıyor. Bu esnada kadınlar öldürülüyor. Teklifte, eziyet suçunun cezasının ağırlaştırılması öngörülmüş. Lakin, marifet bu suçun cezasının ağırlaşmasında değil, yine çok uzun süredir dile getirdiğimiz üzere, sistematik kadına yönelik şiddet söz konusu is failin eziyet suçu üzerinden yargılanıp cezalandırılmasının yargı pratiğine oturtulması. Uygulamadığın bir suçun cezasını ağırlaştırmanın kimseye bir faydası yok. Peki, biz niçin eziyet suçunun yargı pratiğine geçmesi gerektiği kanaatindeyiz? Sistematik şiddet söz konusu olduğunda -ki doktrine göre bir suçun sistematik sayılması için 2’den fazla işlenmesi yeterlidir- failler her zaman cezaevine girmiyor ve şiddet uygulamaya devam ediyorlar. Örneğin, sistematik psikolojik şiddet varsa fail tutuklanmıyor veya cezaevine girecek kadar ceza verilmiyor. Oysa, sistematik şiddet Yargıtay kararlarına göre “eziyet” suçunu oluşturur ve eziyet suçu tutuklama tedbiri öngörür. Eğer, bu uygulama yargı pratiğine girerse doğal olarak şiddetin azalmasına ciddi bir katkı sağlanmış olur. Ayrıca teklifte, yaralama fiilinin eşe/boşandığı eşe karşı işlenmesi ağırlaştırıcı sebep sayılmış. Evet, şiddet en çok eşe/boşandığı eşe yöneltiliyor, bu bir gerçek. Fakat burada yine aile vurgusu var. Şiddetin yöneltildiği kişi eş veya boşanılmış eş değilse, örneğin eski sevgiliyse, niçin ağırlaştırıcı sebep sayılmıyor. Sevgiliye şiddet uygulamak meşru mu? Maalesef, bu düzenlemenin yarattığı algı bu. Bu teklifte, iyi olan tek şey “Israrlı Takip”in ayrı bir suç olarak düzenlenecek olması. Fakat bu düzenleme de eksik. Çok daha detaylı ve etkin ele alınabilirdi. Elbette, fikrimiz alınsaydı. Tabii, biz yine bunları kendi kendimize yazıp söylüyoruz. Kim okuyor, kim dikkate alıyor bilinmez. Geçtiğimiz yıl TBMM’de Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma ve Önleme Komisyonu’na önerileri alınmak üzere STK’lar davet edilmişti. İlk part olarak bir kısım STK olarak gittik. Bizden önce Komisyon’dan CHP, HDP ve İYİP çekilmişti zaten. Gittiğimizde bizzat gördük ki, çekilmekte çok haklılar. Çünkü kimse bizi dinlemiyordu. Her söylediğimize AKP ve MHP vekillerinden biri muhakkak sert şekilde karşı çıkıyordu ve hatta suçlanıyorduk. Nitekim, bizden sonra geri kalan STK’lar da gitmedi. Biz yine de sözümüzü söylemiş olalım. Belki dikkate alan birileri olur.