Görgü devrimi

Abone Ol
Dindar mahallede görgü devriminin eksikliğinin sonucu, helâl zenginler için tüketme kültürünün değil de sürekli biriktirme alışkanlığının olması. Devlet kaynakları ile zengin olanlar için ise Rus oligarkları benzeri çok yönlü illegal tüketme kültürü etkin gözükmekte. Geçenlerde Medyascope TV’de Ruşen Çakır ile Türk Sağı; Mahalle, Kriz ve Kritik kitabı üzerine yaptığımız söyleşi oldukça ilgi çekmişti.  Sosyal medyada sıkça vurguladığım ancak pek gündeme gelemeyen “Görgü devrimi” kavramı nihayet bu söyleşi ile dikkatleri cezbedebildi. Uzunca süredir Cumhuriyet-Kemalist devrimlerin en pozitif etkisinin ülkemizde bir görgü devrimini başarabilmesi olduğunu yazıyordum. Bunun sonuçlarını köy enstitülerinde, askeri liseler, öğretmen okulları ve benzeri kurumların yetiştirdiği 1940 sonrası kuşakta fark edebiliyordunuz. Ben bunu anne ve babamda çok açık fark etmiş ve yaşamıştım. Osmanlı’da sarayda, aristokrasi ve eşrafta, protokol ve gelenek ağırlıklı tabi ki bir asalet ve görgü anlayışı mevcuttu. Bunda olabildiği kadarıyla Batı’ya açık olabilmenin de rolü büyüktü. Ancak Anadolu ve taşra, yokluk, göçler ve yıpratıcı savaşlar gibi nedenlerle kültürel kentli yaşama hep uzak kalmıştı. Son 15. Yüzyıl Karaman isyanından bu yana Anadolu’nun merkez ile politik rabıtasına mesafe konulmuştu. Cumhuriyet bürokrasisi de Osmanlı bürokrasisinden devir ile bu geleneği bir süre devam ettirdi. Cumhuriyetimizin bürokratik yönetimi genelde Balkan ve Kafkas kökenli elitlerindi. Bize göre deli, Ruslara göre de büyük olan Çar Petro ülkesinde büyük reformlara başlatmıştı. Bizdekilerden farkı olarak reformlarının teknik yüzünü de doldurmak için Hollanda’da bir tersanede de tebdili kıyafet çalıştığı da söylenir. Petro’nun bizim II. Mahmut ve Atatürk devrimlerine benzeyen bir yönü de kıyafet ve sakal kestirme yaptırımlarıdır. Bu işi doğu toplumları için başlatan muhtemelen kronolojik ilk liderdi. Bizde de Cumhuriyet reformlarının etkisiyle taşra Anadolu çocukları söz konusu kurumlarda leyli-yatılı okuyarak görgü devrimi ile dönüştürüldüler. Bir iddiaya göre de devşirildiler. Artık köyünden gelen 14 yaşında bir genç, 22 yaşında öğretmen veya subay olurken, masa düzenini, kadın erkek ilişkilerindeki nezaketi, yemek kültürünü, çevre bilincini veya mimari estetiği şekilden de olsa uygulayabiliyordu. Devletin ve kentin merkezi Kemalist modernleşmenin de merkezini oluşturuyordu. Sırf İstanbul değil, Erzurum ve Malatya gibi merkezlerde geleneği olan görgülü aileler modernleşmenin resmini oluşturuyorlardı.1940’lardan 1970’lere kadar bu merkezler çoğunlukla CHP bazen de AP tarafından temsil ediliyorlardı. Seküler ılımlı merkez sol ve sağ bunların güvenceleriydi. Cumhuriyet reformları öncelikle bir yönü ile gözükmese de güvenlik açısından geçmiş ile politik bir kopuş amacını da taşıyordu. Bunun ne kadar sağlıklı ve travmatik olduğunu bugünün izlerinden görebilmekteyiz. Yöneticilerimizin İnönü gibi az bir kısmı Anadolu’dan geliyorlardı. Zaten devrimlerin içerik ve uygulamalarına kısmi itirazlar da onun gibilerden gelebiliyordu. 200 yıllık Türk modernleşmesi bir güvenlik ve devlet modernleşmesiydi. Filozofu hiç olamadı. Bu açıdan da Anadolu taşra muhafazakarını bir türlü ikna edemedi ve gönüllü dönüştüremedi. 1990’larda artık kendini iyice belirgin eden Entelektüelsiz Anadolu taşra düşük şiddetli devrimi bugün artık merkezdeki-iktidardaki yerini aldı. Mahallenin, kültürel iktidar olamadık hayıflanmalarının arkasında görgü devriminden uzak kalmanın da rolü olmakta. Mahallenin en üst düzey siyasetçilerinden ve diğer bürokratlarına kadar özellikle dış ve iç protokol ilişkilerinde bu durum kendini sıkça göstermekte. Bu ise toplumsal kutuplaştırma ile ortak aidiyete ve kazanımlara zarar vermekte. Dindar mahallede görgü devriminin gerçekleşememesinin bir diğer sonucu da helâl zenginler için tüketme kültürünün değil de sürekli biriktirme alışkanlığının egemenliğini sürdürmesi. Devlet veya siyasetin kaynakları ile zengin olanlar için ise modern Arap zenginleri veya Rus oligarkları benzeri çok yönlü illegal tüketme kültürü etkin gözükmekte. Her iki durum da görgü devrimi sorunsalına kapı açmakta. Mahallede zenginlik artıkça görgüsüzlüğün çok daha dikkat çeker hale gelmesi trajikomik bir görünüm almakta. Halbuki bizdeki bu ters orantı, Rönesans ve Reform Avrupası, Endülüs İspanya’sında doğru orantı olarak işlemişti. Gördüğümüz yakın örnekler görgüsüzlüğün bir eğitim veya öğretim meselesi olmasından ziyade sınıfsal bir yetiştirilme sorunu da olduğunu göstermekte. Göçebelik veya modern gecekondular, yağma kültürü bu sınıfsal durumu içselleştirmekte. Görgüsüzlük dış dünya ile ilişkilerde bir sınır belirsizliği sorununu da getirmekte. Bu da ilgili kitleyi dinamikleştirmekte, aklını değil zekasını kullanmaya zorlamakta esnaflıkta ve politikada etkin kılmakta. Ama geleceğini belirsizleştirmekte. Mahalle fikrini ve entelektüel önderlerini aramakta. Kendine ait felsefi ve fikri derinliği olmayan, ideolojik katı aceleci bir modernleşmenin ürettiği görgü devrimi ise ötekini kapsayıcı ve dönüştürücü olamamakta. Gönül mahalledeki muhtemel esneklik ve dönüşüm talebi ile Kemalist gelenekteki ise görgü seviyesinin ülke için karşılıklı tamamlanmasını istemekte.