Gorbaçov birliğini korumak, daha özgürlükçü ve müreffeh bir ülke haline getirmek istediği Sovyetlerin dağılmasının yolunu açtı. Gerçi o işin asıl sorumlusu Rusya dışındaki cumhuriyetlerden kurtulmak isteyen Yeltsin’di.
Loading...
Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i Marx’ın en önemli eserlerinden sayılır. Tarihsel materyalizmi bir yöntem olarak somut bir olayı tahlil etme ve açıklamada en yetkin şekilde kullandığı yapıtıdır.
On Sekiz Brumaire’in açılış paragrafları Marx’ın tarih anlayışını yansıtır. Aynı zamanda tarihe nasıl bakılması, tarihin nasıl anlaşılması gerektiği hakkında onun önermelerini içerir. Tarihin akışında belirleyici olan koşullar ve yapısal unsurlar mıdır, yoksa bireyler mi? Herhangi bir dönemde bunlardan birisi daha fazla ön plana çıkar mı? Bunun değerlendirmesi neye göre yapılır?
Marx’ın bu sorulara verdiği cevap tarihe nasıl bakılması gerektiğiyle ilgili insana uçsuz bucaksız bir ufuk sunar bence: “
İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarla yaparlar.” (Tanıl Bora tercümesi, İletişim yayınları)
Bu şekilde bakıldığında ne tarihin sorgulanamaz şekilde herhangi bir yönde aktığından, insan iradesinin buna müdahil olamayacağından bahsetmek mümkündür, ne de bir kişinin hatta grubun tarihin akışını kendi başlarına belirleyebileceklerinden. Kimi zaman koşullar ağır basar kimi zaman şahsiyetler. Siyasi analiz de bu dengeyi çözmekle, aradaki girift ilişkileri çözmekle mükelleftir. Genelde denebilir ki olağan zamanlarda koşullar, daha sıra dışı durumlarda bireylerin etkisi daha belirleyicidir.
Bu girizgâh geçen gün 92 yaşında vefat eden Mihail Gorbaçov’u tarihsel yerine oturtmak için bana gerekli geldi. Eğer Gorbaçov gibi inanmış bir komünistin, Politbüroya kadar yükselmiş bir parti üyesinin CIA tarafından özel olarak Sovyetler Birliği’ni batırmak için görevlendirildiğini düşünmüyorsanız, Sovyet sisteminin Batılı kapitalist demokratik sistemlerden üstünlüğünü kanıtlamaya yönelik bir çabanın sonunda o sistemi ve içinde vücut bulduğu devletin sonunu nasıl getirdiğini anlamaya çalışmanız gerekir. Bunu anlayabilmek için de 20. yüzyılın sonlarına varırken, Sovyet sisteminin zaafları, toplumların talepleri, sistemdeki kilit konumlarda bulunanların itiraz ve engellemelerini yapacağınız değerlendirme içinde mutlaka hesaba katmanız gerekir. Sonuçta Gorbaçov iradi olarak ne murat ettiyse etti ancak “geçmişten devreden verili koşullara” yenildi. Belki bir başkası süreci daha iyi yönetebilirdi ama reforma başladıktan sonra sonuç muhtemelen değişmezdi.
1985 yılında, 54 yaşında Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olduğunda Mihail Gorbaçov, Sovyet sistemi içindeki reform yanlılarının bir temsilcisiydi. Eski KGB başkanı Yuri Andropov’un gözdesi olarak Politbüroya girmişti. Üç yaşlı liderin ardından nihayet başa geçtiğinde ülke, Afganistan bataklığına saplanmış, ABD’de Reagan yönetiminin Soğuk Savaşı kızıştıran sertlik politikalarına maruz kalarak silahlanma yarışına zorlanmış, teknolojik yarışta geri kalmış, toplumsal taleplere cevap veremeyen, ekonomik atılım yapamayan bir haldeydi.
Gorbaçov SSCB’nin hantal görüntüsünü değiştiren bir liderdi. Ancak Sovyetlerden dünyaya barış havası yayılırken reformlar, partiden gelen direnişin de etkisiyle başarısız kalıyor, milliyetçi hareketler ön plana çıkıyordu.
Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin hantal görüntüsünü değiştiren bir liderdi. Yaklaşımıyla, tarzıyla, söyledikleriyle, o sıralarda patlayan iletişim devriminden de yararlanarak yalnızca kendi toplumuna değil hatta öncelikli olarak dünyaya mesajlar veriyordu. Sovyetler Birliği’nin onun şahsında değişen çehresi Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ın bitmesinin en önemli mimarı sayılmasının da gerekçesiydi. ABD başkanı Reagan ile kurmayı başardığı güven ilişkisi sayesinde her iki tarafın şahinlerinin, güvenlikçi politikalarda çıkarları olanların ciddi itirazlarına rağmen çok önemli silah kontrolü ve silahsızlanma anlaşmaları imzalanabildi.
Dışarıda Sovyetlerin imajı değişip, dünyaya bir barış havası yayılırken içeride ekonomik reformlar, partiden gelen direnişin de etkisiyle başarısız kalıyor, ifade özgürlüğünün alanının genişlemesiyle on yıllardır baskı altında kalmış milliyetçi arayışlar, hareketler ön plana çıkmaya başlıyordu. Buna ek olarak Stalin tarafından Sovyet sisteminin uzantısı halinde yapılandırılan Varşova Paktı ülkelerinde de Sovyetler’deki değişimin etkisiyle, meşruiyetleri zayıflamış rejimler giderek sallanıyordu.
İşleri biraz daha ağırdan alarak ilerlese sonuç farklı olur muydu bilemeyeceğiz. Gorbaçov bence trajik bir figürdü ve 20. yüzyılın en önemli liderlerinden birisiydi.
Gorbaçov’un verdiği en önemli stratejik karar Sovyetler açısından dış stratejik çemberi oluşturan, ya da dış imparatorluk diye tanımlanabilecek Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki özgürlükçü hareketlere müdahale etmemekti. Bu şekilde 1989 yılının ikinci yarısında bu rejimler birbiri ardı sıra, arkalarında Sovyet desteği de kalmadığı için baskıcı yöntemlere de rahatlıkla başvuramadıklarından devrildiler. İçeride ise Baltık ülkeleri ve Kafkaslarda başlayan bağımsızlık hareketlerine karşı şiddete başvurmamayı tercih ederek, birliğini korumak ve daha özgürlükçü ve müreffeh bir ülke haline getirmek istediği Sovyetlerin dağılmasının yolunu açtı. Gerçi o işin asıl sorumlusu Rusya dışındaki cumhuriyetlerden kurtulmak isteyen Boris Yeltsin’di.
Soğuk Savaş’ın bitmesinde de Sovyetlerin göreli olarak kansız bir şekilde dağılmasında da Gorbaçov başat oyuncuydu ancak devraldığı koşullar nedeniyle hedeflediğinden çok farklı bir noktada siyasi kariyerini bitirdi. Kendi döneminin Sovyet liderlerinden farklı olarak çalmadı. Çok eleştirilen reklam filmlerini de vakfına kaynak sağlamak için çekmişti. Nobel ödülünün parasını da Rusya’nın en cesur ve özgür gazetesinin kurulması için kullanmıştı.
Farklı bir yaklaşım benimsese, işleri biraz daha ağırdan alarak ilerlese, başka bir ekiple çalışsa sonuç farklı olur muydu bilemeyeceğiz. Gorbaçov bence trajik bir figürdü ve 20. yüzyılın en önemli liderlerinden de birisiydi.