Girişe sermaye kontrolü Türkiye için bir çözüm mü?
Sermaye çıkışlarına kontrol getirmek güven sorunu yaratabilir ve ithalatın finansmanında borçların çevrilmesi zorlaştırabilir. Bu noktada Türkiye için yabancı sermaye girişine kontrol getirilmesi fikrinin daha doğru bir seçenek olduğunu savunuyorum.
Küresel ekonominin ve Türkiye ekonomisinin Covid-19 salgın bakkrizi ile karşı karşıya geldiği 2020 yılının başında aralarında benim de olduğum bir grup bağımsız araştırmacı salgın krizine karşı politika önerilerimizi sıralayan bir bildiri yayınlamıştık. Salgın krizine karşı gelir yaratıcı ve borçları tasfiye edici maliye politikalarını ön plana aldığımız bu bildiride olası kur ataklarına karşı sermaye kontrolünü de bir araç olarak önermiştik.
Bu önerilerimizi sosyal medya ortamında da tartışmaya açmıştım. Elbette pek çok itiraz geldi. Bu itirazlar Türkiye’nin 2018 kur krizi sonrası Londra para piyasasına yönelik engelleyici hamleleri ve yurt içinde döviz alım satımına getirilen vergiler sermaye kontrolü olarak nitelendirilmiş olmasından kaynaklıydı. Ancak bence, o dönemde yapılan politika hataları sermaye kontrolünün yanlış bir araç olduğuna kanıtı olamazlar.
TÜRKİYE İÇİN MORATORYUM SEÇENEĞİ MASADADIR
Salgın krizinin zirve yaptığı döneminde ünlü ekonomist P. Krugman Türkiye özelinde dış borçların ötelenebileceğini ve hatta Türkiye gibi ülkelerin borçlarını ödemeyeceklerini ilan edebileceklerini söylemişti. Tıpkı geçmişte Arjantin ve Rusya’nın yaptığı gibi bir moratoryum veya Yunanistan tarafından uygulanan ‘borçların bir kısmından vazgeçilmesi’ (hair cut) gibi seçenekler masada durmaya devam etmektedir.
Ancak bu günlerde Batı cephesinden ilginç sesler gelmeye başladı. Örneğin IIF ekonomisti Robin Brooks (Namı-ı diğer 9.5 Robin) sosyal medya hesabından sıcak paranın ne önemi var, kur arttıkça ihracatınız artıyor gibisinden açıklamalar yapmaya başladı. Robin tarafından dile getirilen ve anlaşıldığı kadarıyla politika yapıcılar tarafından da benimsenen bu söylemle yani ülke para biriminin değerini düşürerek ve/veya ücretleri baskılayarak ihracatı artırmak mümkün olsa da bu uygulama yabancılara yönelik bir refah/kaynak aktarımıdır ve ülke ekonomisi üzerinde uzun vade etkisi yoksullaştırıcıdır. Kaldı ki yüksek-kur enflasyon sarmalında, yüksek dolarizasyon eğilimindeki bir ülke için kısa dönem de bile sürdürülebilir politika değildir.
Batı cephesinden gelen bir diğer farklı ses ise Kavaljit Singh tarafından kaleme alınan brifing belgesi notlarında kaleme alındı. Yazıya göre artan küresel enflasyon endişelerine bağlı olarak Fed başta olmak üzere büyük merkez bankalarının başlatacağı sıkı para politikası döngüsünün başlaması, aralarında Türkiye’nin de aralarında olduğu 15 kırılgan ekonomiye yönelik ani duruş dalgasının başlamasına neden olabilecektir.
Brezilya, Rusya, Meksika, Şili ve Macaristan merkez bankalarının son aylarda politika faizlerini artırmaları sadece des-enflasyon politika amacına yönelik olmayıp aynı zamanda ülke para birimi cinsinden varlıklara olan talepten kaçışı ya da yabancı sermaye çıkışını engellemek içindir. Küresel parasal hiyerarşi kapsamında neden böyle yapılması gerektiğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim.
SON TECRÜBELER DE ‘SERMAYE KONTROLÜ’ DİYOR
Kavaljit Singh küresel faiz artışı döngüsü karşısında kırılgan ülkelere diğer bir politika önerisi olarak sermaye kontrolünü önermektedir. Yazar kırılgan ekonomilerin yabancılara döviz cinsinden satılan devlet tahvili gibi enstrümanların ve/veya borca dayalı olarak artan MB rezervlerinin ani duruş karşısında çözüm olmayacağını, hatta spekülatif atağı artırabileceği uyarısında bulunmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin 2018 ve 2020 kur atağı tecrübeleri de yazarı desteklemektedir diyebilirim. Bu bağlamda Singh kırılgan ekonomileri için sermaye kontrolü önerisini şu biçimde ifade etmektedir;
“Kırılgan ekonomilerin politika yapıcıları, ABD ve diğer gelişmiş ekonomilerde fiili daralma süreci başlamadan önce erken ve kararlı bir şekilde hareket etmelidir. Yakın ve orta vadede, iç büyüme kaynakları üzerindeki etkisini en aza indirecek ve ekonomilerini değişken sermaye akışlarından izole edecek politika önlemleri alabilirler. Bu politikalar makro ihtiyati araçlar, sermaye kontrolleri ve para birimine dayalı önlemler şeklinde olabilir. Bu önlemlerin doğru şekilde hedeflenmesi, finansal kırılganlıkların azaltılmasında hayati bir rol oynayabilir. Girişler üzerindeki kontroller, bağımsız bir para politikası yürütmek için daha fazla hareket alanı sağlamanın yanı sıra, finansal kırılganlığı azaltmak için sermaye girişlerinin kompozisyonunu daha uzun vadelere doğru değiştirebilir” .
Görüldüğü gibi Singh, yabancı sermaye çıkışlarına değil sermaye girişine kontrol önermektedir. Zira sermaye çıkışlarına getirilecek kontroller büyük bir güven sorunu yaratabilir ve ithalatın finansmanın da borçların çevrilmesinde zorlukları artırabilir. Bu koşullar altında sermaye çıkışına uygulanacak sermaye kontrolü ödemeler dengesi krizine de neden olabilir.
ANCAK SERMAYE KONTROLÜ DE YETMEZ, ÇÜNKÜ…
Bu noktada Türkiye için yabancı sermaye girişine kontrol getirilmesi fikrinin daha doğru bir seçenek olduğunu savunuyorum. Türkiye 1989 yılında kontrolsüz sermaye girişine izin vererek önemli bir hata yapmıştır. Kontrolsüz sermaye girişlerinin 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin makro-finansal kırılganlığını arttırdığı ve kur ataklarına karşı savunmasız bıraktığını söylemek mümkündür.
Ancak sermaye girişine kontrol getirilmesi tek başına çözüm olmayıp büyüme modelinin değiştirilmesi, İnşaata dayalı tüketim ekonomisi modelinin terk edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda gelir, istihdam ve yatırıma yönelik genişleyici maliye politikalarına ve merkez bankasının görev tanımında değişikliğe ihtiyaç vardır. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi ihracata konu mal kompozisyonu cari fazla sağlayacak biçimde dönüştürülmelidir. İlaveten sermaye kontrolü kapsamında bankacılık sektörü için ponzi riski oluşturan dövize endeksli TL hesapların aşamalı olarak kaldırılması gerekmektedir. Esen kalın.
Yazımda görüşlerine yer verdiğim ilgili makale için link aşağıdadır:
https://www.madhyam.org.in/why-emerging-markets-must-remain-wary-of-a-taper-tantrum-2-0/