Gidenler ve gelenler

Abone Ol
İnsanlar neden gidiyor? Savaş mı? Deprem mi? Pahalılık mı? İşsizlik mi? Bunların hiçbirisi geçerli nedenler değil. Gitmelerinin tek bir nedeni var: Umutsuzluk. İktidardan ve muhalefetten bulamadıkları bir dayanak. Türkiye'den yurt dışına göç eden kişi sayısı 2022 yılında bir önceki yıla göre %62,3 artarak 466 bin 914 oldu. Göç eden nüfusun %55,7'sini erkekler, %44,3'ünü ise kadınlar oluşturdu. Türkiye'den yurt dışına giden nüfusun 139 bin 531'ini Türk vatandaşları, 327 bin 383'ünü ise yabancı uyruklular oluşturdu. Türkiye'ye 2022 yılında göç edenlerin yaş grubu incelendiğinde, en fazla göç edenlerin %12,2 ile 25-29 yaş grubunda olduğu görüldü. “İmkânınız olsa Türkiye'de mi yaşamak istersiniz yoksa başka bir ülkede mi?” sorusuna, gençlerin yüzde 73’ü “yurt dışı” olarak cevap veriyor. Giden gençlerimizin yerini kimlerin doldurduğu ise ortada. İnsanlar neden gidiyor? Savaş mı? Deprem mi? Pahalılık mı? İşsizlik mi? Bunların hiçbirisi geçerli nedenler değil. Gitmelerinin tek bir nedeni var: Umutsuzluk. İktidardan ve muhalefetten bulamadıkları bir dayanak. Gidenler, ülkelerinin düzelmeyeceğini, kabalığın, vandallığın, kalitesizliğin, eğitimsizliğin artacağını ve desteklendiğini düşünüyor. Ülkemize getirilen ve bir planın parçası olan yaklaşık 17 milyon vasıfsız insanın sıkıntısı yanında ülkeyi terk eden yetişmiş insanların yarattığı ve yaratacağı sıkıntılar da var. Göç ve göçmen sorunu yeni bir dorun değil. Yıllardır artarak devam eden ve çözümü çok zor olan bir konu. 2020'de 280,6 milyon küresel göçmen vardı ki bu, dünyadaki 7,8 milyar insanın yaklaşık yüzde 4'ünü temsil ediyor. Bunu bir perspektifle ifade etmek gerekirse, göçmenler kendi ülkelerini kurmuş olsalardı, 2020'de Çin, Hindistan ve Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra (ve Endonezya'nın hemen önünde) dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi olacaktı. Ama şu gerçeği çok iyi anlamak gerekiyor. Ülkemize sokulan 17 milyon kişi bir nedenden dolayı canlarını kurtarmak için vatanlarını terk eden insanlar değil, ABD ve İngiltere’nin ele geçirmeye ve hükmetmeye çalıştığı yerlerde kullandığı kişilere verdikleri sözlerden dolayı ülkemize doldurulanlar. ABD, bunu Vietnam’da da yaptı ve o yıllarda kullandığı kişileri (bir kısmını) kendi ülkesine aldı. Ancak, Afganistan ve Suriye ve Irak farklı bir durumdu. Orada kullandığı kişileri -işi bittikten sonra- kendi ülkesine alacak kadar akılsız olacak hâlleri yoktu. Ne yaptılar? Bize gönderdiler. Biz neden kabul ettik? Cevabı malum. Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın en büyük göçmen destinasyonu olduğunu da bilmek gerekiyor. Ülke, küresel nüfusun yüzde 5'ini oluşturuyor ancak tüm göçmenlerin yüzde 18'ini kendine çekiyor. Farklı bir ifadeyle, Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel göçmen sayısı (2020 itibarıyla 50,6 milyondan fazla), dört ülkenin (Almanya, Suudi Arabistan, Rusya ve Birleşik Krallık) toplamından (50,2 milyon) daha fazladır. ABD, bu kadar göçmen alıyor da Suriyeli, Afgan, Pakistanlıları neden bize yönlendiriyor? Cevabı malum sorular. Medyada gösterildiği biçimiyle felaket gösterileri, birikmiş ahlaki duygu yükünü boşaltmanın yanı sıra başka bir biçimde daha kullanılır.
Aç ve yoksulun yiyeceğin bol olduğu yere gitme hakkını suçluluk duymadan elinden almak çok zor; göç etmeye karar vermelerinin, kendileri açısından mantıksız olduğunu kanıtlayan inandırıcı rasyonel argümanlar araya atmak ise hemen hemen imkânsız.
Bunların uzun dönemdeki etkisi, “dünyanın gelişmiş parçasının kendi etrafını bir sorumsuzluk kuşağıyla çevirmesi, küresel bir Berlin Duvarı dikmesidir; dışarıdan gelen enformasyon, savaş, cinayet, uyuşturucu, talan, bulaşıcı hastalıklar, göç ve açlık, yani kendilerini tehdit eden şeylerin dışarıda kalmasıdır.” Sadece arada bir, ama her zaman kısık bir sesle, iç savaş ve katliamlarda kullanılan öldürücü silahlardan bahsedildiğini duyarız, ama asla iç savaş ve katliam görüntüleri eşliğinde değil. Olmaz ya, hadi oldu diyelim, bize bildiğimiz ama kulaklarımızı tıkamayı tercih ettiğimiz şeyler hatırlatılır: Uzak yurtları ölüm tarlalarına dönüştürmekte kullanılan bütün o silahlar, sipariş listeleri titizlikle saklanan, verimlilikleriyle ve küresel rekabet güçleriyle gurur duyulan, gözleri gibi korudukları refahlarının can damarı olan kendi fabrikalarında üretilmektedir. Yapay bir kendine yönelik vahşet imgesi, -bir “tehlikeli sokaklar” daha da genelinde “girilmez yerler” imgesi; etik kurallarının işlemediği ve kurtuluşun imkânsız olduğu bir haydut yatağı, yabancı, insanlıktan nasibini almamış, abartılı bir dünya tablosu- halkın bilincinde yer eder. Bu dünyayı kendi vahşetinin en kötü sonuçlarından kurtarma çabalarının etkileri, sadece gelip geçici olabilir ve uzun vadede başarısızlığa mahkumdur; atılan tüm yardım halatları kolaylıkla dolaşıp boğazları sıkan düğümler hâline gelebilir. “Uzak yurtların sakinleri”nin cinayet, salgın hastalık ve vahşetle ilişkilendirilmesinin oynadığı önemli bir rol daha vardır: Canavarlıklarını düşünüp, onları oldukları şey, yani uzak yurtların sakinleri yaptığı için Tanrı’ya şükreder, öyle de kalsınlar diye dua ederiz. Aç olanın, yiyeceğin bol olduğu yere gitme arzusu rasyonel insandan beklenen doğal bir şeydir; bu insanların arzuları yönünde hareket etmelerine izin vermek de öyle… İnkâr edilemez rasyonelliği ve etik doğruluğu yüzündendir ki rasyonel ve etik değerlere sahip çıkan dünya, aç ve yoksulların kitleler halinde göç ihtimalleri karşısında parmağını oynatmadan çaresiz bekler. Aç ve yoksulun yiyeceğin bol olduğu yere gitme hakkını suçluluk duymadan elinden almak çok zor; göç etmeye karar vermelerinin, kendileri açısından mantıksız olduğunu kanıtlayan inandırıcı rasyonel argümanlar araya atmak ise hemen hemen imkânsız. Hareket özgürlüğü hakkından, küreselleşen dünyanın en büyük başarısı ve artan refahının teminatı olarak övgüyle söz edenler, aynı hareket özgürlüğü hakkını başkalarından esirgemek ihtiyacı duymaktadırlar. Bizdeki duruma gelince; ülkemize doldurulan 17 milyonun “aç olmakla, ölümden kaçmakla” zerre ilgisi yoktur. Ne ile ilgisi vardır? İktidarı ve muhalefeti bir odaya toplayıp soralım; ne ile ilgisi vardır?