Her ne kadar zor olsa da daha demokratik bir Türkiye’nin inşası için örnek alacağımız temel değerleri toplumsal bağlamından özgürleştirerek yeni bir “tabula rasa” yaratmamız gerekiyor. Türkiye’deki demokrasi kavramının yozlaşması hakkında üç bölümlük yazı serisinin ilk bölümünde Türkiye’de demokratik gerileme sürecini ve demokrasi kavramının kendisinin bu gerilemeyi desteklemek için iktidar tarafından nasıl araçsallaştırıldığını incelemiştim. İkinci bölümde ise bugünün Türkiye’sinde demokrasinin taşıdığı farklı anlamları ve iktidarın demokrasi anlayışını inceledim. Çarpık bir gerçeklik üzerinden kurgulanmış bu demokrasi anlayışını açıklığa kavuşturduktan sonra, bu yazı serisinin son bölümü olan bu üçüncü bölümde demokrasi kavramını Türkiye’nin çarpık gerçeklik algısından kurtararak evrensel anlamı üzerinden konuşmanın gerekliliğini ve önemini konuşacağım. Demokrasi tartışmalarımızda Türkiye’deki güncel toplumsal anlamlarından kurtarılmış bir demokrasi kavramı üzerinden ilerlemediğimiz sürece, daha demokratik bir Türkiye kurgulamak için ihtiyacımız olan siyasal ufku kazanamayız. DEMOKRASİYE FERAH BİR BAKIŞ AÇISI Yazının son kısmında artık toplumsal anlamından arındırılmış bir demokrasiyi konuşabiliriz. Demokrasi nedir diye sorduğumuzda birçok kişinin en basit şekilde verebileceği cevaplar “halkın kendi kendini yönettiği sistemdir” veya “halkın iradesine dayalı yönetim sistemidir” gibi olabilir. Bu cevaplar üzerinden yürüsek bile bugün Türkiye’de demokratik bir sistemin var olmadığını söylemek mümkün. Eğer mesele halkın iradesiyse, Türkiye’de halk 84 milyon insandan oluşuyor. Eğer bu iradenin tecelli etmesinin ana metotu temsil yöntemiyse halkın farklı kesimlerini temsil eden her siyasal parti bir diğeri kadar halktandır. Hiçbir fikir veya kesim diğerinden daha meşru veya “asli” değildir. Bundan öte halkın iradesinin tecelli etmesinin tek yolu temsil de değildir. Demokratik bir rejimde halkın direkt olarak sesini özgürce duyurabilme hakkına sahip olması gerekir. Kendi iradesini ortaya koymanın bir parçası da budur. Demokrasinin daha resmi tanımlarına gelecek olursak belki de en basit prosedürel tanımlarından birini Schumpeter (1942) sunar: Demokrasi insanların vatandaşların oyları için rekabete girdiği kurumsal bir düzendir. Bu belki de demokrasinin en basit ve değerlerinden arındırılmış tanımıdır. Ne halkın iradesinden bahseder ne de sonuçlardan. Sadece basit bir prosedür ortaya koyar. Schumpeter için mesele basittir, yönetimin başına geçmek için serbest seçimlerin yapıldığı ve vatandaşların hür iradeleriyle istediği oyu kullanabildiği bir sistem. Bu tanım ne kadar minimalist olursa olsun, yine de birçok şartın arka planda mevcut olmasını gerektirir. Bundan dolayı da bu tanıma göre bile Türkiye’ye demokratik denilemez. Seçimlerin serbest olabilmesi için tüm seçime katılanların seslerini özgürce duyurabilmeleri, baskılanmamaları ve kampanya yürütebilmeleri gerekir. Medyaya, muhalefete ve ifade özgürlüğüne karşı baskının yüksek olduğu Türkiye bu şartları karşılayamaz. Schumpeter’in bu tanımı bile basitliğinden dolayı eleştirilir, yetersiz bulunur. Tabii ki de çok karmaşık tanımlar kavramları bulanıklaştırır ancak birkaç maddede özetlenebilecek elle tutulur bir tanım için başka örneklere bakılabilir. Resmi demokrasi tanımları arasında belki de en çok kullanılanlardan biri Dahl’ın geliştirdiği ve Schmitter ve Karl’ın (1991) tamamladığı demokrasi tanımıdır. Dahl demokrasi tanımını Poliarşi olarak adlandırdığı, demokrasinin pratiğe döküldüğü bir kavramsallaştırma üzerinden yaptı. Schmitter ve Karl ise Dahl’ın tanımına yaptığı eklemeler ile bu tanımı daha da sağlam bir zemine oturttu. Bu genişletilmiş demokrasi tanımına göre demokrasinin 9 temel kritere sahip olması gerekiyor:
  1. Politikaları uygulamaya koyan hükümet kararları anayasal olarak seçilmiş temsilciler tarafından alınır.
  2. Temsilciler baskının olmadığı adil ve devamlı seçimlerle belirlenir.
  3. Tüm yetişkinler oy kullanma hakkına sahiptir.
  4. Tüm yetişkinler seçimlere katılma hakkına sahiptir.
  5. Vatandaşlar siyasi meselelerde baskı veya cezalandırılma tehdidi altında kalmadan fikirlerini özgürce ifade edebilmelidirler.
  6. Vatandaşların alternatif bilgi kaynaklarına ulaşımı engellenemez. Alternatif bilgi kaynakları var olmalıdır ve anayasal olarak varlıkları korunmalıdır.
  7. Vatandaşların siyasi partiler ve çıkar grupları dahil bağımsız organizasyon kurma hakları vardır.
  8. Seçilmiş yetkililer anayasal yetkilerini seçilmemişlerin kanun dışı baskılarına maruz kalmadan kullanabilmelidir.
  9. Siyasi sistem başka bir dış siyasi sistem tarafından baskı altında kalmadan kendi kendini demokratik biçimde yönetebilmelidir.
Schmitter ve Karl’ın Dahl’ın tanımına eklediği iki önemli madde var. Birincisi, demokratik siyaset dışı odakların siyasete müdahalede bulunmalarını reddeden “vesayetçi” yaklaşıma karşı net bir çizgi çeken sekizinci madde. İkincisi ise dış siyasi sistemlerin baskısıyla tasarlanmayan bir siyasetin demokrasi için gerekli olduğunu belirten dokuzunca madde. Bu maddelerden özellikle sekizincisi Türkiye için büyük önem taşıyor. “Vesayet” birçok farklı şekilde var olabilir ancak Türkiye’de bu konudaki birincil odak geçmişte ordu olmuştur. Asgari düzeyde bir demokrasinin var olabilmesi için vesayet içermeyen bir kurgunun gerekliliği elzemdir. Dahl bunu atlamış olsa da Schmitter ve Karl bu düzeltme ile belki de Türkiye gibi ülkelerde demokrasinin nasıl daha net kurgulanabileceğini ortaya koymuşlardır. Bu 9 maddeye göre de Türkiye’de demokratik bir rejim olmadığı çok net görülebilir. Hükümet anayasaya uygun hareket etmeyebiliyor. Başkanlık sistemi kisvesi altında ciddi bir keyfi yönetim rejimi inşa edildi. Hukuksuz yargı süreçleri devam ediyor. Baskının olmadığı adil seçimlere sahip değiliz. Bazı insanlar üzerinde siyasi yasaklar mevcut. İfade özgürlüğü mevcut değil. Alternatif bilgi kaynaklarına ulaşım ciddi derecede kısıtlanmış halde, medya baskı altında. Vatandaşların örgütlenme hakkı baskılanmış durumda. Tüm bu sorunları daha da derin biçimde uzunca tartışmak mümkün ama sadece bu kadarı bile yeterli. Schmitter ve Karl’ın 9 maddelik tanımı gayet sade ve basittir. Hatta bu kriterlerin illaki liberal bir demokrasiye yol açması bile gerekmediğini belirtirler. Aynı kriterleri kullanarak bir sosyal demokrasi veya sosyalist demokrasi modeli kurgulamanın bile mümkün olduğunu belirtir Schmitter ve Karl. Yani bu kavramsallaştırma demokrasinin farklı şekillerde pratiğe dökülmesini dışlamaz. Birçok diğer tanım için de aynı şey geçerlidir. Bu değerler farklı politik, ekonomik ve toplumsal kurumsal düzenler üzerinden pratiğe dökülebilir. Hiçbiri de bir diğerinden daha az meşru olmayacaktır. Bu basit kriterlere göre hazırlanan demokrasi endekslerine bakınca da Türkiye’nin durumunu net biçimde gözlemlemek mümkün. Her demokrasi endeksi biraz varyasyon gösterse de az çok benzer kriterleri kullanır. Ve bu kriterler her ne kadar farklı yorumlara tabi olsa da hakikat sadece bir yere kadar esner. Bu endekslerin de işaret ettiği gerçekleri “yalan” olarak tanımlamak sadece hakikatin bir inkârı olacaktır. Freedom House’a göre rejimler 3 kategoriye ayrılıyor: Özgür, Kısmen Özgür ve Özgür Değil. Türkiye ise Freedom House Endeksi’nde “Özgür Değil” kategorisinde yerini alıyor. Türkiye bu listede Tayland ve Cezayir gibi ülkelerle benzer seviyede, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerin gerisinde. V-Dem 2021 Demokrasi Endeksi’ne göre Türkiye “Seçimli Otoriter” rejimler kategorisinde, demokrasi olma vasfını yitirmiş halde. The Economist’in 2020 Demokrasi Endeksi’ne göre Türkiye “Hibrit Rejim” kategorisinde, kusurlu bir demokrasi olma vasfını da yitirip otoriter pratiklerin açıkça gözlemlenebildiği bir ülke haline geldi. TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ KAVRAMININ GELECEĞİ Demokrasi birçok farklı yorumu olabilecek bir kavram. Dünyanın her yerinde, en iyi demokrasilerde bile tamamlanmamış bir proje. Sürekli geliştirilebilecek, üstüne eklemeler yapılabilecek, inovasyona açık bir kavram. Öyle ya da böyle, zaman içinde değişip dönüşse de gelişse de iki bin yıldan uzun süredir insanlığın hafızasında yeri olan bir siyasal sistem. Herkesin demokrasiyi kavramsallaştırması bir diğeriyle tamamen uyuşmayabilir. Ancak her tartışmada olduğu gibi demokrasi tartışmalarında da belli bir ana eksen vardır. Bunun etrafında şekillenen, farklı yorumlara dayalı, yeniliklere açık bir tartışma yürütmekle, tartışmayı bağlamından çıkararak hakikatten kopmak iki farklı şey. Yoruma dayalı birçok tartışma da hakikatten gücünü alarak sürdürülebilir, ancak kavramların siyasi emeller için araçsallaştırılarak bağlam dışı kullanılmaya başlanması hakikatle olan ilişkimizi bozmaya başlar. Türkiye’de ve belki de dünyanın birçok farklı yerinde bugün karşılaştığımız temel sorunlardan biri de bu. Demokratik kurumları yıkmaya çabalayanlar meşruiyetlerini demokrasi dışı bir ögeden alamayacaklarını bildikleri için kendi projelerini demokrasi kavramının anlamını değiştirerek meşrulaştırıyor. Bu süreç içerisinde de demokrasinin anlamı toplumsal olarak yitirilebiliyor. Küresel demokratik gerileme dalgasının örnek ülkeleri arasında gösterilen Türkiye’de ise bu hakikatten kopma deneyimini çok daha şiddetli biçimde yaşıyoruz. Bu yazı da hem bu 20 yıllık dönüşüm sürecini hem bugün içine gömüldüğümüz gerçekliği hem de bunların karşısında konumlanan sağlıklı bir demokrasi anlayışının ne olduğunu ortaya koymayı amaçladı. Kavramları kullanış şeklimiz hakikatle olan ilişkimizi zedeliyor, kavramların içini boşaltıyor, dilimizi ve düşünme şeklimizi günbegün dönüştürüyor. Eğer yozlaşmış bir siyasal kültürü referans alarak demokrasi, eşitlik, hukuk, adalet gibi kavramları tartışacaksak yapacağımız çıkarımların yanlış olma riski de yüksek olacaktır. Her ne kadar zor olsa da daha demokratik bir Türkiye’nin inşası için örnek alacağımız temel değerleri toplumsal bağlamından özgürleştirerek yeni bir “tabula rasa” yaratmamız gerekiyor. Tabii ki Türkiye’nin uzun ve özgün siyasal deneyimi bu demokratik değerlerin nasıl bir kurumsal düzen üzerinden pratiğe döküleceğini belirleyecektir ve bu deneyim dikkate alınmalıdır. Ancak son 20 yılın gittikçe yozlaşan siyasal kültüründen yola çıkarak siyasal düşünce dünyamızı şekillendiremeyiz. İktidara muhalefet edenler bile aynı siyasal iklim içerisinde geçirdiği yıllar sonucunda kendilerine dönüp demokrasiden ne anladıklarını sorgulamak zorunda. Türkiye’deki siyasal iklime hep birlikte maruz kalındı, etkisinin de sadece iktidarı destekleyenler değil tüm toplumun üzerinde görülmesi şaşırtıcı olmaz. Muhalefetteki figürlerin demokrasiden anladığı nedir? Demokratik bir Türkiye inşa edeceklerin iddia ederken kastettikleri demokrasi nasıl bir kavram? Tarihin ilerlemesi için, gerçek bir değişim için kavramların tarihsel ve yozlaşma riski altındaki anlamlarından özgürleşmesi gerekiyor. Bugün de Türkiye’de siyasal yozlaşmanın kıskacında demokrasi kavramını tartışmaya çabalıyoruz. Bu tartışmanın sağlıklı yürüyebilmesi için kavramın özüne geri dönmemiz gerekiyor. Türkiye içi tartışmalar ve anlamlardan sıyrılıp evrensel tartışmaların ve tanımlamaların içine kendimizi yeniden yerleştirmemiz gerekiyor. Ne de olsa demokrasi evrensel bir değerdir. Hakikatten kopan bir toplum da evrensel olan ile sağlıklı bir ilişki kuramaz. --- Kaynak:
  • Journal of Democracy2(3), 75-88.
  • Schumpeter, J. (1942). Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi.