İktidar kendi meşruiyetini korumak için ne kadar çok demokrasi kavramını kullanma ihtiyacı duyarsa, o kadar da demokrasi kavramını yozlaştırmak zorunda kaldığı bir durumun içerisinde.
Otoriter rejimlerde ve özgür olmayan toplumlarda siyaset tartışıyorsanız hiçbir kavramı tam doğru anlamıyla kullanamazsınız. Çünkü o kavramın tekabül ettiği gerçeği açık etmek iktidarı da ifşa eder, tüm “normallik” illüzyonunu yıkar. Bu illüzyon yıkılmasın diye de kavramlar genellikle esnetilir, bağlamından çıkarılır, kullanılmaması gereken yerlerde kullanılır. Var olmayan bir dünyayı varmış gibi konuşur birçok insan. Bu kavramlara başvurur sanki gerçeklikte karşılığı varmış gibi. Olağanüstü bir gerçekliği “normalleştirmek” için sömürür bu kavramları. Sonra da kavramların içi boşalır, gerçeklikten kopulur. Türkiye'de olduğu gibi.
Ne olabilir bu kavramlar? Çok basit şeyler bile olabilir. Eşitlik, özgürlük, adalet, kalkınma, demokrasi, hukuk, insan hakları, inanç özgürlüğü. Bu kavramların birçoğu ciddi derecede soyut oldukları için onlarca farklı şekilde yorumlanabilir. Ancak gerçekliğin de yorumlarla bir azami esneme payı vardır. Farklı yorumlar sadece bir noktaya kadar gidebilir. Gerçeklikle bağın yitirildiği çizgi bazen çok net değildir. Zaten demokratik kurumları yıkmak isteyen birçok grup da bu gri alandan beslenir, demokrasinin sınırlarında gezinerek retorik becerileriyle uygulamalarını meşrulaştırırlar. Bu üç parçalık yazı serisinde Türkiye’de demokrasi kavramının nasıl yozlaştığını, içinin boşaldığını ve Türkiye’nin birçok meselede olduğu gibi demokrasi tartışmasında da gerçeklikten koptuğunu inceleyeceğim. İlk bölümde, Türkiye demokrasisinin yakın tarihteki macerasına bir bakmak gerekiyor. Bu macera sırasında demokrasinin hangi amaçlarla kullanıldığını, araçsallaştırıldığını görmek, toplumun ve siyasal kültürümüzdeki demokrasi anlayışının zaman içerisindeki dönüşümüne de ışık tutacaktır.
TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİK GERİLEME SERÜVENİ
Demokratik gerileme hakkında önemli çalışmaları olan Nancy Bermeo (2016) da demokratik kurumları gerileten birçok iktidarın muğlaklıktan beslendiğini belirtir. Günümüz dünyasında demokratik gerilemenin açık ve hızlı değil üstü kapalı ve yavaş bir biçimde gerçekleştiğini anlatır Bermeo. Modern çağda eskisi gibi direkt olarak kurumlar çökmüyor. Ancak yavaşça, adım adım geriliyorlar. Bermeo da çoğu zaman bunları tam da aktörlerin yıkmaya çalıştığı demokratik kurumlardan meşruiyet devşirmeye çalışarak yaptığını belirtiyor. Hatta, siyasal aktörlerin çoğu zaman "demokratikleşme" söylemini kullanarak kurumları gerilettiğini anlatır. Burada önemli bir örnek olarak da Türkiye’yi verir.
Nancy Bermeo, günümüzde demokratik gerilemenin açık ve hızlı değil, üstü kapalı ve yavaş gerçekleştiğini anlatır. Aktörlerin "demokratikleşme" söylemiyle kurumları gerilettiğini anlatır. Buna örnek olarak da Türkiye’yi verir.
Bermeo’ya göre Türkiye’deki gerileme sürecinin başlangıcı 2004 yılına kadar geri götürülebiliyor. 2004'te gazetecilerin daha kolay yargılanmasının önünü açan yasaların geçirilmesini örnek gösteriyor. Bermeo'nun Türkiye’de demokratik gerilemede kritik gördüğü adımlardan biri de 2010 Referandumu, Cumhurbaşkanı'nın AYM üyelerini atama yetkisinin genişlemesi, yargıç atamalarının meclise devredilmesi. Bunu üstü kapalı bir yürütmenin gücü ele geçirme (“executive aggrandizement”) adımı olarak tanımlıyor. Bermeo bunlara ek olarak daha birçok örneğe değiniyor. Mesela 2014'te Adalet Bakanlığı'nın HSYK üyelerini direkt atama yetkisine sahip olması, 2000'lerde başlayan medya sansürleri, medyanın ele geçirilmesi, internete gelen müdahaleler ve genişletilen hakaret yasaları.
Türkiye'de demokratik gerilemeyi tetikleyen tüm bu değişimlerin daha kolay gerçekleştirilmesinin de hem demokratik meşruiyete dayandırılmasıyla hem de "eski düzen"in tam demokratik olmayan haline göre "demokratikleşme" iddiasına yaslanarak mümkün hale geldiğini belirtiyor Bermeo. Bermeo’ya göre yavaşça gerçekleşen demokratik gerileme sürecini durdurmak zor. Özellikle demokratik meşruiyete dayanıyorsa. Bir taraftan da birçok ülkede muhalefetin, dönüşüme itiraz edenlerin "statükocu eski dönem elitleri" olarak çerçevelenmesinin işi kolaylaştırdığı belirtiyor. Maalesef Türkiye’nin geçmiş dönemindeki demokratik eksikler de bu süreci güçlendiren bir dinamik olarak karşımıza çıkıyor. 2000’lerde Türkiye, sahte bir demokrasi vaadi sunanlar ile eskisinin devamını vaat eden bir siyaset arasına sıkışmıştı. Sonunda da geçmişle yüzleşmekte direnenlerden güç alarak demokratik gerileme sürecini daha kolay yürütebilen ve eskisinin devamından bile daha kötü bir Türkiye yaratan bir iktidar ortaya çıktı.
2000’lerde Türkiye sahte bir demokrasi vaadi sunanlar ile eskisinin devamını vaat edenler arasına sıkışmıştı. Sonunda geçmişle yüzleşmekte direnenlerden güç alarak eskisinin devamından daha kötü bir Türkiye yaratan bir iktidar ortaya çıktı.
Bermeo'nun demokratik gerilemede en kritik gördüğü sorun muğlaklık. Yeni dönemde Türkiye dahil birçok ülkede de bu sürecin bir "demokratikleşme" kisvesi altında kolayca yürütüldüğünü belirtiyor. Eskiden de ülke yeterince demokratik değilse bu iddiayla kitlelerin mobilize edilebileceğini belirten Bermeo, "demokratik ilerleme" gibi sunulan hikâyenin tam tersine hizmet edebileceğini belirtiyor. Değişimlere karşı olanların güvenilirliklerini de böylelikle zedeleyebiliyorlar. Değişimlere karşı çıkanları "eski düzenci" olarak çerçeveleyip geçmişin hatalı düzenini savundukları iddiası üzerinden muhalefetin güvenilirliğinin zedelenebileceğin belirtiyor Bermeo. Uzun dönemde haklı olsalar da kısa dönemde inandırıcılıklarının böyle yitirildiğini söylüyor. Bermeo'ya göre Türkiye ve diğer ülkelerin birçoğu bu demokratik gerileme modeline cuk oturuyor. Demokratik gerileme literatürü açısından bakılınca Türkiye'de 20 yılda olanlar gayet de net bir biçimde kurumların çöküşü sürecinin uzun dönemli açıklamasını ortaya koyabiliyor.
Bunları anlatmamın sebebi aslında Türkiye’deki tüm bu demokratik gerileme sürecinin demokrasi kavramının kendisine verilen zararı gösterebilmek içindi. Bu iktidarın yaptığı en büyük kötülüklerden biri belki de Türkiye’de demokrasi kavramının içini boşaltmaktı. Kendisine destek veren seçmen nezdinde otokrasiye çıkan yolun taşlarını döşeyen tüm bu uygulamalar bir “demokratikleşme” süreci olarak kodlandıkça seçmenin demokrasiden anladığı şey de dönüştü. Bir taraftan da muhalif kesimlerin birçoğu AK Parti döneminde yaşanan sözde “demokratikleşme” sürecinin ülkeyi getirdiği hali görerek “demokrasi” ve “demokratikleşme” kavramlarına karşı bir antipati geliştirdi belki de.
Bu uzun soluklu sürecin sonunda Türkiye’de elimizde kalan şey ise anti-demokratik bir rejim oldu. İktidarın amacı belki en baştan bu olabilirdi. İktidar belki bugünkü sistemin anti-demokratik olduğunun da net şekilde bilincinde olabilir. Ancak sadece Türkiye’de değil, dünyanın herhangi bir yerinde hiçbir iktidar meşruiyetini demokrasi kavramına sırtını dayamadan kolay kolay elde edemez. Bundan dolayı da iktidar için demokrasi hala önemli. Ancak iktidar kendi meşruiyetini korumak için ne kadar çok demokrasi kavramını kullanma ihtiyacı duyarsa, o kadar da demokrasi kavramını yozlaştırmak zorunda kaldığı bir durumun içerisinde. Geçmişte de böyleydi, bugün daha da böyle. İşte tam da bu durum demokrasiyi günbegün bir kavram olarak yozlaştırmaya devam eden sürecin ta kendisi.
---
Kaynak:
- Bermeo, N. (2016). On Democratic Backsliding. Journal of Democracy, 27(1), 5-19.
Bunlar da ilginizi çekebilir