Loading...
“Çözüm İslam’da” sloganının tıpkı “Huzur İslam’da” gibi terk edilmek zorunda kalındığını gördük, zira bu sloganları atanlar iktidarları döneminde kendileri de oldukça acı tecrübeleri tadarken başkalarına da bu tecrübeleri tattırdılar.Öte yandan bu yaşananlar ve elde edilen tecrübeler bütün dinler ve ideoloji mensupları için de geçerlidir. Maocu bir sosyaliste sorun Sovyet modeli için "Gerçek sosyalizm bu değil" der. Bu iki grup arasındaki gerilim Türkiye solunun gündeminden hiç düşmemiştir, artçı sarsıntılarını bugün bile yaşıyoruz. Liberalizmin bütün ilkelerine sonuna kadar bağlı kalan ABD’deki birçok uygulamayla ilgili de liberaller bazen "Gerçek liberalizm bu değil" diyebilir, nitekim diyorlar da. O nedenle bu biraz da işin doğasında olan bir şey. Sosyalizm konusunda sağ camianın dediklerine bakarsanız benzer bir tabloyla karşılaşırsınız: "Bu nasıl bir ideoloji ki bütün örnekleri iflas etmiş, yeryüzünde ideale yakın tek bir örnek bile gösteremiyorsunuz." Buradan yola çıkarak aslında halihazırda yaşanan İslam denen olgunun, hurafeleriyle, kötü modellemeleriyle, iyisiyle kötüsüyle bir taraftan gerçek İslam'ı temsil etmezken diğer taraftan gerçek İslam'dan da bir parça taşıdığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle yaşanan İslam, gerçek İslam'ı ideal anlamda temsil edemese de ondan bir parça taşır. Öte yandan Hz. Peygamber'in yaşadığı çağ, İslam'ın altın çağı olsa bile, kendine özgü koşulları olan ve tekrar etmesi oldukça zor tarihsel bir dönemdir. O nedenle o "altın çağ"ı geri getiremeyiz, ancak onun ruhunu ya da Mehmet Akif'in deyimiyle idrakini bugüne taşıyabiliriz ama kendi özgül koşullarımız içerisinde ya da eskilerin deyimiyle nevi şahsına münhasır şartlar çerçevesinde... O nedenle "gerçek İslam bu değil" ifadesi hem doğru hem de yanlıştır. Doğrudur, çünkü tek bir örneğe ya da sadece kötü olanlarına odaklanmadaki sakatlık eleştirilmektedir. Yanlıştır çünkü yaşayan hiç bir örnek, bırakın ideali, ona yakın bir örnek olarak dahi görülmüyor ve ilk dönemdeki İslam’dan hiçbir iz taşımıyorsa, orijinal haliyle hiçbir bağı kalmamışsa kendini idame ettirememiş yani yaşanabilir olmaktan çıkmış demektir. Öyleyse onu geri getirmek de zordur. Öte yandan Müslümanlar ya da İslam medeniyeti, Semerkand, Endülüs ve Buhara’da da yeni bir altın çağ yaşamış, felsefe, sanat, mimari ve daha birçok başka alandı uygarlığın zirvesine oturmuş, başka medeniyetleri de etkilemiştir. Demek ki belirli bir din mensuplarının ya da o aidiyete sahip kişilerin inşa ettiği medeniyetlerin erken, orta ve geç dönemlerindeki modellemeler birbirinden oldukça farklı olabilmektedir. Öyleyse özcü anlamıyla bir dine ya da o dinin mensuplarına kalıcı nitelikler atfetmek, bir dinin ilerici ya da gerici olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak çıkışı itibarıyla bir din için “devrimcidir, ilericidir, gericidir, mistiktir, içe eğilimlidir, sosyal yanı ağır basmaktadır” denebilir ancak dini düşüncenin gelişimi ilahi/tanrısal değil beşeri/insani olduğundan artık o dine ilişkin nitelikler biraz da o din mensuplarının durumuna bırakılmışken medeniyetlerin içinden geçmekte olduğu konjonktür tarafından da belirlenirler. Doğuş, yükseliş ve çöküş lineer ilerleyen bir süreç değil, yüzyıllar boyu sürekli kendini tekrar eden, döngüsel süreçlerdir. Ayrıca bir medeniyetin ya da dinin yıldızının sönmesi oldukça göreli bir şeydir, bir başka medeniyetin yükseliş ve çöküşüyle de determine edildiği için.