Gene karanlık

Abone Ol
Türkiye’de mesele, “devletin kaybolması” aslında. Tüm muhalefet de, “devlet politikası”na ters düşmemek ve şimşekleri çekmemek için, çekinceli davranıyor. Ama, ne devlet politikası; o devletin içinde ne gibi delikler açılmış-devlet, “toz kondurulmayan devlet, nasıl toptozlu hale gelmiş”; bir bunları da sorgulayalım…

Loading...

Taksim’deki terör saldırısı, benim hayatım boyu çok da alışık olduğum bir ruhsal sıkışıklığı da beraberinde getirdi. Birden bire, bir yerde bomba patlıyor; bir saldırı oluyor ve herşey sıkışıyor. Herşey paramparça oluyor. Almanya’da yaşayan sanatçı Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun, “Taksim” yazılı simsiyah bir kalbin paramparça olduğu şekilde restmettiği bir acı bu… Terör, bir yeri vuruyor ve elbette ateş önce düştüğü yeri yakıyor; ama bin parçada da, o saldırının dehşeti, kaygısı, acısı, korkusu, öfkesi yaşanıyor. Ekşioğlu, 11 Eylül Saldırıları’ndan bir yıl sonra, İkiz Kuleler “hala varken” resmettiği illustrasyon, New Yorker dergisine kapak olmuştu. Bir var ve derken bir de yok… Hayat işte böyle bir şey; böyle uçucu. Ve terör saldırıları da, bu gerçeği en sert biçimde hatırlatan olaylardan biri. Terör saldırısı sonrası, yayın yasağı ve sosyal medyanın “boğulması” ise, insanları sadece daha fazla karanlıkta bırakıyor. Dünyada bu konuyu takip etmeye değer bulabilenlerden ancak izleyebiliyoruz olup biteni; o da ne kadar olabiliyorsa. Açıkçası, dünyanın belli başlı medya kurumları da, “son dakika haberi” olarak yayınlarını kesip de, İstanbul gibi bir megakentin kalbinde olan saldırı için canlı yayına geçmedi. Günlerce canlı yayınlarla takip edilen merhum İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in cenazesin yüzde 1’i kadar dikkat çekici bulunmayan bir ehemmiyetsiz olay yaşandı geçti sanki İstanbul’da… Yas tutan, şoke olan, dert eden de çok olmadı bu saldırıyı sanki dünyada… “Değerli yalnızlık” işte böyle bir şey olsa gerek; bir kez içine girince kolay kolay çıkılmıyor. “Gene karanlık…”: insanın aklına gelen, içine çöken işte böyle bir his oluyor.
Mevzuatta ‘bant daraltma’ yaptırımının keyfiyete izin verecek şekilde ve sansür amaçlı kullanılmasına izin veren bir düzenleme mevcut. Bu düzenlemenin tarihçesi, OHAL dönemindeki KHK’lara kadar uzanıyor.
Bu noktada sözü “siber hukuk” olanında dünya çapında bir isim olan akademisyen Yaman Akdeniz’e bırakmak istiyorum. Sosyal medya karartması ile ilgili onun Twitter paylaşımlarını olduğu gibi alıntılıyorum: “İstanbul’daki bombalı saldırı sonrasında sosyal medya platformlarında uygulanan bant daraltma yaptırımı ile vatandaşların haber ve bilgi edinme haklarının engellenmesinin yasal dayanağı çok soruluyor. Kısa cevap, Türk mevzuatında bant daraltma için bir yasal dayanak yok. Fakat, mevzuatta ‘bant daraltma’ yaptırımının keyfiyete izin verecek şekilde ve sansür amaçlı kullanılmasına izin veren bir düzenleme mevcut. Bu düzenlemenin tarihçesi, OHAL dönemindeki KHK’lara kadar uzanıyor. Ağustos 2016 içinde ve OHAL devam ederken, 671 Sayılı KHK ile 5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun Bilgi İletişim Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun yetkisi ve idari yaptırımlarla ilgili 60. Maddesi’ne ‘10. Paragraf’ eklendi. Bu madde ile, Cumhurbaşkanlığı’na geniş yetki verildi. Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak gerekli gördüğü tedbirleri alıp,  Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu’na bildirebiliyor. BTK Başkanı da, Cumhurbaşkanlığı tedbirlerine ilişkin kararını, derhal işletmecilere ve erişim sağlayıcılara bildiriyor. Bu kararın gereği, derhal ve kararın bildirilmesi anından en geç 2 saat içinde yerine getiriliyor. Bant daraltma uygulaması da bu şekilde yapıulıyor. Uygulamada aslında hakim onayı şartı var. Madde, ‘Bu karar, 24 saat içinde Sulh Ceza Hakimi’nin onayına sunulur. Hakim kararını, 48 saat içinde açıklar; aksi halde karar kendiliğinden kalkar” diyor. Fakat, kısa süreli bant daraltma uygulamalarında, hakim onayına gerek kalmıyor. Dolayısıyla, kısa süreli genel bant daraltma uygulamalarında, Cumhurbaşkanı karar veriyor, BTK Başkanı uyguluyor ve fakat 24 saat dolmadan hakim onayına gitme şartı yok. Hakime gitseler de onay alınacak, ama o zaman kararlar denetime açılacak. Denetim ise istenmiyor.
 İstanbul’daki bombalı saldırı sonrasındaki bant daraltma uygulaması, tamamen Cumhurbaşkanlığı ve BTK Başkanı üzerinden keyfi bir şekilde yürütülen ve ancak sansür olarak tanımlanabilecek bir uygulamadır.
Hakim kararlarına itiraz edilebilir, itiraz reddedilse bile Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılabilir; hatta gerekirse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidilebilir. Elektronik Haberleşme Kanunu’nda şebekeler üstü hizmet sağlayıcıları için bant daraltma cezası var. Fakat, İstanbul’daki bombalı saldırı sonrasındaki bant daraltma uygulaması, tamamen Cumhurbaşkanlığı ve BTK Başkanı üzerinden keyfi bir şekilde yürütülen ve ancak sansür olarak tanımlanabilecek bir uygulamadır. Hukukumuzda OHAL temelli bu tür uygulamalar asla olmamalıdır. Demokratik toplumlarda, keyfi bir şekilde, toplumun özellikle İstanbul’daki bombalı saldırı gibi toplumu yakından ilgilendiren olaylara ilişkin olarak haber ve bilgi edinmesinin geçici olsa dahi keyfi bir yaptırım mekanizması  ile engellenmesi asla kabul görmez”. Görüldüğü gibi, Yaman Akdeniz konuyu hukuki çerçevesini odak alarak gayet güzel anlatmış. Türkiye’de mesele, “devletin kaybolması” aslında. Tüm muhalefet de, “devlet politikası”na ters düşmemek ve şimşekleri çekmemek için, çekinceli davranıyor. Ama, ne devlet politikası; o devletin içinde ne gibi delikler açılmış-devlet, “toz kondurulmayan devlet, nasıl toptozlu hale gelmiş”; bir bunları da sorgulayalım… Sonra, “Altılı Masa”dan terör saldırısı sonrası çıkan, “müsterih olunuz” telkinini salık alabiliriz.