Başka bir ülkede yaşama isteği, sisteme karşı mücadele etmenin diğer yolu olarak okunabilir. Özgürce kullanılan politik haklar, kadın olmanın halleri, sosyal yaşam ve adil bölüşüm beklentileri eğitim amaçlı uluslararası göçü açıklıyor.
“
Göç, yerinden edilme ve eğitim: DUVARLAR YERİNE, KÖPRÜLER İNŞA ETMEK”, Küresel Eğitim İzleme Raporunun (2019) sonuçlarına göre, “2017 itibariyle dünyada 258 milyon uluslararası göçmen bulunmaktadır ve bu rakam dünya nüfusunun %3,4’üne karşılık gelmektedir. Bu göçmenlerin yaklaşık %64’ü yüksek gelirli ülkelerde yaşamaktadır. Bu ülkelerde göçmenlerin toplam nüfusa oranı, 2000 yılında %10 iken 2017’de %14’e çıkmıştır”.
Marc Engelhardt’ın “
Sığınmacı Devrimi- Son Göç Dalgası Dünyayı Nasıl Tümüyle Değiştirdi” adlı derleme kitabı, Dünyanın çeşitli köşelerinde çalışan 26 Alman muhabirinin temasa geçebildikleri sığınmacılarla yaptıkları röportajlardan oluşan “sığınmacı devrimi”, 2011 kitlesel göçlerden sonra, daha çok sığınmacı krizi kapsamında, “
kaçışı biz mi teşvik ediyoruz” sorusunu sorarak çeşitli ülkelerden diğer ülkelere kaçış hikayelerini bir araya getirmiştir. Engelhardt, bu tartışmanın da önemli olduğunu düşünüyor. Göç krizini derinleştiren konuları, “otoriter hükümetlerin politikalarının ağırlığı, endüstri devletlerindeki tüketim fazlasının çatışmaları körüklemesi, ideolojik tartışmaların ötesine geçilememesi olarak sıralıyor (Engelhardt, 217: 2020).
Bu kapsamda Cumhuriyet gazetesinin 2018 tarihli haberine göre, “İşsizliğin ve gelecek kaygısının yurtdışına göçlerdeki etkisinin fazla olduğu vurgulanıyor. Ekonomik sebeplerin yanı sıra özgürlük alanına müdahale edildiğini düşünen, kendini mutlu hissetmeyen ve geleceğinden endişe duyan pek çok
genç, hayatını Türkiye’de değil, yurtdışında kurmak istiyor” (Cumhuriyet, 22 Aralık 2019). Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, toplam nüfusun yüzde 15.6'sı düzeyinde olan genç nüfusun yüzde 51.3'ünü erkek, yüzde 48.7'sini ise kadınlar oluşturdu.
Şekil 1( Birgün Gazetesi, 15.05.2020 11:00)
Birgün gazetesinin TÜİK nüfus projeksiyonlarına göre, 2080 yılında genç nüfusun toplam nüfus içindeki oranı % 11’e düşeceği öngörülüyor. Hane halkı işgücü araştırması sonuçlarına göre gençlerde
işsizlik oranı, 2018 yılında yüzde 20.3 iken 2019 yılında yüzde 25.4'e yükseldi. Genç erkeklerde işsizlik oranı 2018 yılında yüzde 17.6 iken 2019 yılında yüzde 22.5'e çıkarken, genç kadınlarda bu oran yüzde 25.3'ten yüzde 30.6'ya tırmandı. "Ne eğitimde ne istihdamda" olan gençlerin oranı 2019 yılında yüzde 26'yı buldu (Birgün Gazetesi, 15.05.2020 11:00). 2017 yılında Türkiye’den göç eden kişi sayısı bir önceki yıla göre yüzde 42.5 artarak 253 bin 640 olurken 2017 yılında Türkiye’ye gelen yabancı uyruklu nüfusun içerisinde ilk sırayı yüzde 26.6 oran ile Irak vatandaşları aldı. Göç edenlerden 25-29 yaş grubunun olduğu belirtiliyor.
Örneğin, gerçekleştirdiğim yapılandırılmış görüşmelerden birinde görüşmecilerden Selin (30) Belçika’da lisansüstü eğitim alıyor ve “uluslararası eğitim amaçlı göçü, politikanın merkezinde midir sorusuyla, “mikro politikalar” açısından neoliberalizmi, özgürlük-yaşam diyalektiği bağlamları, beklentiler, arzular” göçebe düşünmenin başlama-sonlama çizgileri ile birlikte değerlendirebilir misiniz sorusuna verdiği yanıtla beraber düşünmek gerekiyor.
“Yurtdışı eğitim göçünün temel olarak politik bir tezahür olduğunu düşünüyorum. Devletin ideolojik aygıtı olarak eğitim kurumu hem tarihsel hem de yapısal olarak neo-liberalizm eksenli dönüşümü, özellikle Türkiye gibi sosyal yapısal eksiklikleri olan ülkelerde maalesef “okulun anlam inşasını” değiştirdi (köy enstitülerinden imam hatip liselerine gibi) Eğitimin temelde çok önemli bir misyonu vardır: Zenginliğin bölüşümü. Türkiye’de bürokratik elitler zamanla toplumsal kültürel olarak dönüşmüş ve böylelikle de ekonomik sosyal sınıflar arası geçişler zorlaşmıştır. Bu dönüşüm beraberinde toplumsal parçalanmışlık ve ekonomik ayrışmayı da göz önüne sermektedir ve hayatın her alanında varlığını sürdürmektedir. Genel olarak genç kuşağın toplumsal siyasal yaşamdan beklentilerini şekillendirmelerinde bahsi geçen konu dönüşümün temel olduğunu düşünmekteyim. Belçika örneğinde özellikle böyle bir dönüşümden bahsetmek zordur. En azından Belçika özelinde çok ulusluluk temeldir. Bu nedenle çoğu olgular için nesnel genel geçer olgulardan bahsetmek gerekir. Özellikle toplumsal yaşamda bireysel karar alma mekanizmaları tamamen politik iklimden ayrı olarak sosyal yaşam eksenli ve adil bir şekilde kullanılır. Türkiye‘de temel eksiklik budur. Türkiye ve Belçika’da aldığım eğitimi karşılaştırdığımda; ilk önemli fark öğrencilerin fikir ve görüşlerine değer atfediliyor oluşudur. Burada bir akademisyenin iyi olup olmadığına veya bilgiyi aktarma yeteneğine Türkiye’deki gibi ALES, YDS ve yazılı ve sözlü sınavlar sonucunda alınmış bir matematiksel değer değil, bir akademisyenin gerçekten akademisyen olup olmadığının tek dayanağı olması gereken öğretme yeteneğinin ölçümü ve öğrencilere yansıması ile karar verilmektedir ve bu noktada o akademisyenin işinin gereklerini yapıp yapmadığına karar verilmesinde öğrencilerin de bir rolü vardır. İkinci önemli fark, akademisyenlerin derslerde karşılıklı etkileşime ve karşısındakinin konuyu gerçekten anlayıp anlamamasına önem veriyor oluşu ve bu anlamda gerekli tüm çabayı göstermesidir. Bir birey olarak varlığını ve önemini hissettiren bir eğitim anlayışıdır gerekli olan. Siyaset ve toplumsal yaşamı karşılaştırdığımda burada insanların politik haklarını özgürce kullandığına, politikacıların hatalarını kabul ettiğine ve eleştiri yapabilen medya kanallarına şahit oldum. Geceleri sokakta yürürken tedirgin değilim. Devlet memurlarının grevleri, ABD’de yaşanan ırkçı olaylar sonrasında Belçika’nın ırkçı/soykırım geçmişine tepki yürüyüşlerini örnek verebilirim. Ekonomik anlamda Belçika elbette Türkiye’ye kıyasla çok iyi bir durumda makroekonomik karşılaştırmaya girmeyeceğim, günlük hayattan bir örnek verebilirim. Market harcamalarımda Türkiye’de aldığım ürünlerle benzer ürünler almama rağmen, TL’ye çevirdiğimde dahi daha az ödüyorum. Türkiye’de iki katını ödeyeceğim ürünleri burada daha ekonomik olarak elde edebiliyorum.” (Yapılandırılmış görüşme, Selin, 22.06. 2020- 27.07.2020)
Başka bir ülkede yaşama isteği, eğitim göçü eğilimi, gençliğin kendine ait “özel alan” istemesi ve sisteme karşı mücadele etmenin diğer yolu olarak okunabilir. Bu eğilimin içinde olanların homojen bir kitle olmadığının da altını çizmek gerekiyor. Selin’in cümlelerinden anlaşılacağı üzere, özgürce kullanılan politik haklar, kadın olmanın halleri, sosyal yaşam ve adil bir bölüşüm beklentileri eğitim amaçlı uluslararası göç eğiliminin kaçış beklentiler düzeyini açıklıyor. Bu bağlamda genç kuşakların uluslararası eğitim amaçlı göç hallerinde temel neden “politik tezahürlerde” belirginleşmektedir.
Örneğin, dünya genelinde 2010-2020 yılı arasında yoğunlaşan toplumsal hareketlilik gençliğin içinde bulunduğu siyasal aktivizmin-siyasal hareketliliğin yoğun yaşandığı yıl aralıkları olarak gösterilebilir. 25 Ocak 2011 Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda toplanan 50.000 gösterici Başkan Hüsnü Mübarek’in görevden alınmasını talep etmişti. İsmailiye Meydanı olarak anılan meydan daha sonra 1919’un ertesinde Nato Thompson’un belirttiği üzere, gayriresmi bir şekilde, özgürlük anlamına gelen Tahrir adıyla anılmaya başlamıştır. 2011 yılından itibaren Mısır’da oluşan siyasal hareketlilik, Tunus’ta işportacı Muhammed Buazizi’nin, ülkesindeki yolsuzlukları protesto etmek üzere kendini yakmasıyla hızla yayılan gösterilerin ardından Tahrir Meydan’ındaki hareketlilik ile Arap Ayaklanmaları (Arap Baharı) olarak adlandırılan kritik bir sürecin yaşanmasına neden oldu. Arap Baharı süreci bir dizi mekân işgalini de beraberinde getirdi. Önce Avrupa Yazı olarak adlandırılan süreç ve sonrasında Occupy Wall Street dönemi. Barselona ve Madrit’te gerçekleşen meydan işgallerinin 2011 yazı boyunca sürdüğü belirtiliyor. 2011 Eylül ayında ise benzer bir siyasal atmosfer Kanadalı ajit-prop dergi Adbusters, hazırlanan mali kurtarma planının ardından Wall Street’teki finans kurumlarını protesto etmeye yönelik bir çağrı yaptı. Zuccotti Parkı’nın işgali başladı. 15 Kasım tarihinde protesto hareketine destek veren şehir sayısı ise 900’e ulaşmıştı. Mekân işgali küresel bir form kazandı ve Thompson ‘un deyişiyle kamusal alanın yaşadığı bu genişletilmiş dönüşümün sarsıntısı hala dünya üzerinde devam ediyor. Bu 10 yıllık süre diliminde çeşitli toplumsal hareketlerin meydana geldiği ve birbirine eklemlendiği görüldü. 2011 yılı boyunca her yere yayılan meydan işgalleri, mekâna ve zamana “siyasal” olarak yayıldı (Thompson, 2018: 142-144).
Türkiye’de de benzer hareketlilik, İran, Lübnan, Irak, Bolivya, Venezüela, Şili ve Fransa’da olduğu gibi, sokağın gündeminin hareketli olduğu bir zaman dilimini de gündeme getirdi. 1970’lerden sonra yaygınlaşan neo-liberal politikalar finans merkezli birikim koşullarını oluşturmuş, 1990’lı yıllardan itibaren dünyanın birçok ülkesinde birçok kriz yaşanmıştır. 2008 krizi sonrasında, neo-liberalizmin krizleri önlemede yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Yapılandırılmış görüşmelerde Türkiye’deki siyasal aktivizim hareketliliğinin yansıması olarak Gezi Eylemleri hatırlanmaktadır ve kişisel ve özgürlük alanına müdahale edildiği algısı da yoğun bir gündem olarak durmaktadır.
“Gençlik temel olarak kişisel alan istemektedir. Sadece bu isteği gençlik olarak sınırlandırmak da anlamsızdır Türkiye özelinde; kendini gerçekleştirme arzusuna ket vurulması, kişisel alanın istilası, patriarkal iktidar ilişkisinin şiddetlenmesi, liyakatsizlik, yolsuzluk, şeffaf yönetim olmaması, ekonomik krizler, siyasi toplumsal çalkantılar, etnik ayrımcılık, temel hak ve özgürlüklerin korunmaması gibi durumlar gençliğin temel sorunudur. Bu sorunları 2000 öncesi ve sonrası olarak ayırmak isterdim ama 1980’lerden günümüze aynı sorunları yaşadığımızı belirtmek isterim (Selin, 2020).”Türkiye’de Gençlik Miti: 1980 sonrası Türkiye Gençliği” adlı eserinde gençliğin yurtdışına bakışı ve yurtdışında yaşama istekleri üzerine ortak nokta ise, gençlerin büyük bir oranla Tükriye’nin AB’ye adaylığını destekliyor oluşlarıdır. Türkiye’yi içinde görmek istedikleri oluşumları ise, Türki Devletler veya İslami Devletler olarak değil, AB olarak tanımlıyorlar. Üniversite öğrencileri arasında da genç kızların erkeklere göre AB’ye üyeliğe daha sıcak baktıklarını belirtiyor. Yapılandırılmış görüşmelerden Merve’nin (29) Polonya karşılaştırması ve din faktörü bu görüşü destekler niteliktedir (Lüküslü, 171: 2020).
“Polonya ve Türkiye birçok konuda benzerlik gösteriyor. Ancak gözlemim, belki de Avrupa Birliği’nin bir getirisi olarak, politik ve ekonomik olarak kesinlikle Türkiye’den daha tutarlı olduğu yönünde. Türkiye’de en büyük sorunlardan biri olarak gördüğüm din, Polonya’da da bir sorun teşkil ediyor ancak toplumu bölen ve ülkedeki uyumu bozacak bir ölçüde değil.” (Yapılandırılmış görüşme, Merve, 22.06. 2020- 27.07.2020)
Gençlik alt kültürü geniş kültürden ayrı, ondan farklı bir kültür olarak adlandırılmaktadır. Değer, norm, tutum ve davranışları bakımından bir alt kültür olarak değerlendirilmektedir. Bu farklılıkların yansıması giyim, eğlence, inançlar gibi alanlarda da var olur. Türkdoğan, gençliği beş aşamalı bir sınıflandırmayı önerisi ile kategorize ediyor. Bu sınıflandırmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Özellik gençlik alt kültürünün, bağımsızlık mücadelesi, onların değerleri ile toplumun değerleri, politik toplumsallaşma süreci ve aynı zamanda Türkiye’nin dinamik genç nüfusu değere dönüştürecek politikaları benimsemesi açısından çok katmanlı kimlik konusu ile birlikte düşünüldüğünde önemli bir alan olarak duruyor. Bu sınıflandırma:
- Siyasi seviyede duyarsız gençlik
- Yabancılaşmış gençlik: Geleneksel toplum düzenini reddeden, otoritenin yapısına isyan eden.
- Bireyci gençlik: Statükoyu kabul edip siyasi konularla ilgilidirler, itaat eden isyankarlardır.
- Eylemci gençlik: Otorite yapılarını reddeden siyasi ve sosyal açıdan olaylarla ilgilenen gençlerdir.
- Yapıcı gençlik: Yüksek ölçüde sosyal ve politik konularla ilgilenirler. Toplumun mevcut düzeninde çalışmayı savunurlar (Akt. Beşirli, 23-25: 2013).
Burada önemli olan husus, gençliği çok katmanlı kimlik mefhumuyla beraber düşünmektir. Pierre Bourdieu, kendisiyle gençliğin toplumsal bir kimlik olarak oluşması hakkında yapılan bir görüşmede “gençlik laftır” der. Bourdieu, yaş grupları arasında oluşturulan bölünmelerin keyfi olduğunun hatırlatılmasının bir sosyolog olarak için mesleki refleks olduğunu belirterek, her alanının kendi içinde “gençlik-yetişkinlik-yaşlılık” kuralları bulunduğunu vurgular. Gençlik tanımının aslında tarihsel olduğunu ve bu tarihsellik içinde şekillendiği vurgulamak gerekir. Örneğin; gençlik olgusunun kapsamı hem de hak ve görevleri, zamana, topluma, gençlerin toplumsal aidiyetlerine, cinsiyetlerine göre farklılaşmaktadır. Bourdieu’nun “gençlik laftır” sözcesi, sadece gençliğin toplumsal bir olgu olduğu savı değildir. Gençlik mitidir, hem de sınıfsal ve kültürel bağlamda çoğulluğu içinde anlam taşıyan gençlik olgusudur. Bu bağlamda, yeni kuşak çağda, homojen bir gençlik algısı yerine, “gençlik laftır” sözcesi tekrarlanabilir ve hatırlanabilir.
Gençliğe ilişkin yapılan tüm kategorileri, “kronolojik, psikolojik ve sosyolojik” olarak toplamak mümkün gözükse de anlamlar çoğullaşabilir. Minör siyaset vurgusu da, gençliğin iktidar ilişkileri içindeki yerinin değerlendirmesidir.
Görüşmecilerden Merve’nin (29), “
Arzular ve kaçış tam da bu kavramların arasıdır ve bu olguların gün geçtikçe kötüye gittiğini fark eden kişiler, refah seviyesi yüksek ülkelerdeki olanakları araştırmak için işe koyuluyorlar. Salgınlar, krizler, savaşlar, istilalar, devrimler gibi büyük olayların yeni olanakları yaratabileceğini düşünüyorum. Sistemlerde büyük değişiklikler olmasa da bu tarz olaylar göç trendinde büyük değişiklikler yaratacağı düşüncesindeyim(Merve, 22.06. 2020- 27.07.2020)” diyor.
Deleuze ve Guattari’nin göçebe düşüncesinde de şekilleniyor. Bilincin sınırlarında başlama, “Toplumsal, kültürel, psikolojik ve siyasi güçlerin düşünce alanına müdahil olması, çeşitli etmenlerin birbirine dolanması, düşüncenin biçimini ve içeriğini de belirlemektedir. Burada temel husus, nesnelerin zihindeki temsilleri değildir. Göçebe düşünmek gerçekliğin kendisini, göçebe bilince müdahil olan güçlerin varlığı ve göçebe özne ile düşünce arasındaki bağlantının betimlenmesidir. Düşüncenin coğrafyayla, toprak ve vatan ile olan bağlarını kurmasını sağlayacak olan düşünce perspektifi ise jeo-felsefi bir çözüm perstektifidir.
---
KAYNAKÇA
Birincil kaynakça YAPILANDIRILMIŞ GÖRÜŞMELER
- GÖRÜŞMECİ KADIN SELİN
Eğitim durumu Lisans Üstü(Uluslararası ilişkiler)
Doğum tarihi ve yeri 1990 / Ankara
Yaşı 30
Gittiği ülke Belçika
- GÖRÜŞMECİ KADIN MERVE
Eğitim durumu – Yuksek lisans (işletme) çalışıyor şirket çalışanı
Doğum tarihi ve yeri 1991 Manisa
Yaşı 29
Gittiği ülke Polonya
- “Göç, yerinden edilme ve eğitim: DUVARLAR YERİNE, KÖPRÜLER İNŞA ETMEK”, Küresel Eğitim İzleme Raporunun (2019).
- Nato Thompson, İktidarı Görmek: 21. Yyda Sanat ve Aktivizm, İngilizceden çev. Erden Kosova, Küy Yayınları, İstanbul, 2018.
- Marc Engelhardt, Sığınmacı Devrimi: Son Göç Dalgası Dünyayı Nasıl Tümüyle Değiştirdi, Çev. İlknur Aka, YKY Yayınları, İstanbul, Temmuz, 2020.
- Metis Defterleri Göçebe Düşünmek Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında, Hazırlayanlar. Ahmet Murat Aytaç, Mustafa Demirtaş, Aralık, 2014.
- Demet Lüküslü, Türkiye’de Gençlik Miti-1980 Sonrası Türkiye Gençliği, İletişim Yayınları, İstanbul, 2020.
- Gençlik Halleri, 2000’li yıllar Türkiyesi’nde Genç Olmak, Efil Yayınevi.
- Hayati Beşirli, Gençlik Sosyolojisi Politik Toplumsallaşma ve Gençlik”, Siyasal Kitapevi, 2013.
- Cumhuriyet gazetesi, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/batiya-egitim-gocu-905789.
- ), KARMA YÖNTEM ARAŞTIRMALARINA GENEL BİR BAKIŞ, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/70397.
- Birgün Gazetesi, 15.05.2020 11:00, “TÜİK açıkladı: Türkiye'de genç nüfus oranı yüzde 15.6'ya düştü” https://www.birgun.net/haber/tuik-acikladi-turkiye-de-genc-nufus-orani-yuzde-15-6-ya-dustu-301008.