Türkiye’de bugün 21 yıllık AKP iktidarında sosyolojiyle siyasetin harmanlanması sonucunda gelinen nokta; CHP’nin kurucu değerlerini referans alarak, toplumun taleplerini çağın ihtiyaçlarıyla birleştirip, bütünleştirerek yeni bir sosyal demokrat kimliğin inşasının zorunluluğudur.
14 ve 28 Mayıs seçimlerinde CHP’nin beklediği hedefe ulaşamayıp seçimleri kaybetmesi, öncelikle partide başarısızlığın nedenlerinin derinlemesine sorgulanması tamamlanamadan, bir boyutuyla duygusal, bir boyutuyla rasyonel gerekçelerle değişim tartışmalarını başlattı. Duygusal nedenleri yönetici elitlerin seçimin hemen ardından seçmenin duygusal çöküşüne ilişkin hesap verme gereğini duymaması tetiklerken, rasyonel gerekçeler mevcut genel başkan ve parti yönetimiyle başarının sağlanamadığı, aynı kadrolarla kaç seçime girilirse girilsin benzer tablonun ortaya çıkacağı argümanları üzerinden partide topyekûn bir değişim zorunluluğu taleplerini üretti.
Cumhurbaşkanlığı kazanılır mıydı sorusuna verilecek yanıt ise “mutlaka” değil, “belki”. Belki diyoruz. Çünkü; rekabetçi otoriter sistemlerde iktidar rakibine kazandırmama konusunda hayli maharetli olduğu için, garanti kazanacak bir aday ve seçimden söz etmek kolay değildir.
DEĞİŞİMİN TARAFLARI VE SAVLARI
Değişim adı altında süren tartışmalara mevcut parti yönetimi gerekçeleri ne olursa olsun ihtiyatlı yaklaşırken, bu ihtiyatın yönetsel statükolarını sürdürmekle de ilişkisi olduğu açık. “Hemen şimdi değişim” talepleriyle öne çıkanlar ise değişimi genel başkan değişimiyle sınırlı görürken, değişimi zamana yayarak, genel başkanın hemen değişmesi koşuluyla ideolojik, örgütsel anlamda daha geniş bir perspektifte değerlendirenlerden oluşan değişim taraftarları neredeyse her dönem olduğu gibi yine CHP’yi tartışıyor.
İster kısa vadede lider değişimi merkezli, isterse acil lider değişimiyle birlikte orta ve uzun vadede kapsamlı değişimin zorunluluğunu dillendirenlerin talepleri olsun, ortak kaygı yaklaşan yerel seçimlerde olası başarısızlığın hem ülkeyi hem de CHP’yi toparlayamayacağıdır. Haksız sayılmazlar. Mevcut yönetimin kamuoyunda oluşan tepkiyi ve seçim sonuçlarını okuma biçimi dikkate alındığında, partinin yönetici elitleriyle partizan olmayan partililerin, seçmenlerinin seçim kasırgasının nedenlerini okuma konusunda bir zihniyet uçurumu olduğu açık. Bu uçurumun potansiyel riski, CHP’ye oy veren seçmenin değişime ilişkin somut ve güçlü adımlar atılmadığı takdirde kısa ve orta vadede uçurumun dibinden çıkamayacaklarına ilişkin endişeleri.
Değişim tartışmalarının taraflarını birleştiren ortak nokta değişimin gerekliliğine dair uzlaşı iken, ayrıştıkları husus, “Neden” ve “Nasıl” sorularına ilişkin üzerinde uzlaşabildikleri yanıtların üretilememesi. Uzlaşamamaya dair farklı gerekçeler olsa dahi, örgütsel politik-psikolojik neden; işbaşındakilerin yönetsel egemenliklerine dayalı statükoyu koruma, yönetsel anlamda söz sahibi olmak isteyenlerin ise araçsal ya da idealist yeni bir yol bulma iddia ve talepleridir.
“Neden” değişim olması gerektiğine dair, yönetsel statükoyu korumakla yönetsel söz sahibi olma araçsallığı ve idealistliği temelinde yeni bir yol bulma arayışında olanların muhtemelen üzerinde uzlaştıkları yegâne konu, kısa vadede yerel seçimlerde başarılı olma zorunluluğudur. Kaygı verici olan ise; rasyonel anlamda tarafların “Neden” ve “Nasıl” bir değişim sorusuna yanıt anlamında mutabakata varamamaları, hatta refleksleri dikkate alındığında varamayacaklarının bugünden görünmesidir.
Oysa ki “Neden” sorusuna yanıt bulmak sade seçmenlerden akademik düzeyde meseleyle ilgilenenlere kadar uzanan tüm kesimler için zor değil. Bunu zorlaştıran, hatta imkânsızlaştıran; “ancak benimle değişim” şeklindeki araçsal politik saplantıdır. Partinin yeni bir yol arayışı zorunluluğunun şahısların politik mimarlıklarının vazgeçilmezliğine indirgenmiş olması CHP’nin yakın dönem siyasal tarihinin en can yakıcı sorunu olup, gelenekle bağının kopma nedenlerinin de başında gelmektedir.
Oysa ki parti geleneğinde CHP’lilik şartlar hasıl olduğunda bir ceketle gelenlerin, bir ceketle gidebilme özverisidir, hikmetinden sual olunmama değil, bizatihi varlığını partinin kuruluş felsefesinde yatan ideallere teslimiyettir. Parti geleneğinin olmazsa olmazı; elitler arasındaki rekabetin politik post kapma yarışına değil, yeni durumların ürettiği talepleri CHP şahsında kuruluş ilkelerini sosyal demokrasiyle harmanlayan temsiliyete dayalı bir politik ülküye dönüştürmektir. Mesele; statüko ile değişim tartışmalarının tüm taraflarının söz konusu ülkü hedefinde ne ölçüde içtenlikli oldukları ve kitleyi seferber edebilmek için politik ihtiraslarından vazgeçebilecekleridir.
Kurucu ideolojisinin referansını çağdaş sosyal demokrasi ilkeleriyle buluşturacak, seçmenin politik liman olarak göreceği CHP’ye bugün dün olduğundan daha fazla seçmen için ihtiyaç vardır.
NEDEN DEĞİŞİM?
Son seçimlerin sonuçlarına dair sade bir yurttaş olarak yapılacak okuma, genel seçimlerde başarısız bir CHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise sonucu ve hedefi itibarıyla bir başarısızlık, seçim coğrafyasında siyasi alışkanlıkları, tercihleri, değerleri, gelenekleri çok farklı olan kitleleri bir aday etrafında seferber etme, oy verdirme anlamında başarılı bir stratejinin kurulmuş olduğuydu.
Kılıçdaroğlu’nun yerine bir başka aday gösterilseydi, Cumhurbaşkanlığı kazanılır mıydı sorusuna verilecek yanıt ise “mutlaka” değil, “belki”. Belki diyoruz. Çünkü; rekabetçi otoriter sistemlerde iktidar rakibine kazandırmama konusunda hayli maharetli olduğu için, garanti kazanacak bir aday ve seçimden söz etmek kolay değildir. Olan olduğuna ve mevcut yönetici elitlerin hesap verme refleksi olmayan ya da sınırlı olan bir siyasal kültürel ortamda politik toplumsallaşmalarını tamamladıklarına göre, artık CHP elitlerinin örgütü, partizanları ve seçmenleriyle ileriye bakmaktan başka çareleri yok. Bu veri koşullarda “Neden değişim?” sorusunun yanıtı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Seçimlerde yönetici elitlerinin tüm iyi niyetlerine, çabalarına rağmen başarılı olamamış bir CHP var. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 48’lik bir kitleyi Kılıçdaroğlu lehine seferber etme ve oy verdirtme fiili aritmetik bir strateji olup, bunun önümüzdeki sürece dair
a priori kalıcı bir sosyolojik destek olarak okunması zordur. Okunsa bile, bunun maliyetinin olası işbirliklerinde yerel seçimlere yönelik olarak pazarlıklarda elin çok güçlü olmayacağıdır. Çünkü, Erdoğan karşıtlığında rakip adayın kazanması için bir araya gelen kitlenin bir kısmı yuvalarına dönmüş, seçimin ardından muhalefetin yaşadığı politik buhran nedeniyle bir kısmı ise artık yuvasız. Muhalif politik çatının başlarına yıkılması, çatıyı onaracak politik ustaların seçim gecesi ve bir süre ortaya çıkmaması dolayısıyla bir kısmı artık arafta dahi değil.
Dolayısıyla “Neden değişim” sorusunun yanıtı, bu kitlenin seçim sonrası yersiz, yurtsuz bırakılmalarıyla, günlerce muhatap alınmamalarıyla, parti elitlerinden seçmenlerine yaşanan psikolojik yıkım, politik buhran, krizde, bunun ürettiği temsiliyet çöküşünde gizli.
Seçim sürecinde büyük ölçüde başarılı biçimde yönetilmiş talepleri dillendirme üzerinden temsiliyet inşası, seçimin hemen ardından yerini çöküşe bırakmışsa, değişimin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Çünkü, siyasette kitlelerle temsil ilişkisi kurulamazsa, kitlenin soyut bir aygıt adına seferber edilmesi ve seçim kazanılması eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu kitlenin “artık kim için, niçin fedakârlık?” sorusunu sorması kadar sahici bir refleks yoktur. Bu ilişkinin yeniden kurulma ve güçlendirilme koşulu ise “Nasıl bir değişim? sorusuna verilecek yanıtta gizli.
CHP’nin bugün karşı karşıya kaldığı en büyük risklerden biri; geleneğin gücüne, marka değerine rağmen, kitle partisine uymayacak biçimde seçimlik-profesyonel parti niteliğine doğru savrulmasıdır.
NASIL BİR DEĞİŞİM?
CHP’deki değişim tartışmalarının yerel seçim öncesinde yeniden başlaması yerel seçim başarısı için bir risk unsuru olarak görülse de iyi yönetildiği takdirde, seçim başarısına katkısı olacaktır. Tartışmaların belirli bir aktör, ekip, grup tarafından başlatılmasından sonra parti için ortaklaşa yönetilmesi, tartışmaları başlatanların dışında, parti yönetici elitleri tarafından sahiplenilmesi durumunda yerel seçim sürecinde örgüt ve seçmenler adına katkı koyucu, sinerji yaratıcı olabilir.
Koşulu ise sürecin kişisel pozisyon merkezli düşünülmemesi, yönetici elitler tarafından da bu etiketle algılanmamasıdır. İzlediğimiz kadarıyla İmamoğlu ve ekibinin “iktidar için değişim” adındaki manifestosu bu anlamda değerli bir girişim olup, tarafların bunu nasıl bir değişim? sorusuna yanıt arayışında CHP için yeni bir siyaset tahayyülü olarak okumaları, katkı koymaları elbirliğiyle düşünsel sinerji üretimi anlamında önemlidir.
Tersi, dışlayıcı bir refleks olacaktır ki, bundan zarar görecek olan partiye dair kamuoyunda süratle aşınan algıdır. Kimi yorumcular manifestonun içi boş olduğunu dillendirseler de manifestonun bir başlangıç olduğu açık. Manifesto CHP’deki değişim adına başlatılan bir hareket, gerekliliğine dair savlar üzerine oturan, bu aşamada yönetici elitler dahil partililere, seçmene, örgütlere bir çağrı niteliğindedir. Hareketin öncü aktörlerinin nasıl bir değişim sorusuna dair muhtemelen yanıtları olmakla birlikte, beklenen; halk için, halkla birlikte önce değişimin zihinsel altyapısının inşası, ardından birlikte üretilecek somut çıktılarla toplumsallaştırılması ve kitleselleştirilmesidir.
Türkiye’de bugün 21 yıllık AKP iktidarında sosyolojiyle siyasetin harmanlanması sonucunda gelinen nokta; CHP’nin kurucu değerlerini referans alarak, toplumun taleplerini çağın ihtiyaçlarıyla birleştirip, bütünleştirerek yeni bir sosyal demokrat kimliğin inşasının zorunluluğudur. Bu yapılırken, kurucu değerlerin vizyonu parti için bir zenginliktir. Önemli olan bunların nasıl buluşturulacağı ve topluma sunulacağıdır.
Toplumun baskın pragmatik özellikleri siyasetin radikal siyasi eğilimler dışında, inanç, değerleri dışlamadan, kültürel değer temelli bölünmeler yerine sınıfsal bölünmelere dayalı kimlik inşası ve siyaset pratiklerini kolaylaştırmaktadır. Önemli olan; kimliklere, inanç, değerlere hak temelli statüsel ve eylemli eşitlik temelli yaklaşımla sınıfsal ittifakları netleştirmek, emek eksenli üretim ve paylaşım politikalarıyla yeni sınıfsal ittifaklar kurabilmektir.
Bu başarıldığı takdirde, CHP’nin sosyal demokrat bir parti olarak yeni toplumsal, sınıfsal ittifaklar kurması, bunları genişletmesi olasıdır. Bunun için olmazsa olmaz koşullardan biri de tabandan tavana yükselme ve elit devşirmeyle değişiminde, particilik performansı ve liyakatine dayalı bir kurumsallaşma gerekliliğidir. Cumhuriyetin kurucu partisinin bugün ancak 100 parti üyesinden 8-9’una sahip olması, üyelerin yarıya yakınının 3-4 büyük kentte kayıtlı olması, bazı illerde sayıları 1000’e ulaşmayan örgütsel yoğunluk sorunu, CHP’nin topluma yayılmasının önündeki temel engellerden biridir.
Bu üyelerin parti aktivizmi de parti faaliyetlerine katılım örneğinde seçim kampanyaları dışında çok düşüktür. CHP’nin bugün karşı karşıya kaldığı en büyük risklerden biri; geleneğin gücüne, marka değerine rağmen, kitle partisine uymayacak biçimde seçimlik-profesyonel parti niteliğine doğru savrulmasıdır.
Oysa ki siyasi partiler yaşayan organizmalar, örgütleriyle sürdürülen tarihsel belleklerdir. CHP’nin “dededen toruna CHP’lilik” kimliğini yeniden inşası partinin geleceği için elzemdir. Kurucu ideolojisinin referansını çağdaş sosyal demokrasi ilkeleriyle buluşturacak, seçmenin politik liman olarak göreceği CHP’ye bugün dün olduğundan daha fazla seçmen için ihtiyaç vardır. Mesele bu ihtiyacın nasıl karşılanacağı konusunu elitlerinin dert edinmesi ve karşılığı olacak adımlar atması.