Fransa’da Seçim: Oyunu düzenli olarak neden sadece Le Pen artırıyor?

Abone Ol
Bu seçmenlere kolaylıkla “faşist”, “aşırı sağcı”, “cahil” diyebilir miyiz? Yoksa yıllardır çözülmeyen sorunlar yumağını ve bu yumağın yarattığı öfkeyi iyi yöneten siyasetçilerin peşinden gitmeleri aslında gayet insani bir durum mu?“Votezescroc, pas facho!” Fransızca bu slogan 2002 yılının Fransa Başkanlık Seçimleri’nin ikinci turunda Fransızların çevresinde birleştiği slogandı. Türkçeye “Faşiste değil; hırsıza oy ver!”  olarak çevrilen sloganın arkasından Fransız seçmenin %82’si gitti. Faşist yerine hırsızı seçip Cumhurbaşkanı yaptılar. Yani Jean-Marie Le Pen’i %18’de bırakıp yerine Jacques Chirac’ı %82 oyla Cumhurbaşkanı seçtiler. Jacques Chirac çoktan emekli oldu hatta partisi de 2017 yılında 2002’deki gibi ikinci tura kalmayı dahi başaramadı; fakat Jean-Marie Le Pen’in fikriyatı giderek büyüyor ve partisi Milliyetçi Cephe’yi bıraktığı kızı Marine Le Pen, 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde ikinci turda, üstelik merkez sağ ve merkez solun daha ilk turda elendiği bir ikinci turda, oylarını 2002’nin iki katına çıkarmayı başardı. 2002 kadar sert olmasa da yine tüm partiler Milliyetçi Cephe’ye karşı birleşti. Kazanan En Marche hareketi lideri Emmanuel Macron oldu. Bu sefer partilerin üzerinde birleştikleri fikir Macron’un bir rakip olduğu fakat Le Pen’in bir Cumhuriyet düşmanı olduğuydu. ” 2017’de Yeşil Gazete için yazdığım yazıya bu şekilde başlamıştım. Kaseti hızlıca ileri bugüne saralım.  O günden Fransa Başkanlık Seçimleri’nin yapıldığı geçtiğimiz Pazar’a kadar renkler biraz daha belirginleşmiş durumda. Örneğin artık klasik bir merkez sol parti olan Sosyalist Parti yok. Sosyalist Parti’nin adayı olan ve aynı zamanda Paris Belediye Başkanlığı görevini de yürüten Anne Hidalgo oyların sadece %1.8’ini alabildi. Ve yine örneğin artık klasik bir merkez sağ parti de yok Fransa’da. 2002’de oyların %82’sini alabilecek bir aday çıkartabilen “Cumhuriyetçiler” bu seçimde %4.8’de kaldılar. Fransa’nın klasik merkez partilerinin aldıkları toplam oy oranı sadece %6.6! Başka belirginleşen renk de Marine Le Pen’in ve partisi Ulusal Cephe’nin her seçimde oylarını artırarak varlığından tartışılmayan tartışmalı bir figür haline gelmiş olması. Artık Fransa’da merkezi, ideolojik olarak tanımlamanın güç olduğu “İlerleyen Fransa!” hareketinin lideri Emmanuel Macron, aşırı sağ geçmişini unutturmaya çalışan ama bal gibi aşırı sağ olan Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen ile demokratik sosyalist olarak tanımlanabilecek olan Boyun Eğmeyen Fransa’nın lideri Jean-Luc Mélenchon’dan oluşuyor. Avrupa’nın ortasında gerçekten ilginç bir üçlü! 
Günün birinde Le Pen ya da Le Pen’lik Fransa’da iktidara gelecek. 2002’de %18’de tutulan bu görüş, 2017’de %34 oy aldı. Şu anda yapılan anketlerde ise oyu %45’e dayanmış durumda.
Pazar günü de Mélenchon son anlara kadar Le Pen’i sıkıştırmayı başarmasına rağmen ne yazık ki geçemedi ve ikinci tura kalamadı. Eğer kalabilseydi başka bir Fransa ve Avrupa’dan bahsediyor olacaktık. Şimdi ikinci turu (çok ama çok düşük bir ihtimal olmasına rağmen) Le Pen kazanırsa bambaşka bir Fransa ve Avrupa’dan bahsediyor olacağız. Fakat bu ihtimallerin hepsinin dışında bir gerçek var ki o da şu: Böyle giderse günün birinde Le Pen ya da Le Pen’lik Fransa’da iktidara gelecek. 2002’de %18’de tutulan bu görüş, 2017’de %34 oy aldı. Şu anda yapılan anketlerde ise oyu %45’e dayanmış durumda. Durum öyle bıçak sırtı ki ilk turda kaybeden adayların seçmenlerine Macron’u işaret etmesi yetmeyecek diye partilerin eski liderleri ya da eski Cumhurbaşkanları da Macron’a oy verilmesini talep eden açıklamalar yapmaya başladılar. Peki, neden bu durum böyle? Fransa’da ya da bir başka ülkede neden insanlar çözümü aşırı sağda, popülist sağda ya da siyaseten ne dediği anlaşılmayan ve bir “vuku bulma” halinde ortaya çıkan ve sonrasında kaybolan siyasilerde/partilerde görüyorlar? Bu seçmenlere kolaylıkla “faşist”, “aşırı sağcı”, “cahil” diyebilir miyiz? Yoksa yıllardır çözülmeyen sorunlar yumağını ve bu yumağın yarattığı öfkeyi iyi yöneten siyasetçilerin peşinden gitmeleri aslında gayet insani bir durum mu? Krizler çağından geçiyoruz. Ekonomik kriz ve işsizlik artık o kadar kanıksandı ki bir tür “krizde anlaşma” halini yaşıyoruz. Biz Türkiye’de çok derin ve korkutucu bir süreç yaşadığımız için Avrupa ya da Amerika bize göre her zaman çok ama çok iyi durumdalar fakat özellikle genç işsizliği ve güvencesizlik yaygın bir problem. Sosyal kriz kendisini mülteci ve göçmen krizi olarak gösteriyor. İnsanlar işsiz kalmalarını, ekonomik olarak yoksul duruma düşmelerini “sonradan gelene” yükleyen politikacılara kulak kabartıyorlar. Bu krizler ortaya çıkarken kılını kıpırdatmayan merkez politikacılara inançları yok çünkü. Son olarak da ekolojik kriz. Hala çözümlere “sıradan insanlara” fatura çıkartarak ulaşılacağına dair yaygın inanca karşı bir yanıt geliştirilemedi. Ekolojik krizi çözmenin ekonomik krizi de çözeceği ve dahası sosyal krize de yanıtlar getireceği elle tutulur bir şekilde anlatılamadı. Ukrayna’nın işgali ile ortaya çıkan enerji sorunu her geçen gün aciliyeti artan ekolojik krizin görmezden gelinmesine biraz daha fırsat vermiş durumda. Bu elbette Fransa Yeşilleri’nin tek başına bulacağı bir yanıt değil. Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda, biz… Oturup bunu düşünmeli ve yanıtlar bulmalıyız. Yoksa insanları bu popülist hareketlere iten bir sebep de ekolojik krize karşı duydukları öfke olacak. (Fransa Yeşiller’i demişken, aday Yannick Jadot seçimi %4.4 ile tamamladı. Parlak bir oran değil!)
Pandemi bize kurduğumuz birlikteliklerin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi ve Trump, Orban, Bolsonaro, Duda gibi liderler artık seçim kazanabiliyor ve bir geldiklerinde cismen gitseler de fikren verdikleri zarar kalıcı oluyor.
Kısaca söylemek gerekirse insanları, seçmenleri aşırı sağın vadettiği koruma alanlarına muhtaç halde olmaktan çıkartacak politikalar üretmeliyiz. 5 yıl önce “Gerçek hayatta yaşamına dokunulmayan fakat seçimden seçime sandık politikası ile yenilen kitleler daha çok savrulacaktır. Çünkü onları bir araya getiren sorunlar büyüyor. İnsanlar da bu sorunlardan kendilerini korur gibi duran bu aşırı sağcı partilerin safına itiliyor.” diye yazmıştım. Durum ne yazık ki artık daha da kritik bir boyutta. Ülke sınırları tekrar belirginleşiyor; göçmenler kendi aralarında dinlerine ve ten renklerine göre ayrılıyor; Pandemi bize kurduğumuz birlikteliklerin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi ve Trump, Orban, Bolsonaro, Duda gibi liderler artık seçim kazanabiliyor ve bir geldiklerinde cismen gitseler de fikren verdikleri zarar kalıcı oluyor. Krizler çağında toplumsal kesimler korumasız ve ilerlemeyi hayal etmeyi bırakın elindekini koruyup koruyamayacağından bile kaygılı durumda. Aşırı sağ onlara bir koruma alanı vaat ediyor. Bu geleceği olmayan ve hatta tarihe bakınca sonu felaketle biten bir koruma fakat inanması çok kolay bir yol. İnsanlara umut vermek, onların korkularını ciddiye almak, onların sorunlarına yanıt bulmak gerek. Uluslararası merkezlerde, ulus ötesi yapılarla bulunan çözümler insanlara ulaşmıyor. Bu tekrar küreselleşme öncesi döneme dönmeyi çözüm olarak sunan bir gerileme yazısı ve önerisi değil. Küreselleşmeyi tekrar ve bu sefer insan ve doğa merkezli kurmamız gerektiğine işaret eden bir yazı ve öneri.