Loading...
Medyanın vasatlaşmasında, iktidarın medya üzerinde kurduğu tahakkümü yine bu alanda kendi kişisel konfor alanları genişlediği için itiraz etmeyen hatta onun parçası olan bir grubu temsil etmektedirler. Bu açıdan özellikle laik kesimden gelerek bugün siyasi iktidarın birer ideolojik taşıyıcısı ve organik aydınlarına dönen bu isimler, bir anlamda AK Parti’nin “Laik Beyaz Türkleri”dir.Bu açıdan Alçı da Özkök burada birer sembol. Özellikle de Alçı. Bu iki ismin temsil ettikleri şey özünden birbirinden farklı olsa da iktidarın makro düzeyde yürüttüğü toplumsal ve siyasal dönüşümün, kendi kişisel konforları bozulmadığı hatta tersine konforları arttığı için sessiz kalmış ve sürecin gönüllü parçası olmuşlardır. Sadece bu değil elbette temsil ettiği Alçı ve Özkök’ün. Dahası medyanın vasatlaşmasında, iktidarın medya üzerinde kurduğu tahakkümü yine bu alanda kendi kişisel konfor alanları genişlediği için itiraz etmeyen hatta onun parçası olan bir grubu temsil etmektedirler. Bu açıdan özellikle laik kesimden gelerek bugün siyasi iktidarın birer ideolojik taşıyıcısı ve organik aydınlarına dönen bu isimler, bir anlamda AK Parti’nin “Laik Beyaz Türkleri”dir. Elbette bu isimler zaman zaman iktidara yönelik eleştirel yazılar, konuşmalar duymak mümkündür ama bunların hepsi bu konjoktürde “eleştirimsi”den öte anlam taşımaz. Bu isimlerin temsil ettiği şey özünde iktidar nimetlerinden, iktidar olma gücünden faydalananların lümpenleşmesidir. Sahicilikleri ve toplumsal karşılıkları yoktur. Laik kesimde de yoktur, iktidar tabanında da. Bunları siyaseten muhatap alan sana siyasi iktidar ve iktidarla ilişkilerinden dolayı çalıştıkları medya kurumlarıdır. Bugün Türkiye’nin önündeki tercih bu isimlerin temsil ettiği dönemin, siyasal anlayışın, siyasi ilişkiler ağının sona ermesi ya da etmemesidir. Rahatlıkları ise iktidar döneminde içeride ve dışarıda genişlettikleri konfor alanlarının varlığıdır. Sonuçta sahip oldukları bu konfor ile her yerde sahip oldukları yaşam tarzını sürdürmelerinde bir sakınca yoktur. Şu çok açık. Burada mesele basit biçimde gezilere iktidara yakın isimleri davet etme ya da etmeme değildir. Seçilen isimlerin temsil ettikleri değerler de en az meslekleri kadar önemli olmalıdır.
Muhalefet kanadında İmamoğlu’nun siyasi gücünden şüphe etmeyen geniş bir toplumsal kesim vardır. Ancak bu geniş kesimin içindeki geniş bir bölümünde İmamoğlu’na karşı bir güven sorunu vardır.İMAMOĞLU’NUN AŞMASI GEREKEN GÜVEN SORUNU Tartışmanın diğer boyutu kuşkusuz İmamoğlu’nun kendi siyasal geleceğiyle ilgilidir. Gezi boyunca İmamoğlu’nun konuşmalarının içeriği, verdiği mesajlar, sembolik kelimeleri, bu fotoğraf ile birleştirdiğimizde İmamoğlu’nun verdiği, Cumhurbaşkanlığı adaylığı yarışında güçlü biçimde “ben varım” mesajıdır. Ki, İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte en güçlü adaydır. Ancak adaylığını bir zorunlu tercih olmaktan çıkarıp, bir dayatmaya dönüştürdüğü andan itibaren hakkında var olan tüm güvensizlikler beslenir ki, bu fotoğrafla birlikte bu olmuştur. Burada bir parantez açarak hemen şunu ifade edelim. Muhalefet kanadında İmamoğlu’nun siyasi gücünden şüphe etmeyen geniş bir toplumsal kesim vardır. Ancak bu geniş kesimin içindeki geniş bir bölümünde İmamoğlu’na karşı bir güven sorunu vardır. Bunun temelinde seçildiğinde parlamenter sisteme -hukuki gerekçeler bahane edilerek- dönmeme, ikinci bir Erdoğan olacağı yönünde endişe ve korku vardır. Buna ek olarak siyasetteki Karadenizli hegemonyasına olan negatif bakışı da ekleyelim. İmamoğlu ve ekibinin bütün bunların farkında olmaması mümkün değildir. Farkında olunan bu endişelere gidermek konusunda siyasi bir irade gösterilmiyorsa; burada açık bir sorun daha önemlisi tercih var demektir. O sorunun kaynağı da birinci adamlardan çok onların çevresinde olan ikinci adamların küçük iktidar hedeflerinden başka bir şey değildir. Nitekim son fotoğraf krizinde de bunu görüyoruz. Elbette demokrat bir belediye başkanının yapması gereken sadece kendine yakın, kendini destekleyen medya grubu temsilcilerini değil, kendisine mesafeli olan medya gruplarının temsilcilerini de etkinliklere, programlara davet etmesidir. Olması gereken budur. Ki İmamoğlu bunu yapmıştır. Aldığımız bilgilere göre Karadeniz gezine sadece fotoğraftaki isimler değil başka gazetelerden isimler de davet edilmiştir. O fotoğraftakilerin dışında Milliyet’ten Selay Saykal, TGRT’den de Ziya Osman Açıkel de varmış. Hatta bizim yazarımız ve aynı zamanda Rawest Araştırma Yöneticisi Roj Girasun da vardı.
Burada mesele basit biçimde gezilere iktidara yakın isimleri davet etme ya da etmeme değildir. Seçilen isimlerin temsil ettikleri değerler de en az meslekleri kadar önemli olmalıdır.Ama medyaya servis edilen fotoğrafın davet edilen tüm gazetecilerle çekilmiş olan değil daha dar ve seçilmiş isimlerden oluşan bir grupla çekilmiş olanı olması bir iletişim kazasını değil siyasi bir tercihi ifade etmektedir. Nitekim fotoğrafa kamuoyundan gelen tepkiler sonrasında İmamoğlu’nun Basın Danışmanı Murat Ongun’un verdiği; “Biz bu tartışmaları önemsemiyoruz. Bu eleştiriler 200-300 kişinin kendi arasındaki yorumları, eleştirileridir. … Nagehan Alçı oralarda çok seviliyor. Ben kendi başıma yapmıyorum ki, bu listeyi kendi başıma hazırlamadım. Gezi hazırlarken listeyi sayın başkana sunuyorum. Sayın başkan onay vermeseydi ben bu geziyi düzenleyebilir miydim? İmamoğlu'nun keyfi yerinde. O, bu tartışmalara bakmıyor. Biz genel fotoğrafın bütününe bakıyoruz.” cevabı, fotoğrafın iletişim kazası değil iradi bir tercih olduğunu gösteriyor. Ki ben İmamoğlu’nun bu kadar rahat olduğundan şüpheliyim açıkçası. Benzer bir okuma ve açıklama Sayın İmamoğlu’ndan da gelmiştir. İmamoğlu, sonraki gezilere Abdülkadir Selvi’nin de davet edileceğini açıklamıştır. Yukarıda değindim, mesele Abdülkadir Selvi’nin davet edilmesi değildir. Hatta Selvi dışında iktidara yakın isimler de davet edilebilir, edilmelidir de. Hatta sadece konvansiyonel medya değil, Alçı ve Özkök’ün ettiği lümpenlaşmenin sonucu alternatif medyada gazetecilik yapan isimler de davet edilmelidir. Burada temel sorun, davet edileceklerin kamusal alanda temsil ettikleri ya da edemedikleri değerlerdir. Ekrem İmamoğlu, Türkiye siyasetinde geleceği olan isimlerin başında geliyor. Ama “erken iktidar hastalığı”nın da bu topraklarda hayli yaygın olduğunu unutmamak gerekiyor.