Firarinin dönüşü
45 baharında Kızıl Ordu, Berlin’e girdiğinde Alman ordusunun yerinde yeller esiyordu. Reşit olmamış çocuklar, şehirde barikatlar kurup savaşmaya çalışıyordu. Askerler öbek öbek firar ediyordu.
Birden çok varsa sorun değil ama eğer bir tek makineli tüfeğiniz varsa onu kendi ordunuzun arkasına yerleştirirsiniz.
Başında oturan kişinin yegane görevi de düşmanı öldürmek değil, askerlerin kaçmasını engellemektir.
Askerin firar etmesi orduyu içten çürütür, yok eder.
Düzen yeniden tesis edilemeyecesine bozulur, firar düşüncesi bir salgın hastalık gibi askerlerin arasında yayılır, oluşan güvensizlik ortamı emirlerin uygulanmasını neredeyse imkânsız kılar.
Ast-üst ilişkisi biter, hiyerarşi berhava olur.
O cephe düşer mutlaka.
Ama savunulacak bir yer hep vardır, çizgiyi biraz daha-biraz daha geri çekseniz de savaş bitmemiştir, insanlara, emrinizi dinleyecek, söz geçirebileceğiniz askerlere ihtiyacınız vardır.
45 baharında Kızıl Ordu, Berlin’e girdiğinde Alman ordusunun yerinde yeller esiyordu.
Reşit olmamış çocuklar, şehirde barikatlar kurup savaşmaya çalışıyordu.
Askerler öbek öbek firar ediyordu.
Sadece düşük rütbeli askerler değil, Himmler bile firar etmenin peşindeydi, şartları konuşuyordu.
Çöküş’te Hitler’in sığınaktan çıkıp çocuk-askerleri teftiş ettiği sahne…
Meydan o çocuklara kalmıştı.
Brad Pitt’in başrolünde bir tankçıyı oynadığı Öfke de aynı tarihlerde geçer.
Müttefik ordusunda görev yapan Çavuş Collier, tankı ve ekibiyle savaşı bitirecek darbeyi vurmaya çalışmaktadır.
Orada da tank bozulduğunda bir Alman müfrezesiyle karşılaşırlar ve gene gepegenç yüzler görürüz eprimiş üniformaları içinde.
Artık sona gelinmiştir savaşta, 1945 Nisanı…
Martta Remagen köprüsü düştü, zaten nisanda her yere girildi, mayısta teslim….
Askerler hâlâ firar ediyorlardı.
Yolunu bulan, becerebilen herkes nereye olduğuna bakmadan askerden kaçıyordu.
Cezası idamdı ama hiçbir şey durduramıyordu kaçışları.
Yüzbaşı filmi de aynı tarihlerde geçiyor.
Savaşın bitmesine birkaç hafta kala Willi Herold adlı er de birçokları gibi ormana doğru koşarak firar eder ama peşinde de onu yakalamaya çalışanlar vardır.
Bir şekilde onlardan kurtulmayı başarır ama iş bununla bitmez tabii.
Ne yiyecek, nerede saklanacak, ne yapacak, nerede barınacak…
Müttefikler yakalarsa savaş esiri olarak tutuklanacak, Nazilerin eline geçerse muhtemelen orada idam edilecek.
Sivillerden de destek göremeyeceğine göre…
Willi Herold’ın önünde pek de seçenek yok gibiydi.
Ama talih onu bambaşka bir yere sürükledi, yola saplanmış bir arabanın içinde bir Nazi yüzbaşısına ait kıyafetler buldu, onları giydi.
Az önceki ne yapacağını bilmeyen firari er gitmiş, yerine sırma apoletleri içinde muktedir bir Nazi yüzbaşısı gelmişti.
Önce, ordusundan ayrı düştüğünü söyleyen bir firari er çıktı karşısına.
Zaten bütün firariler aynı şeyi söylüyorlardı.
Bir yerde bozguna uğramışlardı, ordunun yarısı öldürülmüştü ve kendisi nasılsa kurtulabilmiş ve şimdi yeniden dahil olabileceği bir ordu arıyordu.
Beni idam etmeyin, demenin askerler içindeki tercümesiydi.
Yüzbaşı Herold onu yanına aldı, daha sonra başkalarını ve daha başkalarını…
Günlerdir aç olan karnını bulduğu üniforma sayesinde gönlünce doyuruyor, içkiler içiyor, herkesten saygı görüyordu.
Konuşması değişmişti, tavrı, hitabı, edası, her şeyi bir yüzbaşı üniformasıyla başkalaşmıştı.
Emirler yağdırıyordu.
Doğrudan Hitler’e bağlı olarak asker kaçaklarına dair bir rapor hazırlamakta olduğunu söylüyordu.
Bütün kapılar açılıyordu ona.
İnsanlar bir asker kaçağını yakalayıp getirdiklerinde çekinmeden tetiği çekiyordu.
Firara asla tahammülü olmadığını söylüyordu, Hitler’in doğum gününde her şeye sil baştan başlayacaklardı ve çekilme bitecek, düşmanı yeniden kovalayacaklardı.
Sonra, firar eden askerlerin toplandığı bir kampta buldu kendini.
Hiçbir acıması yoktu, otuzar kişilik üç grubu çukurlara doldurdu ve uçaksavarlarla ateş açtırdı üstlerine, sonra taramalı tüfeklerle taradılar cesetleri…
Diğer subaylardan bazıları bu yapılanların “insanlığa karşı” işlenmiş suçlar olduğunu söylüyorlardı.
Beş sene önce gençlerin gönüllü yazıldığı ordu şimdi onların hapishanesi olmuştu.
Kaçmak hiç kolay değildi ama kalmak, dayanmak daha da zordu.
Savaş başladığında aynı rüyayı gören insanlar, bu rüya uğruna Norveç’ten Dunkirk’e gidenler, Afrika sıcağını, Rus kışını yaşayanlar şimdilerde rüzgârın kaldırdığı pamuklar gibi dağılıyorlardı.
Ne olunca aynı rüyayı görür, aynı marşları haykırır, aynı nutuklarla kendimizden geçer, aynı hayallerin peşinden gözümüz kapalı koşarız?
Ve, ne olunca uyanırız ansızın?
Willi Herold bu soruları yanıtlamamız için bize yardımcı olabilir diye düşünüyorum.
1925 doğumlu Willi, 43’te askere çağrılmış, yani on sekizindeyken giymiş er üniformasını, 45’te firar etmiş, aynı gün bulduğu bir yüzbaşı üniforması sayesinde yeniden dönmüş askere.
46’da yirmi bir yaşındayken “savaş suçlusu” olarak idama mahkûm edilmiş.
Kim bu Willi Herold?
On bir yaşındayken Hitler Gençliğinden atılmasına bakarak, aynı ülküleri paylaşmayan, savaşmak istemeyen bir delikanlı mı?
Fırsatını bulduğundan firar eden gönülsüz bir asker mi?
Yoksa gücü eline geçirdiğinde acımasızca herkesi ölüme yollayan bir zalim mi?
Olamamış bir Hitlercik mi Willi Herold?
Bunlar da ilginizi çekebilir