Filistinli ve İsrailli iki anne yan yana

Abone Ol
The Parents Circle… Bir gün, Türkiye’de şehit anneleri ile PKK’lı çocuklarını kaybetmiş annelerin bir araya gelerek böyle bir dernek kurduğunu düşünebilir miyiz?

Loading...

Sanırım geçen haftanın en önemli gelişmelerinden birisi Türkiye ile İsrail’in karşılıklı elçilerini yeniden atamaya karar vermeleriydi. Dış politika uzmanı gibi konuyu değerlendirme yetisine sahip değilim ama dinlediğim ve okuduklarımdan anladığım, bunca zaman sonra bu normalleşme adımının gerçekleşmesinin önemli olduğuydu. Bu vesileyle ben de konuyu, İsrail-Filistin anlaşmazlığı veya sorunu bakımından ele almak istedim. Ancak konuya her zaman duyduğumuz üzere ölüm sayıları, devletler, haklılık-haksızlık gibi bir pencereden değil daha farklı bir yerden yaklaşacak ve bu konuda iki toplum nezdinde süren bir girişimden bahsedeceğim. Bu girişim barış için uğraşan bir sivil toplum kuruluşu olan The Parents Circle ve en önemli özelliği, aralarına katılmak için ister İsrailli ister Filistinli olsun, kişinin ailesinden yakın birisini bu uyuşmazlıkta kaybetmiş olmasının gerekmesi. Nitekim kuruluşun websayfasında gezinildiğinde bu şekilde evlatlarını kaybetmiş bir çok kişiyi ve onların hikayelerini bulmak mümkün
Bu girişimin (The Parents Circle) en önemli özelliği, aralarına katılmak için ister İsrailli ister Filistinli olsun, kişinin ailesinden yakın birisini bu uyuşmazlıkta kaybetmiş olmasının gerekmesi…
Kuruluşun içinde yer alan Robi Damelin ve Layla Alsheikh adlı İsrailli ve Filistinli iki kadınla iki hafta önce Anlaşabiliriz adlı podcastim için konuştum. Yoğun gündemleri dolayısıyla, konuşmak için haftalar öncesinden sözleşmiştik. Herkese olduğu gibi onlara da önceden sorular göndermiştim ve mülakata onların bu soruları cevaplaması şeklinde başlamayı düşünürken, Robi bir anda bana görüşmemiz öncesinde yazdığı bir mektubu okumak istediğinden bahsetti. Altmışa yakın program yaptım ve ilk defa konuklarımdan birinin böyle bir isteğiyle karşılaştım. Ama tabii ki kabul ettim zira görüşmemizin tarihi 9 Ağustos’tu. Gazze’deki üç günlük en son bombalamanın ateşkesle sonuçlanmasından bir gün sonra! İsrail-Filistin gibi bu denli uzun soluklu ve halen süregiden bir anlaşmazlığın, kendi gündemini beklenmedik şekilde dayatabilmesi, insanı hazırlıksız yakalama gerçeğini bir anda fark ettim. Nitekim Robi mektubu okurken, bunu beklemeliydim diye düşündüm ve bir yandan da bu mülakat için yaptığım hazırlığın yetersiz kaldığını düşündüm. BARIŞ, SAVAŞMAMA HALİ DEĞİL Oysa Robi ve Layla ile İtalya’nın Sardinya adasında, Haziran ayında gerçekleşen ve daha önce burada bahsettiğim onarıcı adaletle ilgili bir toplantıda tanışmıştım. Bu nedenle de yaşadıkları derin acının aralarındaki bütün ayrılıkları aşabilmesine; inanılmaz bir empati ve aralarında adeta bir ortak kader yaratmasına; başkalarının bu acıyı yaşamasını istememeleri gibi noktalara odaklanmıştım. Oysa İsrail-Filistin sorunu bitmiş değildi ve bunun sadece Layla’nın bulunduğu Batı Şeria ve benim de görmüş olduğum Beytüllahim ayağı değil, bir de Gazze ayağı vardı. Üstelik Gazze’de yaşayanlar bakımından şartların ne kadar daha zor olduğu biliniyor. Nitekim Robi’nin görüşmede vurguladığı gibi aralarındaki uyuşmazlık devam ederken iki toplum arasındaki ilişkiyi düzeltmek için çabalayan tek kuruluş belki de kendilerininkiydi. Onların da söylediği gibi, bir barış anlaşması ile bir Avrupa başkentinde bir şeylerin konuşulması hatta bir metne dökülerek imzalanması, iki toplum arasındaki ilişkilerin düzelmesi, normalleşmesi, toplumların bir biri ile diyalog kurabilmesi anlamına gelmiyor. Barış, savaşmama hali değil. Nitekim daha yeni iki haftalığına İrlanda’ya gitmiş olan bu iki kadın neredeyse yirmi yıldan önce imzalanmış bir barış anlaşması olmasına rağmen adada halen iki toplum arasında bir uzlaşma yahut normalleşme olmadığını dile getirdiler. Layla’nın sözleriyle bu ancak “birbirimize gidip gelmemiz, normal bir hayat yaşamamız” ile mümkün olabilirdi. Bu bağlamda, Robi’nin yazdığı mektubun Filistin ve İsrailli annelere hitap ederek başladığını; aynı dili konuşmasalar ve aynı ayrıcalıklara sahip olmasalar hatta biri işgal altında ve sadece adalete değil hareket özgürlüğüne de eşit şekilde sahip olmasa da, paylaştıkları bir şeyin çocukları için olan sevgileri olduklarına ilişkin olduğunu vurgulamak isterim. Bu dilin birbirlerini tanımayan hatta birbirleri ile karşılaşma olasılıkları çok sınırlı noktalara gelmiş iki toplum için ne kadar empatik, insani ve ne kadar aynı acıya odaklanmış bir dil içerdiği açık. (Mektubun devamını dinlemek programı izleyeceklere nasip olacak).
Halen birinin toprağı diğerinin işgalinde olmasına rağmen, evlatlarını kaybetmiş bu iki kadın, ortak acıları üstünden bir barış talebinin sözcüsü olabilmişti.
Halen birinin toprağı diğerinin işgalinde olmasına rağmen, evlatlarını bu anlaşmazlıkta kaybetmiş bu iki kadın, birbirleri ile ortak acıları üstünden bir barış talebinin sözcüsü olabilmişti. Kendilerine hükümetlerin kuruluşlarına dair tepkisini sorduğumda evlatlarını kaybettikleri için onlara engel olunmadığını ama büyük bir destek de görmediklerini söylediler. Bu aynı zamanda, kendi ülke ve toplumlarında da çok büyük bir coşkuyla karşılanmadıkları ve birçok olumsuz tepkiye göğüs germeleri anlamına da geliyordu. İki taraf için de bu tepkilerin neler olabileceğini tahmin etmek herhalde Türkiye’de yaşayan bir kimse için hiç de zor olmasa gerek. Buna rağmen umutla devam etmelerine, çabalamalarına hayran olmamak elde değildi. Ama asıl onlarla konuşurken kafama takılmış olan deli soru şuydu: Bir gün, Türkiye’de şehit anneleri ile PKK’lı çocuklarını kaybetmiş annelerin bir araya gelerek böyle bir dernek kurduğunu düşünebilir miyiz? NOT: Eylül ayındaki programda, Robi ve Layla ile olan mülakatı dinleyicilerle buluşturmayı hedefliyorum. Ancak program İngilizce olacak. Bu nedenle konuya İsrail-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesinin şerefine kısaca değinmek istedim.