Fenomenler dünyası
Eskilere göre daha refah içindeyiz ama huzurumuz kalmadı. Demokrasileri baş tacı ettik ama halen köle gibi çalışıyoruz, özgür değiliz. Platon’un tasvir ettiği mağara alegorisinin birebir aynısını yaşıyoruz. Birileri uyansın ve diğerlerini de uyandırsın!
Fenomenlerin ünlülerden rol çaldığı bir dönemden geçiyoruz. Platon’un fenomenler dünyasından, Husserl’in fenomenolojisinden bihaberken, fenomenlerin dijital makinelerimizin sosyal ağlarından önümüze çıkmasına engel olamıyoruz. Hatta dizi izler gibi onların renkli hayatlarının can sıkıntımıza iyi geleceğini düşünüyoruz. Öyle ki artık bir çocuktan büyüdüğünde fenomen olmak istediğini işitebiliyoruz.
Fenomenler dünyasında yaşarken, Platon nasıl bir cehalet içinde olduğumuzu anlatıyor. Bize bir tasvir sunuyor: Yeraltında mağara gibi bir yerde insanlar var. Çocukluklarından beri ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuşlar. Ne kımıldayabiliyorlar ne de burunlarının ucundan başka bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş var arkalarında.[1] Ve önlerinde bir duvar. Dışarıdan insanlar geçiyor ellerinde kuklalar taşıyorlar. Ve o kuklalar ateş sayesinde duvara yansıyor. Elleri kolları bağlı insanlar her şeyi gölgeler olarak görüyorlar. Hayatları boyu o gölgeleri gerçek sanarak yaşıyorlar. O insanlardan ne farkımız var?
Platon’un kurgusunda mağaradan kurtulan adam gerçek dünyayı gördüğünde gözleri kamaşır. Görünenlerin arkasındaki gerçekle yüzleşir. Ve bir kere gerçeğe temas etti mi, o boş hayallere dalmak istemez, eskiden yaşadığı gibi yaşamaya devam etmek istemez. Bu uyanış cehaletten arınmadır. Aydınlığa çıkan bir daha o karanlığa dönmek istemez. Fakat karanlık delik hepimizi yutmaya hazır. Işığı unutmuş bu gözlerin karanlıklar içinde düşünmesi o kadar kolay değil. Gerçek bilgiye gerçek dünyaya aç bizler, o gölgeleri yorumlayarak günleri geçiriyoruz. Ağaçta gördüğümüz tüm meyvelerin bizim olduğunu sanıyoruz. Yeri dökülenleri, çürüyüp toprağa karışanları toplayamıyoruz ve gerçekte kaçının tadına bakabiliyoruz? Görünen ve gerçek birbirinden sert ve kalın bir duvarla ayrılıyor, aldanıyoruz.
Şehrin ışıklarından yıldızları göremiyoruz artık. Kuzey yıldızımızı kaybettik, sahte dünyamızda yönümüzü bulamıyoruz. Gelip geçiciliğin peşine düşmüş bizler için tek gerçek gördüğümüz sanılar! Enformasyon ağımız oldukça hızlı artık, bilgiye çabuk ulaşıyoruz ama bir o kadar kör ve cahiliz. Fenomenlerin pazarladıklarını bir koşu alıp tüketiyoruz ama doyacağımız hâlde bir o kadar açız. Eskilere göre daha refah içindeyiz ama huzurumuz kalmadı. Demokrasileri baş tacı ettik ama halen köle gibi çalışıyoruz, özgür değiliz. Platon’un tasvir ettiği mağara alegorisinin birebir aynısını yaşıyoruz.
Birileri uyansın ve diğerlerini de uyandırsın!
[1] Platon, Devlet, Remzi Kitabevi, s.199