Felsefe tarihinde başlangıçlar: Mitos ve Logos ayrımı-4

Abone Ol
Bu yazıda sizi yorarak Pythagoras konusunda neyin doğru olup olmadığı gibi “ulvi” hedeflerle yorgun zihinlerimizi işgal etmek istemiyorum. Doğruların acelesi yok; onlar her zaman doğru. Bugünkü yazımda Pre-Sokratik felsefedeki en tartışmalı figürlerden birine değineceğim: Samoslu Pythagoras. Türkçede Pisagor olarak bildiğimiz bu zatın M.Ö. 570 yılında Samos’ta doğduğu bilinmektedir. Felsefe tarihinde başlangıçlara değindiğim bu yazı dizisindeki tüm filozoflar için İyonyalı olduklarına yönelik bir atıf olduğunu gördüğümüzde şaşırmayız. İyonya, o tarihlerde de Küçük Asya olarak bilinen şimdiki Türkiye’nin batı kıyılarını gösteren coğrafi bir mekânı işaret etmekteydi. Bu coğrafi alan Küçük Asya’nın kuzey kıyılarından Miletos’un güneyine kadar uzanan geniş bir alanı kapsıyordu. Ancak coğrafi sınırlar düşünceleri sınırlayamaz; Kur’an “Doğu da batı da Allah’ındır”[1] der. Sanırım şu sıralar Bakara suresinden bir atıf yapılacaksa bu amaçla olmalıdır. Tiranlığına bahane bulmak amacıyla değil. Yunanistan’ın belli başlı diğer adaları ve anakarasının yanı sıra Samos’u da hayatım boyunca iki kere ziyaret etme şansına nail oldum. İster Türkiye isterse de Yunanistan tarafı olsun fark etmez: Ege kıyılarının her iki yakasından herhangi bir adanın veya yarım adanın yüksek bir yerine çıkan herkes rüzgârın derin uğultusu ve etrafındaki sonsuz sessizlik kadar şunu da fark edecektir; “burada kadim bir şeyler var.” “Burada bir şeylerin kök saldığını düşündüren bir şeyler var.” Bu sebeple de hayatım boyunca diğer tüm Türkiye entelektüelleri gibi Ege’de, bir zihin insanını sarmalayan o fantastik ve felsefi düşler ve düşüncelerin neşv-ü nema ettiği yerde yaşamak istedim. Aslında senenin iki ayı orada yaşıyorum. Ama sadece deniz kenarında rakı içip, Pythagoras’ın ortaya attığı müzik teorisine göre bestelenmiş hicaz peşrev dinlemek için değil. Bu da bir getiri oluyor hiç şüphesiz ama daha çok bu kökleri tecrübe etmek için oraya gidiyorum. Ve Pythagoras da bu köklerden birisi. Her kökte olduğu gibi Pythagoras’ın da etrafında sarılı gerçekler ve efsaneler vardır. Bu yazının amacı bunların hangisinin doğru olup olmadığını araştırmak değildir. Sadece bir figürün hikâyesini felsefece ve kendimce anlatmaya çalışmaktır. Bu yazıda sizi yorarak Pythagoras konusunda neyin doğru olup olmadığı gibi “ulvi” hedeflerle yorgun zihinlerimizi işgal etmek istemiyorum. Doğruların acelesi yok; onlar her zaman doğru. Kimi zaman değişseler de çoğunlukla değişmeme gibi bir huyları var. Onlarla başka zaman ilgileniriz. SALMOXIS VE PYTHAGORAS Bu yazı dizisi boyunca Pre-Sokratik filozofların hayatları ve öğretilerinin mitos ve söylen (legend) etrafında dönüp durduğunu vurguladım. Bu M.Ö. 6. yy. gibi çok erken tarihlerde son derece doğal bir şeydir. Birkaç kuşak önce ölmüş olan atalarımız hakkındaki anlatılar bile güvenilirliklerini kısa sürede kaybettiklerine göre tarihin en erken dönemlerinde yaşamış bilinen büyük figürler için tersini düşünmek zor olsa gerek. Pythagoras ile ilgili ilk kayıtlardan birisi tarihin babası lakaplı Herodot tarafından düşülmüştür[2]. Herodot, Pisagor’dan bahsetmeden önce döneminin Traklarının (bugünkü Trakya bölgesi ve kuzeyinde yaşayan halklar ve kimi zaman kimi tarihçilerce daha da kuzeyde Romanya’ya kadar uzanan bir bölgede Daçyalıları da kapsayan çeşitli kabilelerden oluşan halklar) tanrı olarak kabul ettiği Salmoxis’i anlatarak başlar[3]. Salmoxis enteresan bir figürdür; ölümsüzlüğe ulaştığı ve kanının renginin kara olduğu kabul edilir. Eliade, Trakların bu ilahi figür için kanlı kurban ritüelleri yapıp, fırtınalı günlerde göğe ok attıklarını söyler[4]. Herodot efendiye göre:
Salmoxis’in sunduğu sonsuz hayat ile İsa’nın sunduğu sonsuz hayat arasındaki fark nedir? İşte bu bizi Pythagoras ile ilişkilendiren aşağıdaki bölüme götürür.
“Pontos Euksenios[5] ve Hellespontos[6] Yunanlılarının bana bahsettiğine göre Salmoxis, Samos’ta yaşayan bir insanoğluydu. Aslında o Mnesarchus oğlu Pythagoras’a ait bir köleydi. Özgürlüğünü kazandığında orada kayda değer ölçüde servet biriktirdi ve yaşadığı ana yurduna döndü. Şimdi Salmoxis, medeni olmayan ve kısmen daha naif Traklara göre daha derin olan İyonyalıların hayatını tecrübe etmiş ve onların adetlerine aşinaymış. Ne de olsa Yunanlılarla ve özellikle Yunanlılar arasında azımsanmayacak zekâsıyla bilinen Pythagoras’la ilişkiliymiş. Derler ki Salmoxis, onlara, en önemli hemşerilerine bir yemek odası döşemiş ve onlara yemek ve şarap sunarken ne kendisinin ne de misafirlerinin ve onların torunlarının ölmeyeceğini öğretmiş.[7]” Tanıdık geldi değil mi? Eğer hala jeton düşmediyse buyrunuz: “Pek çoğunuzun günahlarını affeden ve Tanrı’dan insanlara yeni bir ahdi başlatan bu şarap benim kanımdır. Bilmenizi isterim ki bu şarabı Babamın krallığında tekrar bir araya gelene kadar içmeyeceğim ve bu şarap tazelenmeyecek. Daha sonra sizinle tekrar içeceğim.[8]” Salmoxis’in sunduğu sonsuz hayat ile İsa’nın sunduğu sonsuz hayat arasındaki fark nedir? İşte bu bizi Pythagoras ile ilişkilendiren aşağıdaki bölüme götürür. ÜÇGENLER, FASULYE VE BU ÖLÜMSÜZ “Bu Ölümsüz”, Roger Zelazny’nin 1966 yılında yazdığı, okuması son derece keyifli bir bilimkurgu kitabıdır. Kitap, tıpkı diğer tüm ölümsüzler gibi Yunan asıllı olan ve gerçekten de ölümsüz denilecek kadar uzun bir ömrü olan hikâyenin protagonisti Conrad Nomikos’un nükleer felaket sonrası dünyada, Vegalılar olarak bilinen uzaylı yaşam formuna karşı dünyayı korumasını konu alır[9]. Peki, Pythagoras neyi koruyordu? Pythagoras’ın felsefesinin ve filozofluğunun pek çok yönü vardır. Onun bir mistik olduğuna neredeyse şüphe yoktur[10]. Aristoteles’in Diyalogları’na bir yorum düşen Suriyeli Greklerden Neo-Platoncu Iamblichus, Protrepticus eserinde şöyle bir şey demektedir: “O halde bu argümana göre, Pythagoras her insanın bilgiyi ve temaşayı elde etmek için tanrı tarafından yaratıldığını söylemekte haklıydı. Ancak bu bilginin nesnesinin kainat mı yoksa başka bir doğa mı olduğu üzerinde sonradan düşünelim; ilk sonuç için söylediğimiz yeterlidir. Zira anlağımız eğer doğal amaca yönelikse, anlak her şeyin en iyisidir.[11]
Pythagoras’ın felsefesinin ve filozofluğunun pek çok yönü vardır. O bir mistikti. O, insanlık hakkındaki bütün hayal kırıklarının yaşanmadığı -veya yaşansa bile insanların azmini kırmadığı- çağların peygamberi ve filozofuydu.
Sanırım Platon da dâhil hiçbir filozof, Pythagoras’ın bu gayesini Iamblichus kadar iyi anlamamış ve takdir edememiştir. O, insanlık hakkındaki bütün hayal kırıklarının yaşanmadığı -veya yaşansa bile insanların azmini kırmadığı- çağların peygamberiydi. Gerçek bir filozoftu. Çünkü bir peygamberdi. Matematiğin insan entelekyasının yaklaştığı son noktayı temsil ettiğini söylerken, Kant’ı önceler, kendi içerisinde kurduğu ve kimi zaman Heraklitus tarafından satir ve hiciv konusu olan tarikatının fasulye yeme yasağıyla da[12] geniş anlamıyla İbrahimi dinlerin riyazet yasaklarını aratmazdı. Heraclitus ona κοπίδων ἀρχηγός (kopison archigos) yani şarlatanların şahı demiş[13] ve takipçilerini de şarlatanlıkla suçlamıştı. Onun fasulye yeme yasağından Laertios şöyle bahsetmektedir: “Aristoteles, eseri “Pythagorasçılar Üzerine”de, Pythagorasçıların fasulyeden uzak durmasının sebebinin fasulyelerin jenital organlara veya Hades kapılarına benzemesi olduğunu (Hades kapıları gibi menteşelerinin olmadığı… Veya yok edici bir doğası oldukları… veya kainatın doğasına benzedikleri… Veya oligarşik oldukları (yöneticiler tükettikleri) için”) söyler.[14]” Burada çok daha enteresan sonuçlara varılabilir; Pythagorasçılar o dönemin pek çok filozofu gibi aşırı yemeyi ve et tüketimini doğru bulmamaktaydı. Bunda Hint felsefelerinin ne kadar etkisi vardır? Yine Laertius’a göre; “Pythagoras “Mısır’a geldi; Antiphon’un Erdemde Sivrilenler Üzerine adlı eserinde söylendiğine göre onların dilini öğrendi, Khaldaialıların ve Magların yanında bulundu, Girit’te Epimenides ile birlikte İda mağarasına girdi, Mısır’da tapınaklara girip tanrılar hakkındaki bütün gizleri öğrendi.[15]” Bu cümledeki Kaldeliler ve Magların doğulu halklar olduklarını biliyoruz. Pythagoras hakkındaki kimi mülahazalar, özellikle aşağıda az sonra ele alacağımız metemphyscosis yani tenasüh veya bildiğimiz adıyla ruh göçü öğretisi de onun irfanındaki doğulu kökler hakkında bilgi vermektedir. Tüm tartışmalara karşılık Pythagoras’ın sonraki felsefede özellikle Platonculuk ve Neo-Platonculuk üzerine etkisi kesindir. Neo-Platoncu Tarentumlu Archytas’tan, Porphyrry’ye ve oradan Ammonius Saccas ve Iamblichus’a kadar pek çok Neo-Platoncu Pythagoras’ın müritleri hakkında anlatılardan daha fazla mürididir. Onun matematiğin kâinatın dili olduğuna yönelik kesin inancının takipçilerinden biri olan Hippasus’un ölümüne yol açtığı iddiası[16] ne kadar doğrudur bilinmez. Hippasus’un bazı sayıların rasyonel olamayacağını gösterdiği için (mesela √2’nin) gemiden atıldığı veya boğdurulduğu iddia edilmektedir[17].
Tüm tartışmalara karşılık Pythagoras’ın sonraki felsefede özellikle Platonculuk ve Neo-Platonculuk üzerine etkisi kesindir.
Pythagoras, kendi adıyla da bilinen Pisagor denklemini ileri sürdüğü söylenir. Denklemi biliyoruz; “hipotenüsün karesinin diğer iki kenarın karelerinin toplamına eşit” olduğunu ileri süren bu aksiyomda ortaya çıkan sonuca göre herhangi bir irrasyonel sayının çıktığını da biliyoruz. Herhangi bir sonucun muhakkak rasyonel bir sayıyı (mesela √64’ü) vermesinin kesin olmadığını √23’ü de verebileceğini kestirmek zor değildir. O halde Pythagoras bunu niye saklama cihetine gitsin? Pythagoras’ın adıyla bilinen bu teorinin Pythagoras’tan binlerce yıl önce bulunduğunu da biliyoruz[18]. Bu kadar açıkça bilinen ve o dönem sadece soyut matematiksel işlemler için değil imar ve iskân işlerinde, kartografide ve pek çok alanda kullanılan bu teoremin kimi zaman irrasyonel sayılarla sonuçlanan çıkarımı olacağını tahmin etmek zor değildir. Ancak burada Walter Burkert devreye girer ve bizi uyarır; Burkert’ın yoğun ve kapsamlı çalışmaları Pythagoras’a atfedilen pek çok matematiksel keşfin güvenli bir şekilde Pythagoras’a atfedilemeyeceğini söylemektedir[19]. Bu konuda Burkert’ın apayrı bir çalışması vardır ki burada kısacık bile olsa bahsedersek yerimiz yetişmeyecektir[20]. Gerçekten de Pythagoras’ın matematikçiliğini hakkındaki bu kadar bulutlu ve mistik söylencenin içerisinden ayıklamak çok zor görünmektedir. Geriye onunla ilgili en enteresan bilgilerden birisi; yani onun ruh göçü (tenasüh, reenkarnasyon) ile ilgili fikirleri kalmaktadır. Eliade, Pythagoras hakkındaki söylencelerin pek çoğu ile Yunan mitolojisindeki Orpheus anlatısı arasındaki benzerliklere atıf yapar[21]. Tıpkı Orpheus’un ve gizemli Salmoxis’in yer altına (underworld/Hades) inişi gibi Pythagoras da İda mağarasında yedi ay kalır. Döndüğünde descensus ad inferos (cehennem inişini) tamamlamış ve artık yeni bir insan olmuştur. O artık bir bilgedir.
Tıpkı Orpheus’un ve gizemli Salmoxis’in yer altına (underworld/Hades) inişi gibi Pythagoras da İda mağarasında yedi ay kalır. Döndüğünde descensus ad inferos (cehennem inişini) tamamlamış ve artık yeni bir insan olmuştur.
Pythagoras’ın öğretisinin temel dayanağı olan bu iniş, ruhsal katabasis yani arınmanın bir sonucudur. Eski Yunanlıların (ve diğer medeniyetlerin) iyileşme, sağaltım yapma amacıyla karanlık yerlere indikleri bilinirdi. Buradan sağ çıkmanın tıpkı İsa’nın elini tutup sonsuzluk evi olan mastabasından çıkan Lazarus’u simgelediğini düşünmek çok da zor olmaz. Ancak Pythagoras’ın farkı da tam olarak ruhun tekamül etmesi için sonsuz bir döngüye sığınmanın gerekliliğini vurgulamasıydı. Burkert, Pythagoras’ın müritlerinin onu “Hiperborealı Apollon” olarak tanımladıklarını ve Emdedokles’in de kendisini Akragas’da “ölümsüz bir tanrı” olarak tanımladığını söylemiştir[22]. Burkert’ın Yunanlıların dinleri ve felsefelerinde nomadik başka bir halk olan İskitlerin şamanik geleneklerinden etkilendiğine yönelik iddiası böylece daha rahat anlaşılabilir sanırsam[23]. Pythagoras’ın ruh göçü öğretisi de tam olarak bu şamanizme benzer çeşitli “patternleri” izler. Ruh tekâmül etmek için başka bir dünyaya göçer ve sonra tekrar geri gelir. Bu sonsuz döngü, Orpheus ve Euyrdice arasındaki mitostaki anlatıyı tekrar edecektir. Okuru burada mağara, ruhun tekâmülü, fasulyeler ve ölümsüzlükle baş başa bırakıyorum. Gelecek hafta bu konuya Empedokles ve Parmenides üzerine yazdığımızda tekrar döneceğiz. Görüşmek üzere. --- [1] Bakara suresi, 115. Ayet. [2] Herodotus, The Histories, çev. Robin Waterfield, Oxford University Press, Oxford, UK, 1998, Kitap 4:95, s.266-267. [3] Herodotus, a.g.e., Kitap 4:95, s.266-267. [4] Mircea Eliade, Zalmoksis’ten Cengiz Han’a, çev. Ali Berktay, Kabalcı Yayınevi, Birinci Baskı, 2006, İstanbul, s.39. [5] Karadeniz [6] Çanakkale [7] Herodotus, a.g.e., Kitap 4:95, s.266-267. [8] Matta İncili 26:28-30, Kitab-ı Mukaddes Şirketi Yayınları, İstanbul 1993, s.30. [9] https://en.wikipedia.org/wiki/This_Immortal giriş tarihi 12.12.2021 [10] Diogenes Laertius, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Sekizinci Kitap, çev. Candan Şentuna, YKY Yayınları, s.378. [11] Aristotle, The Complete Works, Dialogues, çev. Jonathan Barnes içinde Iamblichus, Protrepticus 52.6-16, Pistelli çevirisi, paragraf B20, s.30. [12] Aristotle, The Complete Works, Dialogues, çev. Jonathan Barnes içinde Diogenes Laertius, VIII 34, s.69. [13] Leonid Zhmud, Heraclitus on Pythagoras, s.175, ResearchGate Paper, Chapter January 2017, DOI: 10.1515/9783110421323-009 file:///D:/Downloads/Heraclitus_Zhmud.pdf [14] Aristotle, The Complete Works, Dialogues, çev. Jonathan Barnes içinde Diogenes Laertius, VIII 34, s.69. [15] Laertius, s.378 [16] https://en.wikipedia.org/wiki/Hippasus giriş tarihi 12.12.2021 [17] https://en.wikipedia.org/wiki/Hippasus giriş tarihi 12.12.2021 [18] Luke Hodgkin, A History of Mathematics: From Mesopotamia to Modernity, Oxford University Press, New York, 2005, s.38. [19] Hodgkin, a.g.e. s.44. [20] Walter Burkert, Lore and Science in Ancient Pythagoreanism, çev. Edward Minar, Harvard University Press, Cambridge, Massachusets, 1972. [21] Mircea Eliade, Zalmoksis’ten Cengiz Han’a, çev. Ali Berktay, Kabalcı Yayınevi, Birinci Baskı, 2006, İstanbul, s.56. [22] Walter Burkert, Greek Religion, Blackwell Publishing, 2012, s.268. [23] Burkert, a.g.e., s.149.