Felsefe nedir? Başka şekilde düşünme sanatıdır. Herkes aşağı yukarı aynı şeyi düşünür. Bir şekilde “herkes” olmamak gerekir ki farklı düşünmenin yolunu bulalım. Buradan felsefenin neden Türkiye’de ata sporu olmadığını anlayabiliriz.Felsefe sadece bundan ibaret değildir. Kimi politikacılara yol göstermiş olduğunu söylemek abartı olmaz. Perikles’in Atina demokrasisi felsefenin gücüyle ivmelenmiştir. Rönesans da benzeri bir ivmeyi Ficcino, Campanella ve Bruno ile kazanır. İskoç Aydınlanması gücünü, birbirine düşman iki felsefi kamptan yani Aquinas ve Calvin’den; Aquinas ve Calvin ise güçlerini felsefeden alırlar[4]. Tüm bu hareketlerin etkilediği politik değişimleri hafife almak naiflik olur. Felsefe nedir diye sorduğumuzda birisinin “felsefe ne değildir?” cevabı vermesi gayet mümkündür. P. K. Dick’in A Scanner Darkly (Karanlığı Taramak) romanında iki kahraman üç vitesi çalınan bir bisikletin gerçekten yedi vitesli olmadığını sorarlar; çünkü bisikletin yedi vitesi toplam üzerine değil çarpma üzerine hesaplanır. Karakterimiz Charles Freek dışında herkes bisikletin yedi vitesli olduğuna emindir. Ancak o başka bir şekilde düşünür[5]. DONC QU'EST CE QUE C'EST LA PHILOSOPHIE (O HALDE FELSEFE NEDİR?)? Bu havalı başlığı atmazsam olmazdı. O halde felsefe nedir? Felsefe başka şekilde düşünme sanatıdır. Herkes aşağı yukarı aynı şeyi düşünür. Öznenin “herkes” olduğunu hatırlarsak daha açık bir şekilde bunu anlayabiliriz. Bir şekilde “herkes” olmamak gerekir ki farklı düşünmenin yolunu bulalım. Fakat felsefeyi bu anlamda “eksantrik” olmak için yapılan bir şey olarak sunmak da doğru değildir. Eğer hakikat herkesin ve özellikle bilimin kabul ettiği bir gerçekliğe tekabül ediyorsa bunu reddetmek için çok geçerli sebeplerimiz olmalıdır. Fiziğin güneş merkezli bir sistem modeline Aristoteles’i savunarak karşı çıkmak mümkün değildir. Buradan felsefenin neden Türkiye’de çok geçerli bir ata sporu olmadığını anlayabiliriz. Farklı düşünmek sanattan siyasete, bilimden gündelik düşünceye kadar her yerde bu disiplinlerin gelişmesi ve önünün açılması için gereklidir. Ancak Türkiye ve benzeri ülkelerin toplumsal kısıtlamaları buna izin veren bir gelenekler sisteminden oluşmaz ne yazık ki. Özellikle modern felsefe belirli bir literatür bilgisi ister. Sadece teoloji kitaplarıyla felsefe yapılsa da bu çağı çoktan geçtik. Türkiye’de “okumak” gerçekten büyük bir alışkanlık değildir. Bunu “okumanın” gündelik dildeki kullanımıyla da anlamamız mümkündür. Çocuklarımızı “okuturuz” çünkü hayatta “bir yerlere” gelsinler. Bu “bir yerler” mümkün olduğunca bürokratik, mümkün olduğunca pragmatik ve sonuna “tik” ekleyebileceğiniz tüm Yunanca ve Latince kökenli kelimeleri karşılar. Travmatik de dahil. Kabul etmek gerekir ki günümüz dünyası da bu temayüldedir. Reddit’ten bir şey okumak eğlencelidir ama Russell’ın Principia Mathematica’sı kadar değil. Sosyal medya çağı uzun yazıya tahammül edilemeyen bir çağdır ve felsefe katıksız mensurdur. O kadar mensurdur ki manzum yazsanız dahi bunun sebebini açıklamak zorundasınız. Sebebi bu olabilir mi? Yani özellikle Doğu medeniyetlerinde şiirin (manzum, poetik anlatının), noetik (kuramsal) üzerindeki hakimiyeti diyebilir miyiz? Bunun da çok doğru bir açıklama olduğunu sanmıyorum. Şiir genelde bildiğimiz üzere düzyazının atasıdır. Parmenides’in Gecenin Kraliçesi ile yaptığı konuşma bir şiirdir. Şiirsel anlatıyı bir kenara atamayız. O halde sorun nedir? Spinoza buna şöyle bir cevap verir; “Bu beladan kaçınmak için, gerçek din kadar saçma olanı da aşırı bir özenle, ona her zaman için ağırlık kazandıracak ve herkesin büyük bir saygıyla önünde hep eğilmesini sağlayacak ibadet ve usullerle donatıldı. Bu, Türklerde son derece başarılı oldu. Onlar tartışmayı bile küfür sayar ve her insanın kişisel yargısını öylesine çok önyargının boyunduruğu altına alırlar ki, sağlıklı akla zihinde hiç yer bırakmazlar; bir kuşkuyu dile getirmek için bile olsa...[6]” Bundan birkaç sene önce YÖK’ün tez merkezinde, Ermeni Soykırımı’na karşı ileri sürülen bir doktora tezi okumuştum. Tezin önsözünde “Ermeni Soykırımı olmamıştır çünkü Türkler soykırım yapmaz” mealinden bir “argüman” ileri sürülmüştü. Bu Türkiye’de felsefeye neden ihtiyacımız var sorusunun pek çok cevabından biridir. Sorun ilk başta Ermeni Soykırımı’na karşı bir tez ileri sürmek bile değildir; bilimsel olarak tartışabilmek için gerekli metot ve araçların per se kullanılamamasıdır. Mesela bahsi geçen tezdeki argüman, begging the question’dan (kendi kendini kanıtlayan önerme) false attribution’a (yanlış atıf) kadar bir dizi mantık hatasını içerir. Mantık hatasının yapıldığı yerde hiçbir bilimin metodik olarak tartışılması, üzerinde düşünülmesi mümkün olmaz. O zaman tarafların birbirine karşı husumet ve garezlerinden oluşan bir polemik ortaya çıkar. Bu durumda ne tarih ne sosyoloji ne de politika, doğru bir şekilde daha doğrusu aklı selim bir şekilde tartışılamaz. Bu gibi ayrıntıları bildiğiniz zaman televizyonlarda yapılan tartışmaların ekseriyetinin ne kadar gereksiz olduğunu ve ne kadar dişe dokunur olmadığını ve yüzlerce mantıksal ve kognitif hatayı barındırdığını görmek çok kolaydır. Her gün pipomuzu tüttürüp felsefe yapamayız ya da entelektüel konuları konuşamayız. İnsan hayatı bu kadar basit ele alınamaz ve karikatürleştirilemez. Ancak felsefe bize bu araç kitini verir ve Türkiye ne yazık ki bu gelenekten yoksundur. Burada kastettiğim herkesin adeta bir cerrahi kesinlikle meselelere yaklaşması değildir. Yukarıda örnek verdiğim argümanın hatasını belki o tezi yazan ve o tezin danışmanı olan akademisyen de biliyor. Mesele bilmek değildir. Bilmek sadece bir başlangıç şartıdır. Mesele bunu içselleştirebilmekten geçer ve Türkiye’de bu sebeple sadece felsefe değil pek çok bilimin akademik temsili akamete uğramış gibidir. Bu yazıyı bir takdim olarak düşünün. Eğer felsefenin gerçekten gerekli olduğuna kani olduysanız devamında görüşmek dileğiyle. --- [1] Boethius, Consolation of Philosophy, Hackett Publication, çev. Joel C. Relihan, 2001, s. xiv. [2] Nancy Sherman, Stoic Warriors The Ancient Philosophy Behind The Military Mind, Oxford University Press, 2005, s.1-2. [3] https://en.wikipedia.org/wiki/Ludwig_Wittgenstein#1913–1920:_World_War_I_and_the_Tractatus [4] Edt. Alexander Broadie, The Cambridge Companion to Scottish Enlightenment, s.16. [5] Philip K. Dick, A Scanner Darkly, First Mariner Books Edition, 2011, s.98. [6] Baruch Spinoza Tractatus-Theologico Politicus-Teolojik Politik İnceleme, çev. Cemal Bâli Akal-Reyda Ergün, Dost Yayınları, 2010, s.45.
Felsefe ne işe yarar?
Felsefeye neden ihtiyaç var sorusu mühendisliğe, matematiğe, hukuk bilgisine, tıp bilgisine neden ihtiyacımız var sorusundan daha farklı değildir.
Felsefe üzerine birkaç kelam edeceğimiz yazı dizisinin ilk konu ve sorusu bu. Bu bölümde felsefe gerekli mi ve gerekliyse Türkiye’de neden ihtiyacımız var ve Türkiye’de neden üzerinde durulan bir alan değil gibi sorulara odaklanacağım.
Gerekli Şeyler Stephen King’in Needful Things romanının Türkçe adı. Felsefe ile ne ilgisi var diyecek olursanız ufak bir analoji yapayım. Romanda Gerekli Şeyler adı verilen bir dükkânın arkasında aslında dünyanın gözü önünden kaçırılan her türlü başka dünyadan varlık bulunmaktadır. Herkes oranın sıradan bir mağaza olduğunu düşünür ama en gereksiz ve ortaya çıkmaması gereken şeyler arka taraftadır.
Bu şekilde düşünerek başlayalım diyorum. Neyin gerekli olup olmadığı sorusu ilk başta düşünülünce basit bir sorudur. Bir İngiliz anahtarı gerekli midir? Eğer bilgisayar tamir etmeye çalışıyorsanız değil. Eğer tesisat tamir edecekseniz, evet. Ancak bu utiliteryanizm neyin gerekli olduğuna dair en az bir açıklamayı gerektirdiği için tatmin edici değildir. Kırık bir sandalye ayağı, içinde kısılıp kaldığınız odanın camını kırmak için gereklidir ancak sandalye ayağının gerekli olduğu tüm durumların listesini yapmak çok uzun ve yorucu olacağı için bu soruyu sormanın pek anlamı yoktur. O halde şöyle sorabiliriz; yapay olduğunu bildiğimiz halde neden pek çok şeye ihtiyaç duyarız? Böyle sorduğumuzda taşların yerine oturduğunu fark ederiz.
Burada hepimizin bildiği klişelere değinmeye gerek yok; hepimiz barınmak, yemek ve benzeri dışındaki pek çok ihtiyacın gereksiz olduğunu zaten biliyoruz. Mülteciler çağında defalarca gördüğümüz bu gerçekliği tekrar etmek lüzumsuz.
Ancak her şey gereklilik ölçüsünde değerlendirilemez. Zira pek çok sebep-sonuç ilişkisindeki gerekliliği araştırmaya kalkıp hepsinin bilimini çözecek ne vaktimiz ne de halimiz vardır.
O halde felsefeye neden ihtiyaç var? Bu soru mühendisliğe, matematiğe, hukuk bilgisine, tıp bilgisine neden ihtiyacımız var sorusundan daha farklı değildir. Ya da soru anlam arayışı ve zorluklara karşı dayanabilme için gereken psikolojik silahlanma anlamında sorulursa başka bir boyut bile kazanabilir. I. Justinianus’un zindana gönderdiği Boethius’a dayanma gücünü[1], Vietnam savaşı sırasında uçağı düşürülüp esir alınan James Stockdale’in 5 yıllık korkunç esareti sırasında Epiktetus okumasının verdiği sebatı[2], Birinci Dünya Savaşı sırasında Avusturya 7. Kolordusunda Ruslara karşı cephede savaşırken Tractatus Logico Philosophicus’u yazan Wittgenstein’ın sağlık sorunlarına rağmen hayatta kalabilmesine yol açan refleksiyonlara[3] sebep olduğunu bile söyleyebiliriz.
Bunlar da ilginizi çekebilir