FED faiz çanları kimin için çalışıyor?

Abone Ol
“Çanlar Kimin İçin Çalıyor” Ernest Hemingway’in ünlü romanının ismidir. Hemingway, İspanyol İç Savaşını konu ettiği bu ünlü romanının ismini rahip John Donne’un vaazından esinlenerek koymuştur. Vaazın son sözleri şöyle bitmektedir; Tüm insanlığın parçasıyım dedim ya, sorma her seferinde çanlar kimin için çalıyor diye. 1986 yılında ortaya konan Washington Uzlaşısı ile birlikte finans kapitalin serbestliği ve Dünya Ekonomisi üzerindeki hâkimiyeti iyice arttı. 1990 yıllardan itibaren ise kontrolsüz sermaye hareketlerinin yol açtığı finansal krizlere tanık oluyoruz ve olmaya devam edeceğiz. Finansal küreselleşmenin yükselişi tüm ülke borsalarını, döviz ve para piyasalarını bir birine bağlarken, artan finansallaşma gelişmekte olan ülkelerin devasa borç stoklarına zemin oluşturmuştur. Böylece, Amerika Merkez Bankası (FED) başta olmak üzere büyük merkez bankalarının politika davranışları sermaye hareketlerine yön verir, gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarının kararlarını etkiler hale gelmiştir. FED açık piyasa komitesi 16 Mayıs Çarşamba günü toplanarak politika faizini sabit tutma ve varlık alımlarına devam etme kararı almıştır. Komite oy birliği ile federal fon oranı için hedef aralığını %0,00 ile %0,25 arasında tutacağını, aylık Hazine menkul kıymetler ve ipoteğe dayalı menkul kıymetler (MBS) alımını ise sırasıyla 80 milyar dolar ve 40 milyar dolar olarak devam ettireceğini belirtmiştir. FED NE YAPMAK İSTİYOR? FED politika duruşunu değiştirmese de hem söylem de hem de makro temellere ilişkin projeksiyonlarında önemli değişikliklere gitti ve bu durum faiz artışı sinyali olarak yorumlandı. Buna göre komite Mart 2021 de %6.5 olan sene sonu ekonomik büyüme tahminin yarım puan artırarak %7 olarak güncelerken, % 2.4 olan manşet enflasyon tahmini ise bir puan artırarak 3.4 seviyesine çekti. Ancak esas kritik olan daha fala FED üyesinin enflasyonun kalıcı olabileceğine yönelik görüş bildirmesidir diyebiliriz. Nitekim FED başkanı Powell’da enflasyonun kendi beklentilerinin aksine kalıcı olabileceğini ve emek piyasasının da yine beklentilerinden çok daha hızlı toparlandığını ifade etti. Gelişmekte olan ülke ekonomilerini ilgilendiren ve endişelendirmesi gerekenin bu söylem değişikliği olduğunu düşünüyorum. Daha fazla FED üyesi kalıcı yüksek enflasyondan endişe etmeye başladı ve faizlerin yüksek düzeyde kalabileceğine inanıyor. Bu durum beklenenden çok daha erken biçimde tahvil alımlarında azalma yapılmasına ve 2022 yılının ortalarında varlık alımlarının sonlanmasına neden olabilir. Elbette bu tahminler gerçekleşirse FED faiz artışı beklenenden daha kısa süre içerisinde gerçekleşebilir. Peki, FED politika değişikliği gelişmekte olan ülkeleri neden ilgilendiriyor diye sorabilirsiniz. FED politika davranışı küresel sermaye hareketlerinin yönünü belirleyen önemli bir etmendir. FED faiz artışı küresel risk iştahının azalmasına yol açarak gelişmekte olan ülkelerden güçlü sermaye çıkışına yol açabilir ve bu ülke para birimlerinin ABD Doları karşısında sert değer kayıplarına uğramalarına neden olabilir. Bu durum yüksek kırılganlığa sahip bazı gelişen piyasa ekonomilerinin ödemeler dengesi krizi ile karşılaşmaları ile sonuçlanabilir. İşte FED faiz çanları, borç ödeme güçlüğü içinde olduğu düşünülen ve bu nedenle, küresel finansal sistemin riske kapalı olacağı böylesi dönemlerde borçlarını çeviremeyecek ve ithalat yapamayacak duruma gelebilecek gelişen piyasa ekonomileri için çalmaktadır. MERKEZ BANKASI NE YAPMALI? Böylesi bir tehlike karşısında TCMB ne yapmalıdır sorusuna gelirsek. Türkiye ekonomisi daha fazla büyüme isteğine karşın bunu sürdürülebilir kılacak makro-finansal istikrardan uzaktır. Türkiye’nin yaklaşık 400 baz puan (bp) seviyesindeki CDS primleri ülke riskimizin yüksek olduğunu göstermektedir. Yüksek enflasyon ve TL’nin değer kaybının artış eğilimlerini sürdürmeleri ve aynı zamanda bir birlerini besleyen bir sürece de neden olmaktadır. Salgın krizinden parasal tedbirlerle çıkma çabamız ve gelir yaratıcı maliye politikası tedbirlerinden uzak oluşumuz, yüksek işsizlik ve düşük istihdam oranları büyüme performansımızın sürdürülebilir olmasının önündeki engellerdir. Hane halkının giderek daha fazla borçlanması ve gelir dağılımının daha fazla bozulması da ekonomik sürdürülebilirliği azaltırken makro-finansal kırılganlığımızı artıran unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu koşularda Türkiye ekonomisinin ilk önceliği olası bir kur krizinin önüne geçmek olmalıdır. Bunun yolu da TL’yi savunacak güçlü tamponlara sahip olmaktan geçmektedir. Bu bağlamda TCMB ise ülke risk priminin yüksekliğini, kur-enflasyon sarmalını dikkate alarak politika faizinde aşamalı olarak 500 bp artışa gitmelidir. Bunun ilk adımı, Perşembe günü* yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında Brezilya merkez bankası gibi 75 bp ya da 100 bp faiz artışı yapılması ve para politikası metninde “gerekirse ilave faiz artışı yapılabilecektir” ifadesinin konulması olmalıdır. Esen kalın. *Bu yazıyı TCMB PPK toplantısından önce kaleme aldığım için para politikası komitesi kararının ne yönde olduğunu bilmeden yazıyorum. Beklentim politika faizinde bir değişikliğe gidilmemesi yönünde. Ancak hiç olmaz ise gerekirse ilave sıkılaştırma yapılabilir/faiz artırılabilir ifadesinin toplantı metninde yer almasını temenni ederim. Faiz artışı ise iyi yönde bir sürpriz olacaktır.