ABD ekonomisi için ortaya çıkan bu tablo diğer ülke ekonomileri için de geçerliliğini korurken aynı zamanda ülkeler arasındaki gelir dağılımı farkı da açılmıştır. Yükselen piyasa ekonomileri ve düşük gelirli ekonomilerde sosyal sınıflar arasındaki gelir farkı gittikçe açılmış ve önemli bir sosyal sorun haline gelmiştir.
BÖLÜM 1: FED ÇELİŞKİSİ
Toporowski (1999) tarafından geliştirilen sermaye piyasası enflasyon teorisine göre, finansal piyasalara aşırı fon girişleri, sermaye piyasası enflasyonuna yol açarak hisse fiyatlarındaki artışı şirketlerin bilânço koşullarından ayrıştırmıştır.
SERMAYE PİYASASI ENFLASYONU VE TEORİSİ
Bu teoriye göre şirketlerin aşırı finansallaşması aynı zamanda bankaları daha kırılgan hale getirmekte ve para politikasının etkinliğini azaltmaktadır. Yani banka ya da firma hisse fiyatlarının ya da sermaye piyasası enflasyonuna bağlı olarak borsalardaki yükselişin bilânço gerçekliğinden uzaklaşması, sermaye piyasasını ponzi yapısına dönüştürebilir.
Aşağıdaki Grafik 1 S&P 500’ün, Grafik 2 ise Parasal genişlemenin 2019-2021 dönemindeki hareketlerini göstermektedir. Elbette değişkenler arasındaki korelasyon, değişkenlerin hareketleri arasındaki nedensellik ilişkisini tam olarak göstermemektedir. Ancak her iki grafik incelendiğinde Fed parasal genişlemesi bir dönem gecikmeli olarak borsalarda büyümeye neden olmuştur diyebiliriz. Bu durum parasal genişlenin sermaye piyasalarında enflasyonist bir etkiye neden olduğu biçimde yorumlanabilir. Dolayısıyla, Fed parasal genişlemesi sermaye piyasalarında fiyat enflasyonuna yol açarak ve yukarıda bahsettiğim biçimde ponzi yapısı oluşturarak para politikası açısından bir risk unsuruna dönüşmüştür.
Grafik 1: S&P 500 hareketi (2019-2021; günlük veri)
Grafik 2: Parasal genişleme (M2; 2019-2021)
Varlık fiyat enflasyonunun ponzi yapısına dönüşmesindeki en önemli etken finansal yatırım davranışlarının bozulması ile ilgilidir. Varlık fiyat enflasyonunun neden olduğu biçimde artan hisse fiyatlarının cazibesi pek çok kişiyi bankalardan kredi kullanarak borsa ya da kripto varlık piyasalarında işlem yapmaya teşvik etmiştir. Bu durumun yol açtığı bir başka problem de tasarruf yapabilen ya da bankalardan kolay borçlanabilenlerin düşük gelirli hanelere göre daha fazla zenginleşmesine bağlı olarak gelir eşitsizliklerinin artmasıdır. Bu durum aşağıdaki Grafik 3 de görülmektedir.
Grafik 3 de görüldüğü gibi, daha fazla tasarruf yapabilen kesimin servetinin daha da arttığı görülmektedir. Buna göre ABD ekonomisinde salgın döneminde en zengin %1’lık kesimin serveti harcanabilir gelirinin %35’i kadar artarken, düşük gelirli %50’lık kesimin serveti sadece %5 artış göstermiştir. Söz konusu verilerle ilgili IMF kaynağı için linki grafiğin altına ekledim.
ABD ekonomisi için ortaya çıkan bu tablo diğer ülke ekonomileri için de geçerliliğini korurken aynı zamanda ülkeler arasındaki gelir dağılımı farkı da açılmıştır. Yükselen piyasa ekonomileri ve düşük gelirli ekonomilerde sosyal sınıflar arasındaki gelir farkı gittikçe açılmış ve önemli bir sosyal sorun haline gelmiştir.
Tüm bu veriler dikkate alındığında, olası Fed politika faiz artışının ABD ekonomisinin yeni bir kriz sürecine girmesine neden olabilecek iki temel etkiden söz edebiliriz. Birincisi varlık fiyatlarında yaşanabilecek hızlı bir düşüşten kaynaklıdır. Bu durumda şirketler için borçlarını çevirme güçlükleri ortaya çıkabileceğinden şirket ve borçlu oldukları banka iflasları yaşanabilir. 2007 krizinde benzer bir durumun yaşandığını unutmayalım. Daha da geriye gidersek, 1990 yılında Japon ekonomisinin karşılaştığı gibi şirket iflaslarını takiben yaşanan bankacılık krizi de bu duruma bir örnek olabilir. İkinci etkisi ise borçları giderek artan hane halkı servetinin hızla erimesi ve işsizliğin artması ile ilgili olabilir. Böyle bir durum talep beklentilerini aşağı çekeceğinden ABD ekonomisinin toparlanma süresini de uzatabilir. Peki, tüm bu söylediklerim ne kadar gerçekçi bir senaryodur? Düşünmeye devam ediyoruz.
Grafik 3: Tasarruf ve zenginlik ilişkisi
Kaynak: IMF
The Unequal COVID Saving and Wealth Surge
https://blogs.imf.org/2021/11/09/the-unequal-covid-saving-and-wealth-surge/?utm_medium=email&utm_source=govdelivery
TÜKETİCİ ENFLASYONU ARTIYOR
Dünya ekonomisi tam anlamıyla enflasyon belası ile karşı karşıya diyebiliriz. Salgın döneminin uzun sürmesi, sonrasında ekonomilerin açılması ve yukarıda bahsettiğim servet artışı ertelenmiş talebin öne çekilmesine neden olurken, ekonomilerin arz tarafı bu talebe karşı yeterli esneklik gösteremeyince ve buna küresel iklim krizi de eklenenince küresel enflasyon dalgası ortaya çıktı diyebiliriz. Merkez Bankalarının yükselen enflasyon trendine ilk tepkileri enflasyon baskısının geçici olacağı yönündeydi. Ancak zaman ilerledikçe daha kötümser beklentiler ve enflasyonun kalıcı olabileceğine yönelik veriler küresel tedirginliğin artmasına neden oldu.
Ekonomilerin ilk altı ayı yükselen enflasyona karşı hızlı büyüme verilerinin destekleyici etkisiyle geçse de önümüzdeki yıllarda büyümenin hız kaybedeceğini söylemek gerekiyor. Enflasyon tedirginliğine ilişkin en iyimser senaryo da bu konuda ortaya çıkıyor aslında.
Ekonomilerin ilk altı ayı yükselen enflasyona karşı hızlı büyüme verilerinin destekleyici etkisiyle geçse de önümüzdeki yıllarda büyümenin hız kaybedeceğini söylemek gerekiyor. Enflasyon tedirginliğine ilişkin en iyimser senaryo da bu konuda ortaya çıkıyor aslında. Belirttiğim gibi, 2021 yılı için olmasa da 2022-2023 yıllarında, hane haklarına salgın döneminde verilen mali teşviklerin destekleyici etkisi azaldıkça, toplam talepte görülebilecek yavaşlamanın ve ekonominin arz tarafındaki toparlanmanın enflasyon hızını kesebileceği düşünülüyor.
Ancak bu senaryonun gerçekleşmemesi durumunda ekonomilerin daha yüksek enflasyon sarmalına girmeleri de oldukça yüksek bir olasılık olarak karşımızda durmaktadır. Zira enerji fiyatlarındaki artış devam etmektedir ve bu ABD enflasyonu üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. Bununla birlikte emek piyasasındaki gelişmeler ve işgücü sorunu, tedarik zincirlerindeki aksaklığın uzun süre devam etmesine neden olabilir. Ayrıca küresel iklim krizi devam etmektedir. Bu hem küresel gıda enflasyonunu hem de iklim krizine karşı geliştirilen temiz enerji dönüşüm çabalarını olumsuz etkilemekte, özellikle değerli maden ve metallerin fiyatlarında yukarıya doğru baskı yaratmaktadır. Metal fiyatlarındaki artış trendinin uzun soluklu olma ihtimali oldukça yüksektir. Enflasyonun kalıcılığına dair bir başka önemli risk de ABD ekonomisinde görülen %6,2 tüketici enflasyonunun, tüketici enflasyonuna atalet kazandırması, yüksek enflasyon fiyatlamasının tercih edilmesidir.
Emek piyasasındaki gelişmeler ve işgücü sorunu hem küresel gıda enflasyonunu hem de iklim krizine karşı geliştirilen temiz enerji dönüşüm çabalarını olumsuz etkilemekte, özellikle değerli maden ve metallerin fiyatlarında yukarıya doğru baskı yaratmaktadır.
Görüldüğü gibi Fed, varlık fiyat enflasyonu ve yükselen tüketici enflasyonu arasında sıkışmış durumdadır. ABD ekonomisinin mevcut sorunları para politikasının yapabileceklerinin oldukça ötesindedir. Son günlerde ABD hazine sekreteri Yellen tarafından gündeme getirilen, realize olmayan kazançlar vergisi, gelir ve kurumlar vergilerinin artırılması önerileri boşuna değildir. Buna ilaveten maliye politikalarının genişleyici biçimde ekonomiye destek vermesi kaçınılmaz bir gerçektir. ABD temsilciler meclisinin 5 Kasım’da alt yapı yatırımları ve istihdam yasasını kabul etmesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir düşüncesindeyim.
Bu yazımın gelişen piyasalar ve Türkiye ekonomisi ile ilgili bölümünü önümüzdeki Cuma günü tamamlamış olacağım. Cuma günkü yazımı TCMB’nin faiz kararını dikkate almadan yazacağım. TCMB/PPK faiz kararını ise PolitikYol uygun görürse haftaya Pazar günü yazacağım bir yazı ile değerlendirebilirim. Esen kalın.