Fed çelişkisi TCMB için neden kurtarıcı değil
Enflasyon, üretim gibi makroekonomik sorunların çözümü salt para politikası değildir. Bunun yerine borçların tasfiyesi, gelir ve istihdam yaratmak gerekir. Vergi yükünün emekçi kesim yerine zenginlere yayılması gerekmektedir.
BÖLÜM 2: TCMB İÇİN HOŞ OLMAYAN FAİZ ARİTMETİĞİ
Geçen hafta Politikyol’da kaleme aldığım yazımda Fed çelişkisinden bahsetmiş, 2023 yılından önce politika faiz oranından artışa gitmenin Fed için kolay bir karar olmayacağını ifade etmiştim. Geçen hafta ayrıca, Fed 2022 yılında politika faizinde artış yapmasa/yapamasa bile bu durumun Türkiye için bir rahatlama imkânı olmadığını belirtmiştim.
Bu hafta, büyük ülke merkez bankalarının 2022’de beklenenden daha güvercin olsalar bile bunun TL üzerindeki riskleri neden azaltmayacağı üzerinde durmak istiyorum.
KÜRESEL KOŞULLAR
Bunun ilk nedeni her ne kadar Fed politika faiz artışlarına 2022 de başlayamasa bile varlık alımlarını 2022 yılının ilk altı ayı içinde sonlandırabilir. Bunu diğer büyük merkez bankaları da takip edebilir. Buna karşılık gelişen ülke merkez bankaları faiz artışı döngülerini daha sert biçimde devam ettirebilirler. Yani küresel koşulların gelişen piyasalar için çok daha sıkı, dış talebin ise daha düşük olduğu koşullar bizi bekliyor olabilir.
Dolayısıyla 2022 yılında büyük ülke merkez bankalarının sıkı para politikası döngüsüne girmelerinden en az etkilenecek gelişen piyasa ekonomileri, kendi para biriminin değerini korumak için aksiyon almaya başlamış ülkeler içinden çıkacaktır. Örneğin Rusya, Macaristan, Meksika merkez bankaları bu yönde adım atmayı sürdüren merkez bankaları arasındadır.
Bu döngünün aksi yönünde para politikası uygulayan Türkiye ekonomisi, 2022’deki sıkı para politikası döngüsünden en fazla etkilenecek ülke olabilir. Yani küresel koşulların aksi yönünde faiz indirim döngüsüne giren Türkiye, 2022 yılında en kırılgan, kendi para birimi cinsinden varlıkları en riskli ve uzun vade de yabancı para birimi cinsinden borçlanma da sorun yaşayabilecek bir ülke konumuna sahip olabilir. Bu durumun en kötü sonucu ithalat yapabilecek dövizi bulmakta zorlanarak mal kıtlıklarına neden olabilecek ödemeler dengesi krizi olabilir.
Türkiye’nin neden bu yönde aksiyon aldığını yine Politikyol’da 5 Kasım 2021 de yazdığım “sermaye çatışması içinde sıkışmış TCMB çaresizliği” isimli yazımda açıklamaya çalışmıştım Öte yandan kur atağını önlemek için yapılacak faiz artışı, hane halkı borçlarının ve KOBI şirketlerinin nakit açıklarını çevirmelerini güçleştirebilecektir. Bu elbette üretim ve finansal istikrarı olumsuz etkileyecek bir gelişme olur. Ancak TL’nin sürekli değer kaybı, kurun yüksek seviyesi ve yüksek oynaklığının ekonomimizde yarattığı ve yaratacağı tahribat çok daha büyüktür.
YURT İÇİ KOŞULLAR
Yüksek kur, yüksek enflasyon sarmalının neden olduğu mali dolarizasyon hem para politikası etkinliğini bozmakta, kur artışının enflasyona geçiş etkisini güçlendirmekte ve aynı zamanda banka bilançolarının daha kırılgan hale gelmesine neden olmaktadır. İlave olarak, döviz hesaplarının (DTH) toplam mevduatlar içindeki payının artması Türk bankacılık sektöründe Kredi/Mevduat oranının yükselmesine neden olan en önemli faktörlerden birisidir. Bu durum, bankacılık sektörü için TL likidite riski yaratmaktadır. Faizlerin düşürülmesi banka karlılığını azaltarak bu riskin daha da büyümesine yol açmaktadır.
Yüksek enflasyonun yarattığı çok önemli bir sorunda geçiş etkisinin belli bir enflasyon eşiğinden sonra gecikme süresini kısaltması ve geçiş katsayısını yükseltmesiyle ilgilidir. Bu durum, enflasyon kur sarmalını büyüten bir mekanizmaya neden olmaktadır. Ayrıca döviz kurunun enflasyona geçiş etkisi asimetriktir. Kur artışının üretici fiyatlarına geçişi hem daha güçlü hem de gecikme süresi kısadır. Bununla birlikte yüksek kur küresel enflasyonu ve ona neden olan bileşenlerin (enerji, metal ve gıda fiyat artışlarının) Türkiye’de daha güçlü biçimde hissedilmesine, üretici maliyetlerinin daha fazla artmasına neden olmaktadır. TL’nin sürekli kaybının yol açtığı maliyet artışı ve belirsizlik ortamı ekonominin arz tarafında üretim aksaklıklarına ve stokların erimesi sonrası yeniden üretim için güçlüklere neden olabilecek bir sorundur.
Yüksek kur-yüksek enflasyon sarmalı hane halkı gelirlerinin erozyona uğramasına ve yoksullaşmaya neden olmaktadır. İç talebin bu şekilde baskılanması ithalatı azaltsa da yol açtığı refah kaybı ekonomik kalkınma için çok önemli bir engeldir. Böylesi bir durum talep nedeniyle yeni yatırımları engellemekte, istihdamı olumsuz etkilemektedir. Ayrıca yoksulluk artışı ve ücret baskısı enflasyonla mücadelenin başarısızlığına neden olan bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü artan yoksulluk tüketici harcamalarının büyük kısmının talep-fiyat esnekliği düşük olan, tarım-gıda ürünlerine kaymasına neden olmaktadır. Bu mallara yönelik talep kayması, fiyatların daha da yükselmesine ve hissedilen enflasyonun artmasına yol açmaktadır. Bu ürünlerin arz sürelerinin uzun olması da bu sorunu büyütmektedir. Kaldı ki, kur baskının yüksek olduğu koşullarda tüm sektörlerde malların yeniden üretiminin maliyeti artmakta ve arzı olumsuz etkilemektedir.
Öte yandan toplam vergilerin büyük çoğunluğunun dolaylı vergilerden oluşması, artan yoksullaşmaya, baskılanan ithalata bağlı olarak harcamaların azalması devletin vergi gelirlerinde kayıplara yol açmaktadır. Devlet artan gelir kayıplarının telafisi için yönetilen yönlendirilen malların fiyatlarında sürekli artışlar yapmak zorunda kaldığından bu süreç enflasyonu beslemektedir.
HOŞ OLMAYAN FAİZ ARİTMETİĞİ
Sonuç olarak yüksek enflasyon, yüksek kur sarmalı Türkiye ekonomisinin kaldıramayacağı bir biçimde ilerlemektedir ve ekonominin üzerinde yüksek maliyet artışlarına yol açmaktadır. TCMB’nin faizleri indirmesi bu süreci beslemektedir. Yurt içi koşullara ilave olarak küresel ekonomik koşullar da faiz indirim döngüsünün sürdürülebilirliğini zorlaştırmaktadır. Tüm bu nedenlere bağlı olarak TCMB hoş olmayan faiz aritmetiği ile karşı karşıyadır. Yapması gereken faiz artışlarını öteleyip faiz indirim döngüsüne devam etmesi durumunda ilerde, politika faizini bugün yapacağı artışların çok üzerinde yükseltmek zorunda kalabilir. Böylesi faiz artışının ekonomi üzerindeki maliyeti çok daha fazla olacaktır.
Enflasyon, üretim, istihdam gibi makroekonomik sorunların salt çözümü para politikası ile mümkün değildir. Faiz artışından etkilenen kesimler için faizleri düşürmek onları borçlandırmak çözüm sağlamayacaktır. Bunun yerine borçların tasfiyesi, gelir ve istihdam yaratmak gerekir. Vergi politikasını değiştirmek, vergi yükünün emekçi kesim yerine zenginlere yayılması gerekmektedir. Politikyol okurlarına bu yazımla veda ediyorum. Esen kalınız.