Doğru bir politikaya yumuşak geçiş yapmak için öncelikli olarak faizin yönetiminden çok, “beklentilerin yönetimi” önemli. Ekonomi yazarımız Arda Tunca son gelişmeleri yazdı Siyasetin toplumun beklentilerini yönetebilmesi için toplumun güvenine ihtiyacı vardır. Siyaset, güven veren politika üretemiyorsa beklenti yönetemez. Politika üretemeyen siyaset işlevini yitirir. 6 Haziran haftası piyasalarda dalgalı geçti. 3 Haziran Cuma gününü 16.45 ile kapatan USD/TL kuru 10 Haziran Cuma gününü 17.11 ile kapattı. Yükseliş, Türkiye’ye ilişkin artan risk algısından kaynaklanıyor. 6 Haziran haftasındaki dalgalanmanın nedeni nedir? İlki, hükümetten gelen çelişkili açıklamalar. Sonra, cumhurbaşkanı tarafından ekonominin kurallarını yok sayan açıklamalar. Bunlar, hafta boyunca piyasada olumsuz fiyatlamaların oluşmasına neden oldu. Hazine ve maliye bakanı yakın dönemde faiz indirimi olmayacağına dair açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı ise faizin indirileceğine dair açıklama yaptı. Her iki açıklamanın tarihi 6 Haziran. Aynı tarihli iki açıklama ve birbiriyle zıt yönlü ifadeler. Bir “yönetememe” durumunu anlatıyor. Cumhurbaşkanının “teknik olarak enflasyon değil, hayat pahalılığı sorunu var” ifadeleri halk tarafından anlamlandırılamadı. Enflasyon karşısında alım gücünü hızla yitirmekte olan bir halka teknik olarak enflasyonun olmadığının söylenmesi! Cumhurbaşkanı tarafından indirileceği belirtilen faiz, TCMB’nin politika faizi. Oysa, piyasadaki faizler yükseliyor. Ancak, TÜİK’e göre tüketici enflasyonu %73.5 iken kredi piyasasında bugün %25-45 aralığındaki oranlarda kredi kullanmak ekonomik gerekçelerle halen cazip. Bu geniş faiz aralığı, zorunlu karşılıklar kapsamında olan ve olmayan firmaların maruz kaldığı çok farklı faiz aralıklarından kaynaklanıyor. Hükümet, 2017’de başlayan KGF kredisi uygulamalarından sonra çok sayıda destek kredileriyle toplumu borçlandırdı. Faiz ve enflasyon oranları arasındaki uyumsuzluk, 6 ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Modeli ile enflasyonu 1980’leri ve 1990’ları hatırlatan seviyelere getirdi. Kredi kullanmanın cazip olması nedeniyle bankacılık sisteminin TL kredileri yüksek oranlı arttı. 2021 sonunda 2.8 trilyon TL büyüklüğündeki TL krediler 3 Haziran 2022’de 3.7 trilyon TL seviyesine ulaştı. Böylesine büyük bir kredi genişlemesi ile para arzı artar ve enflasyon yükselir. Kredi hacmi genişlemesi hükümet tarafında enflasyonun nedeni olarak görüldü ki, kredi hacminin büyümesini düşürmeye yönelik bazı önlemler 9 Haziran gecesi ilan edildi. Açıklamalara göre, gelire endeksli bir senet (GES) ihracı gerçekleştirilecek. Detayları 10 Haziran’da açıklandı. Talep toplama günü 15 Haziran. GES’in “getirisi” hükümet tarafından İslami prensipler çerçevesinde faiz olarak değerlendirilmiyor. GES, vade sonunda getiri garantisi sunacak. GES’in getiri yüzdesi yıllık bileşik %23.04 olacak. Bu oran, TL’nin enflasyon karşısındaki getirisini artıya taşımadığı için cazip bir ürün olmayacaktır. Ancak, tasarrufları TL’de olan bir kesim bu ürüne mecburen yönelecektir. Zira, bankalardaki mevduat faizi kabaca %21 civarında. GES’in ihraç edilmesiyle beraber bankalar, mevduat (kaynak) kaybı yaşamamak için mevduat faizlerini yükselteceklerdir. 9 Haziran akşamı ticari kredilere uygulanan zorunlu karşılık oranı %10’dan %20’ye çekildi. Paranın maliyeti arttı. Mevduat faizlerinin artması ve zorunlu karşılık oranının yükselmesi nedeniyle bankaların artan maliyetleri kredi faizlerini de artıracaktır. TCMB’nin politika faizi artırılmayarak, başkaca yöntemlerle piyasa faizleri artırılıyor. Kredi genişlemesini dizginlemek amacıyla kredi kartları ile ilgili düzenlemeler de hayata geçirildi. Başka düzenlemeler de söz konusu. Ancak, onlar bu yazının konu bütünlüğünü bozmamak amacıyla değerlendirmeye alınmamıştır. TCMB faizi düşürülerek ve başka yöntemler geliştirilerek ulaşılmak istenen yer, İslami tanımlamalar çerçevesinde faizin olmadığı bir finansal düzene geçmek. 27 Mayıs tarihli PolitikYol yazımda şu ifadelere yer vermiştim: Otokratikleşme süreci sebepsiz bir tercih değildir. Ya amacın diğer kısmı? Yani, faizin olmadığı bir ekonomi düzeninin kurulması. Bu amaca hangi siyasi rejim altında ulaşılacak mevcut olanla ulaşılamayacağına göre? Yeni uygulamaların getiri oranı İslami prensiplerde faiz midir, değil midir tartışmalarına girmeyeceğim. Benim dünya görüşümde hepsi faizdir. Önemli nokta şu: adı faiz ya da başka bir şey olsun, paranın kullanım maliyeti finansal sistem dışında oluşmaya başlıyor ve artıyor. Maliyetin yükünü gereksiz şekilde kamu maliyesi üstleniyor.
Otokratikleşme süreci sebepsiz bir tercih değildir. Ya amacın diğer kısmı? Yani, faizin olmadığı bir ekonomi düzeninin kurulması. Bu amaca hangi siyasi rejim altında ulaşılacak mevcut olanla ulaşılamayacağına göre?
Kur korumalı mevduat (KKM) ile kamu maliyesine gelen yük 150 milyar TL’nin üzerine çıktı. Şimdi, KİT’lerin gelirleri GES üzerinden tasarruf sahiplerine aktarılacak. Kamu kesimi eliyle, örneğin sağlık hizmetlerine ya da başkaca sosyal amaçlı harcamalara yönlendirilebilecek kaynaklar tasarruf sahiplerine aktarılıyor. Neden? Hiçbir yöntemle cazip hale getirilemeyen TL’yi cazip hale getirmek için. Arzu edilen sonuç ortaya çıkacak mı? Hayır. İktisat teorisi çerçevesinde parasal istikrarı sağlamak için farklı görüşler sunulabilir. Ancak, şahsıma ait görüşleri aşağıdaki satırlarda aktarmaktayım. 2017’den bu yana şişmiş bir kredi piyasası var. Kredi “bağımlılığı” artmış bir reel sektör ve hane halkı var. Bu durumda, enflasyon ile faizi uyumlu hale getirmek için faizi enflasyon düzeyine, yani %73.5’e çekmek ne kadar doğru olur? Piyasada kredi faizinin %25-45 aralığında olduğu bir düzende, yüksek düzeyde kredi bağımlılığı söz konusu iken faizi bir anda hemen hemen 2 katına çıkarmak reel sektör ve hane halkı üzerinde yıkıcı etkiler yaratır. Hükümetin açıklamalarından ve 9 Haziran’da ortaya koyduğu uygulamalardan anladığımız, iktisadın kurallarına uygun politikaların üretilmesi mevcut hükümet ile mümkün değil. Türkiye, bugün iktisadın kurallarına uygun bir para politikası yönetimine geçme iradesini ortaya koysa, ne yapmalı? Kredi piyasasındaki rakamlar analiz edildiğinde, “çok kısa vadede enflasyon ve faizi uyumlu hale getirmenin ortaya koyacağı ağır hasar” göze çarpıyor. Faiz, bir anda enflasyon seviyesine yükseltilmemeli. Doğru bir politikaya yumuşak geçiş yapmak için öncelikli olarak faizin yönetiminden çok, “beklentilerin yönetimi” önemli. Amaç, süreci asgari düzeyde hasar alarak atlatmak olmalı. Aksi takdirde, ani duruş, iflaslar ve sert işsizlik artışı riski var. Para otoritesi olarak TCMB, “parasal istikrar için para arzını kısacağım” der. Politika faizini %14’ten, örneğin %20’ye yükseltir. Enflasyonu kontrol altına alana kadar sürece devam edeceğini anlatır. TCMB, bir sonraki faiz kararı toplantısında faizi %20’den %25’e çıkarır. Parasal istikrar sağlanana kadar sıkılaştırıcı para politikası uygulamalarına devam edeceğini yeniden söyler.
Kredi piyasasındaki rakamlar analiz edildiğinde, “çok kısa vadede enflasyon ve faizi uyumlu hale getirmenin ortaya koyacağı ağır hasar” göze çarpıyor.
Piyasa, TCMB’nin ciddi olduğunu anlar. Finansman maliyetlerinin yükseleceğini “bekleyerek” iş hacmini düşürmeye başlar. Nakit yönetimini, kredilerini kapatmaya yönelik olarak uygular. Piyasada oluşan talep düşürücü beklentilerle enflasyonun talep cephesi kontrol altına girmeye başlar. Bu arada, TL’nin güçleneceğine yönelik beklentilerle dolarizasyon düzeyi ilk etapta önemli ölçüde düşmese de ufak gevşeme işaretleri verir. Böylece, enflasyon da yönünü yavaş yavaş aşağı çevirir. Yukarıda verdiğim oranlar ve süreler örnektir ve mutlak doğru değildir. Piyasa tepkisine göre elbette değişir. Önemli olan, piyasanın anlatılanlara “güvenmesi” ve “beklentilerinden emin olması”. Bu gelişmelerle, belirsizlik havası dağılmaya başlar. Faiz, bir anda %73.5’e yükseltilmeden ve zamana yayılarak gerçekleştirilen faiz artırımları önemli bir sonuç verir: politika faizi ile piyasa faizleri örneğin %40 gibi bir seviyede buluşur. Bu sırada, enflasyon da bu seviyelere yaklaşmış olur. Ne kadarlık bir sürede? Piyasanın tepkisine bağlı ama diyelim ki 6 ay. Bu sürenin sonunda, enflasyon kontrol altına alınmış, TL pozitif reel getiri sağlamaya başladığı için dolarizasyon düzeyi önemli ölçüde düşürülmüş, kur dalgalanmaları sadece yurt dışı kaynaklı dalgalanmalara maruz kalacak hale gelmiş olur. Bu şartlar, enflasyonu küresel enflasyon sorunu seviyelerine kadar düşürür. Yani, Türkiye köpüğü alınmış olur. Gelişmekte olan ülkeler içinde en yüksek enflasyona sahip ülkelerin seviyesine düşmek dahi enflasyonu %10-14 aralığına indirir. Bunlar, bugünkü hükümet ile olmayacak. Gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz.