Eza cefayı ölçmek

Abone Ol
Simitle öğün geçirmeye çalışanlara bir alternatif olarak “boş tost”un sunulduğu bir ülkenin vatandaşları olarak, memlekette çekilen eza cefanın boyutlarını ölçmeye çalışmaktan  başka alternatifimiz yok gibi gözüküyor.  Ekonomik ve toplumsal gelişmelerin nabzını tutmanın, sosyoekonomik değişkenlerin zaman içindeki seyrini izlemenin en kolay ve popüler yolu endeks değerlerine bakmak. Endeksler özünde bileşenlerin her biri için bir biçimde seçilmiş, toplamı 1,0’e eşit olan ağırlıklar kullanılarak hesaplanan ağırlıklı ortalamalar. Kiminin arkasında çok karmaşık dinamikler olan birçok önemli sosyoekonomik değişkende zaman içinde topluca gözlenen net değişimi tek bir rakam yardımıyla izlemeye izin veriyorlar. Bu yönüyle endeksler, sadece profesyonellerin değil kamuoyunun dayararlandığı özet bilgiler sunan bileşik göstergeler. Kamuoyunda en iyi bilinen endeksler, binlerce ürünün fiyatından, seçilmiş ağırlıklar yardımıyla oluşturulan ortalamalar olan ve enflasyon ölçümünde kullanılan Tüketici ve Üretici Fiyat Endeksleri (TÜFE ve ÜFE). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP’nin İnsani Gelişme Endeksi (İGE/HDI), Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Yolsuzluk Algı Endeksi gibi endeksler de uluslararası karşılaştırmalara zemin hazırlamak amacıyla her yıl hesaplanıp bütün dünyaya duyurulan popüler endeksler. Türkiye’de de yakından izleniyorlar. Ünlü iktisatçı Arthur Okun’un 1960’larda önerdiği “Misery Index” ya da Türkçe adıyla SEFALET ENDEKSİ de tüm dünyada bilinen, bir başka popüler gösterge. Sefalet Endeksi (SE)sadece iki –eşit ağırlıklandırılmış– bileşenin toplamından oluşuyor: (tüketici) enflasyon oranı ve işsizlik oranı.SE’nin popülerliği hem basitliğinden hem de bir ülkede çekilen ekonomik sıkıntıları gösteren ve dolayısıyla yığınları ilgilendiren iki önemli göstergeden oluşmasından geliyor. SE değerleri Türkiye’de, bekleneceği üzere son dönemde artan bir sıklıkla gündeme geliyor. SE değerinin yükselmesi enflasyon ve işsizlik oranlarında net bir artış olduğu anlamına geldiğinden, ekonomik gidişatın –dar gelirli ve kırılgan kesimler başta olmak üzere– yığınlar için kötüleştiğini ima ediyor. Örneğin Türkiye’nin SE değerlerinde geçen Aralık’ta gördüğümüz hızlı sıçrayış, zaten birçok göstergeye göre kötü olan durumun, hızla daha da kötüleştiğinin habercisi oldu. Nitekim SE’nin değeri 2021 Kasım’dan Aralık’a (TÜİK’in resmi rakamlarına göre)14,41’den 24,88’e çıkarak 10,5 puanayaklaşan feci bir sıçrayış sergiledi. (Bu artışın 0,40 puanı işsizlik oranındaki artışa bağlıyken, 10,07 puanı tüketici enflasyonundaki artıştan kaynaklandı.) İşsizlik ve enflasyon oranlarının toplamından oluşan basit ama kullanışlı bir gösterge olan Sefalet Endeksinin ardında, tüketici hane halklarına fiyatlar cephesinde sıkıntı yaratan sorunun enflasyon, kazançlar cephesinde sıkıntı yaratan temel sorunun ise işsizlik olduğu kabulü var. Oysa Türkiye’de kazançlar cephesinde sorun yaratan tek unsur işsizlik değil. Evet, işsizlik oranının hesabına dahil edilen kişiler kazançtan mahrum ama bu durumda olan tek grup onlar değil. İşsizlik oranı sadece istihdamda olmayıp, son dört hafta içinde aktif olarak iş arayan ve iki hafta içinde işbaşı yapacak durumda olan çalışma çağındaki kişileri kapsarken, aynı durumda olup da iş bulma ümidini kaybettiği için aktif olarak iş aramayı bırakanlar bu oranın hesabına dahil edilmiyorlar. Keza iş arayan ama iki hafta içinde işbaşı yapma imkanından yoksun olanlar da işsiz sayılmıyor. Oysa “potansiyel işgücü” kavramıyla tanımlanan bu insanlar da kazançtan yoksun ve muhtemelen en az işsizlik oranına dahil edilen işsizler kadar muhtaç durumdalar. Türkiye’de potansiyel işgücü özellikle pandemi sonrası dönemde iyice büyüdü ve geleneksel işsizlik oranlarının anlamını büyük ölçüde yitirmesine neden oldu.  Türkiye’nin zaten kötü olan ve Aralık 2021 sonrası ‘kötü’ sıfatıyla tarif edilmesi iyice güçleşen SE skorları, bu potansiyel işgücünü de dahil etmemiz  halinde, daha da büyüyor –ve çok çok daha kötüleşiyor. SE skorlarının ne kadar kötüleşeceğini kestirmek isteyenler için, 2021’in son çeyreğinde yüzde 11,0 olan manşet işsizlik oranına karşılık potansiyel işgücüile birleştirilmiş bütünleşik işsizlik oranının yüzde 18,8 olduğunu hatırlatayım. İsteyen, diğer çeyreklerdeki durumu TÜİK’in işgücü bültenlerinden izleyebilir. Bu oranların arkasında,  işe ihtiyacı olduğu halde çalışamayan yaklaşık 3,8 milyon işsize ek olarak, çalışmak isteyip de çalışamayan ama uluslararası tanımlara göre “işsiz” de sayılmayan 3,1 milyon civarındainsan var Türkiye’de. Aralık ayında resmi rakamlara göre yüzde 13,58 olarak gerçekleşen aylık enflasyonun vurduğu kesimler arasında, çalışmadan gelecek kazanca ihtiyacı olduğu halde hiçbir iş bulamayan bu 7 milyona yakın insan da var kısacası. Aralık 2021’de yüzde 13,58 ve Ocak 2022’de yüzde 11,10 olarak gerçekleşen enflasyon oranları halk yığınlarının fiyatlar cephesinde yaşadığı felaketi net biçimde gösteriyor ama kazançlar cephesindeki sorun yukarıda söz ettiğim bütünleşik işsizlik oranının yansıttığından ibaret değil ne yazık ki. Enflasyon ve işsizlikteki artışlar, dünyanın her yerindeyığınların karşılaştığı ekonomik zorlukların arttığı anlamına geliyor ama Türkiye’de istihdamda olup da bir kazanç kaynağına sahip olmak da, bu zorluklardan muaf olmak anlamına gelmiyor. Türkiye’de istihdamda olanlarınönemli bir bölümükayıt dışı olarak ve/veya tam zamanlı olmaksızın, istihdam güvencesinin eksik olduğu geçici süreli iş sözleşmelerine dayalı olarak, evde çalışma ve taşeron iş ilişkisi çerçevesinde çalışıyor.  Yani Türkiye’de sadece geniş anlamda işsiz olmak değil, istihdamın düşük kalitesi de önemli bir sorun.İşgücü piyasasını izleyen çalışmaları ile ünlü Sosyal Politikalar Araştırma Merkezi SPM, bu gözlemden hareketle Sefalet Endeksi’ni düşük kaliteli istihdam göstergeleriyle genişleten bir dizi endeks geliştirdi ve bu endekslerin değerlerini Şubat 2022’den itibaren her ay kamuoyuyla paylaşacağını duyurdu. SPM’nin enflasyon ve işsizlikte aydan aya gözlenen gelişmeleri, istihdamın kalitesindeki aylık değişmeleri de kapsayacak biçimde genişleten ve EKONOMİK ZORLUK ANALİZİ (EZA) ENDEKSLERİ adı verilen bu göstergeler, benzer bileşenleri küçük yöntem farkları ile ölçen dört endeksten oluşuyor. SPM istihdamın kalitesini (ve dolayısıyla, bir anlamda kazançların yeterliliğini), COVID salgını sürecinde geliştirdiği ve düzenli olarak izlemeye başladığı“eğreti istihdam” kavramlaştırması altında ölçüyor. Kayıt dışı olarak ve/veya tam zamanlı olmaksızın, istihdam güvencesinin eksik olduğu iş sözleşmelerine dayalı olarak çalışanları “eğreti istihdam” kapsamında değerlendiren merkez, bu kapsamdakilerin toplam istihdam içindeki payını (Eğreti İstihdam Payı, EİP) ve bunların çalışma çağındaki nüfusa oranını (Eğreti İstihdam Oranı, EİO) gösteren iki göstergeyi, TÜFE enflasyonu ve işsizlik oranlarına ekleyerek, halkın yaşadığı ekonomik zorlukların analizini (EZA) gerçekleştiriyor. Baz dönemi olarak 2019 Ocak ayının seçildiği endekslerden ikisinin seyrini ve güncel değerleriniPolitik Yol okuyucuları için aşağıya alıyorum. Bunlardan SPM EZA 3, TÜİK’in ilan ettiği TÜFE enflasyonu ve manşet işsizlik oranı toplamına (yani aylık SE değerine), yine TÜİK verilerinden hesaplanan Eğreti İstihdam Payının (EİP) aylık değerini eklerken; SPM EZA 4, istihdam kalitesi göstergesi olarak EİP yerine Eğreti İstihdam Oranınını (EİO) kullanıyor. Ekonomik faaliyetin nispeten normal seyrettiği COVID öncesi bir ay olan 2019 Ocak ayında endekslerin aldığı değer 100 olmak kaydıyla gözlenen endeks değişmelerinin SE ile karşılaştırması verilen tablo ve grafiklerdeki gibi gerçekleşti.   Endekslerin yapısına dair söylediklerimden de anlaşılacağı gibi, SPM EZA endeks değerlerinde net bir artma yaşanan EKONOMİK ZORLUK VE SIKINTILARIN ARTIŞI anlamına geliyor.Tablodan da görüldüğü gibi güncel EZA değerlerinde bir önceki aya (Kasım 2021) göre 18,4 (EZA 3) ile 31,2 puan (EZA 4) arasında artış gözleniyor. Bu değerler, endeksin 2019 Ocak ayı olan bazına kıyasla da 13,4 ile 29,5 puan arası bir artışa denk geliyor. Hangi versiyon olursa olsunendeksteki artışa en büyük katkının Aralık’ta patlayan enflasyondan geldiğini söylemek mümkün. Kasım’dan Aralık’a manşet işsizlik oranında küçük bir artış olurken eğreti istihdam göstergelerinde küçük düşmeler yaşandı. Tabii Kasım’dan Aralık’a değişiklik olmasa da hem işsizlik oranlarının, hem de eğreti istihdam göstergelerinin zaten çok yüksek olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Kısacası Aralık’ta enflasyonda gözlediğimiz–Ocak’ta da devam eden– sıçrama, işsizliğin ve kalitesiz, güvencesiz işlerde çok düşük ücretlerle çalışmanın zaten yaygın olduğu bir toplumda yaşandı –ki bizim Aralık ve Ocak’ta yaşadığımız gibi yüzde onu geçen bir aylık enflasyonun, işsizliğin düşük ve kalitesiz istihdam biçimlerinin az rastlanır olduğu toplumlarda bile büyük darbe anlamına geleceği; dolayısıyla da Türkiye’de çok daha daha yıkıcı etkiler yapacağı açık sanırım. Ekonomik zorluklar, geçen sonbahardaki hızlı faiz indirimleri yüzünden maruz bırakıldığımız şahlanan enflasyona bağlı olarak hızla artıyor. Bırakalım tümüyle işsiz, gelirsiz olanları; asgari ücreten ya da kayıt dışı, geçici vs. eğreti istihdam biçimlerinde daha bile düşük kazançlar karşılığı çalışan milyonların bu kışı nasıl anlatacağını kestirmek bile zor açıkçası. Elektrik, doğal gaz faturalarındaki artışlar, ulaşım ve kira giderlerindeki tırmanış derken, bir çok ailenin temel gıda ürünlerine erişimi bile sorunlu hale geldi. Türkiye’de yaşayan insanların çoğu, SPM endekslerinin ölçtüğü EZA’nın yanı sıra, özellikle enerji fiyatlarındaki korkunç artışlar yüzünden “cefa” olarak da algılamaya başladı.Yine de şu aşamada, simitle öğün geçirmeye çalışanlara bir alternatif olarak “boş tost”un sunulduğu bir ülkenin vatandaşları olarak, memlekette çekilen eza cefanın boyutlarını ölçmeye çalışmaktan  başka alternatifimiz yok gibi gözüküyor. -