Evet, Bir “İktisatçı, Önce İktisatçıdır”: Ne Muhalifi Ne de Muvafıkı Olmaz[1]

Abone Ol
Para ve faiz politikası ile ülkenin reel sektörünün deforme olmuş yapısındaki sorunları çözemezsiniz. Sadece “durumu” kurtarırsınız… Birinin böyle bir iddiası var ise boşunadır; para politikasına gereğinden fazla önem yüklemiş olursunuz.

Loading...

Bu yazıyı uzun zaman önce yazmıştım. Yayımlamadım. Beklettim zamanı tekrar gelir diye. Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Nebati bir açıklama yaparak, uygulanan “Türk Tip Ekonomik Modelin” beklendiği gibi devam ettiğini söylemiş. Hatta 2023 yılında kişi başına gelirimizin 12 bin dolara erişeceğini iddia etmiş. Gerçi daha önceleri 2023 için 25 bin dolarlar telaffuz ediliyordu ama olsun. Biz buna da razıyız. Sayın Nebatinin vurguladığı ekonomik modelin önemli unsuru cari açık ile ilgili iddialarıydı. Uygulanacak ekonomik modelle Türkiye ekonomisinin cari fazla verecek bir ekonomiye dönüşeceğiydi. İddia edilen hususlar doğru da o iddia edilecek sonuçlara erişebilmenin yolu konusunda fikir ayrılıklarımız var. Benzer bir ayrılığımız da bir süre önce Ege Cansel’in köşesinde bu konuda ileri sürdüğü ve iktidarın uygulamalarını eleştiren iktisatçılara yönelik iddialarda var. O günlerde bu iddialar ciddi tartışmalara, itirazlara yol açmıştı. Hatta Ege Bey’i hedef alan bazı haksız eleştiriler de yapılmıştı. Bu vesileyle ülkemizde kronik hale gelmiş cari açık sorununu, biraz da tartışmalar dindikten sonra tekrar ele almanın uygun olacağını düşündüm. Yanlış anlamaları, öfkenin esiri olmadan gidermeye çalıştım. Amacım fikirleri tartışmak. Kişilikleri hedef almadan, kamuoyundaki yanlış anlamaları gidermek. Bilemiyorum iddialı bir hedef mi oldu? Değerli büyüğümüz Ege Cansen, Sözcü Gazetesindeki köşesinde uzun süredir, iktidarın düşük faiz uygulamasının yol açtığı TL’nin değer kaybetmesiyle artan ihracat ve azalan cari açığı hedefleyen politikasını değerlendirmektedir. Türkiye gibi çifte paralı ekonomide faizleri yükselterek (ve tabi TL’nin değer kazanmasına izin vererek) makroiktisadi dengenin ve istikrarın sağlanamayacağını söylerken, dövizin rekabetçi düzeylerde tutulmasının cari dengenin makul düzeylere çıkışı için gerekli olduğuna vurgu yapmaktadır. Bunu yaparken de akademik iktisatçıları yüksek faiz politikasına “körü körüne”, hatta iman edercesine taraftar olmakla itham etmektedir. Son kısım hariç, Ege Bey’in bu görüşlerine katılmamak mümkün değil. Ama bir o kadar da ülkemizdeki iktisatçıların böyle bir politikayı inkâr ettiklerini söylemek abartı olacaktır. Ege Cansen bu iktisatçıları, cari açık yüksek faizlerin sağladığı “sıcak” para ile finanse edilebildiği sürece sorun olarak görmediklerini söylemektedir. Hatta yazılarının sonunda yer verdiği tek cümlelik veciz sözlerinin birinde “AKP’ye zarar verecekse, yalan söylemek caizdir diyemem” diyerek, sanki AKP’nin uyguladığı iktisat politikalarına eleştirel bakan iktisatçıları kamuoyu nezdinde zan altında bırakmaktadır. İktisat politikalarına yönelik görüş ayrılıklarını bu denli sert ifadelerle hedef alması, benim gibi birçok “akademik” iktisatçıyı üzmüştür.
İktisatçılar açısından cari açık bir dengesizlik hâlidir ve hiçbir koşulda sürdürülebilir bir durum değildir. Dolayısıyla cari açığın bir iktisatçı açısından savunulabilir yanı yoktur.
Evet, üzmüştür… Zira Sayın Ege Cansen ülkemizdeki yönetim bilimleri alanındaki uygulamalara değerli katkıları olmuş çok iyi bir “işletmecidir”.  Yıllarca özel işletmelerde çalıştığı görevlerde ülkemizdeki yönetim bilimlerine ait pratiklerinin oluşturulmasına büyük katkıları olmuş birisidir.  Kendisi kamuoyunda iktisat konusundaki yaptığı yorumlarıyla bilinmesine rağmen, benim gibi ülkemizdeki işletmecilik tarihi ve işletmelerde kurumsallaşma süreçlerine ilgi duyan bir akademisyen için Ege Cansen ismi Türk özel sektöründe önemli bir yer teşkil eder.  Bu katkıları dolayısıyla büyük bir saygıyı hak eden birisidir.  Buna şüphe yok. Dahası Ege Bey’in iktisadi konulardaki yorumlarını çok daha değerli yapan, onun yıllarca işletme pratikleri içinde bu uygulanan iktisadi kararların mikro düzeyde etkilerini, sonuçlarını görebilmiş olmasıdır. Bu kayda değer bir tecrübe ve bilgelik kazandırmıştır kendisine. İktisatçılar açısından cari açık bir dengesizlik hâlidir ve hiçbir koşulda sürdürülebilir bir durum değildir. Dolayısıyla cari açığın bir iktisatçı açısından savunulabilir yanı yoktur. Konjonktürel olarak, geçici olarak ortaya çıkabilir, ama hiçbir zaman kalıcı olamaz; olması istenemez. Zaten cari açıkların sürdürülebilmesi ya dış finansmanı kullanmayı gerekli kılar ki, bu da uzun süreli bir finansman yolu değildir. Bu finansman bulunamadığı zaman da dengelenmenin yegâne yolu ülkedeki göreli fiyatları yeni koşullara göre yeniden ayarlamaktır. Bu şekilde bir iktisatçı açısından cari açığın dengelenmesi için miktar ve fiyat ayarlamasından başka hiçbir yol yoktur. Yani ya harcamayı kısacaksınız ya da fiyatları ayarlayarak yabancı mal kullanımını pahalı yapacaksınız. Elbette ülkemizin cari açık vermeyecek bir harcama ve üretim yapısına sahip olması bu sorunun kökünden giderilebilmesi için gerekli en önemli koşuldur. Ancak bunun kısa dönemde yapılabilmesi mümkün değildir. Bu kapsamlı, hedefleri olan bir sanayileşme politikasının oluşturulmasıyla mümkündür.
Bunların tümünün tersine çevrilebilmesi ise Türkiye ekonomisini dış ticarette fazla veren bir ekonomiye dönüştürmektir. Hatta bu durumda TL’nin değer kazanmasından bile bahsedilebilir.
Şimdi son söyleneceği başta söyleyelim… Para ve faiz politikası ile ülkenin reel sektörünün deforme olmuş yapısındaki sorunları çözemezsiniz. Sadece “durumu” kurtarırsınız… Birinin böyle bir iddiası var ise boşunadır; para politikasına gereğinden fazla önem yüklemiş olursunuz. Diğer bir önemli husus ise para politikası tek başına değil, ekonomideki harcama politikası ile birlikte düşünmek anlamlıdır. Zira para politikası aslından harcama politikasının finansmanının nasıl yapılacağının bir cevabıdır. Bu finansmanın bir kısmı dışarıdan doğrudan kaynak talebi ile karşılanırken, bir kısmı da fiyat ayarlamalarıyla talebin yurtiçi üretime yönlendirilmesiyle gerçekleştirilebilir. Kur bu anlamda kritik öneme haiz bir parametredir ekonomide. Kurlarda ne kadarlık artışa tahammül edilebileceği ise ekonominin borç yüküne ve borçlanma kapasitesine bağlıdır. Bunların tümünün tersine çevrilebilmesi ise Türkiye ekonomisini dış ticarette fazla veren bir ekonomiye dönüştürmektir. Hatta bu durumda TL’nin değer kazanmasından bile bahsedilebilir. Ülkemizdeki iktisatçılar bu gerçekleri sıkça vurgulamasalar da bugünkü iktisat politikalarını eleştirirken üstü kapalı olarak bu gerekçeleri dikkate almaktadırlar. Şahsen benim bundan şüphem yok. [1] Bu yazıdaki görüşler Ege Cansen’in aşağıda künyeleri verilen yazılarındaki görüşlerine dayanmaktadır. https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ege-cansen/iktisatci-once-iktisatcidir-6754053/ https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ege-cansen/cari-acik-sampiyonu-akp-neden-cari-acik-dusmani-oldu-6788508/ https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ege-cansen/bilimde-nas-olmaz-6816008/