Eve dönüş

Abone Ol
Bu toprakların evlatlarının yurtlarına dönme zamanı gelmedi mi? 20 yy.’ın başlarından itibaren yerinden yurdundan edilen Rum, Ermeni, Süryani veya Kürt ve hatta Türk kim varsa aleni çağrı ile T.C. vatandaşlığı almaları hak değil mi? “Ama hangi eve” der Tanassis. 1916 yılında yetim bir çocuk olarak Doğu Karadeniz’den kovulmuştur, 1947’de ise Yunanistan’dan. Ömür tükenip bittiğinde Yunan hükümeti eve dönmesine izin verir ama hangi eve dönecektir? Nihayet, takvimler 1975’i gösterdiğinde hikâyenin başladığı yere döner ve 59 yıl önce kovulduğu topraklarda bu soruyu sorar kendisine, “Ama hangi eve?”. Bulutları beklerken, bir türlü düşmeyen yağmur damlasına hasret toprak gibi bazı insanlar… Yakup ise kapısının peşinde koşar durur oradan oraya. İlle de kapım der. Evi yağmalanmış, yerinden yurdundan edilmiş ve hatta oğlunun naaşı bile çok görülmüştür. Ama yetmez. Hatıralara da göz dikilmiştir. Linç ve talanı sıradanlaştıran zihniyet için makbul değil maktul olabilecek yurttaşlar sınıfındadır. O ve onun gibilerin “kapısına” sahip çıkamamanın utancı düşer bizim payımıza da… Bu toprakların evlatlarının yurtlarına dönme zamanı gelmedi mi? Yirminci yüzyılın başlarından itibaren yerinden yurdundan edilen Rum, Ermeni, Süryani veya Kürt ve hatta Türk kim var ise aleni çağrı ile ve elbette talep etmeleri halinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almaları hak değil mi? Bu bizi zayıflatır mı? Yoksa hayalini bile kurmakta güçlük çekeceğimiz kadar güçlü mü kılar? Yaraları açık tutmanın kime ne faydası var? Kaybettiğimiz özgüveni ne zaman kazanacağız? Biz Türkler değil miydik bastığımız topraklardaki halklarla ortak bir dil oluşturarak dalga dalga yayılan? Biz değil miydik Balkanlarda, Kafkaslarda ve Mezopotamya’da asırlarca kalıp da kimsenin diline, dinine karışmayan. Bu değil miydi her sofraya buyur edilmemizin sebebi? Eğer doğruysa bütün bu anlatılanlar, neden bu haldeyiz biz?
Biz değil miydik Balkanlarda, Kafkaslarda ve Mezopotamya’da asırlarca kalıp da kimsenin diline, dinine karışmayan. Bu değil miydi her sofraya buyur edilmemizin sebebi? Eğer doğruysa bütün bu anlatılanlar, neden bu haldeyiz biz?
Dersim’in kayıp kızları, köyleri yakılan periferi yolcuları, anaların sessiz yükselen ağıtları ve babaların kuytularda akıttığı göz yaşları. “Kamber Ateş nasılsın” sorusu yankılanıp duruyor sonsuzlukta. Maraş’ın yenileri inşa ediliyor yeryüzünün bilmediğimiz veya görmediğimiz bir köşesinde. Cumhuriyet eğer demokrasi ile taçlanacaksa ve bir gün bu topraklara barış ve refah gelecekse, dünün “Kürtlerine” dönüp bakabilmemiz ve bu ülkede nefes alamadığı, aldırılmadığı için göçüp gitmiş herkese evlerinize dönün diyebilmemiz gerekiyor. Türkiye bir asırdır aynı güne uyanıyor. Artık yeni bir güne uyanmanın, yeni bir çağı başlatmanın ve coğrafyamızın her bir köşesinde yılkı atları gibi dört nala koşmanın zamanı gelmedi mi? Hangi geçmiş geride bırakılmadı da biz yaşananları bir türlü atlatamıyoruz? Acıların zinde kalması için bunca uğraşan kim? Yüzleşmemizi ve barışmamızı istemeyenlerin çıkarı ne? Kendisiyle yüzleşip kırıp döktüklerini onarma cesareti edindiğinde, Batı’nın kerameti kendinden menkul demokratlığını aşan, Orta Doğu halklarına ilham olacak, Doğu’ya ışık tutacak bir hikâye yazacak Türkiye. Üstelik bunun tam zamanı. Tüm dünyaya barış için umut olabilecek o hikâyeye en çok bizlerin ihtiyacı var çünkü. Güzel memleketim. Senden umudunu kesen, boğuştuğun birçok soruna bakarak kendi göbeğini dahi kesmekten aciz olduğunu düşünenler var elbet, her zaman olduğu gibi. Çünkü bu toprakların birlikte yaşama iradesini ve birikimini hafife alıyorlar. Oysa, tam da işte bugün, asra bedel olacak andayız. Yaralarımızı saracağız ve bir yandan kaybedilmiş zamanın izini sürecek, diğer yandan ortak bir geleceğe dair hayallerimizin peşinde koşacağız. Mevcut siyasi söylemlerin hiçbiri Türkiye’yi taşıyamıyor. Bu topraklar elit siyasetin ve karanlık dehlizlerin çıkardığı tüm engellere rağmen yine ve bir kez daha barışa ve refaha gebe. Türkiye, “Ama hangi ev?” sorusuna, “İşte burası, burası senin ve hepimizin evi” diye cevap verecek güce sahip. Kimsenin aklının yitik kapısında kalmadığı, çoluğunu çocuğunu komşusundan sakınmak zorunda hissetmediği, evladının tutamadığı yasına hapsolmadığı bir Türkiye kuracağız hep birlikte. Bu bizim boynumuzun borcu. Coğrafya kader mi bilmem ama emin olduğum tek bir şey var o da şu an tüm ihtimallerin ucunun açık olduğu bugün, bu coğrafyanın kaderi bizim elimizde. Barıştan duyulan korku korkuların en büyüğü. Onu istemek ve ondan vazgeçmemek ise cesaretin şahikası. “Yenilgi yenilgi büyüyen zafer” bu defa barış isteyenlerin olsun.