2000'li yıllarda yapılan siyasi partilerin sektörel dağımına bakıldığında CHP'nin tarım dışı ve ücretli yapısı seçmeni ile ön plana çıktığı görülmektedir. Gerek sektörel yapılar gerekse de sosyo ekonomik yapıdaki durum karşısında 2010 yılına doğru giderken bu veriler ile ilgili ne tür bir değişim oldu? Bu haftaki yazımı bu konu üzerine kurguladım.
2003 yılında ve sonraki seçimlerde AKP'nin sosyo-ekonomik bakımdan daha az gelişmiş yörelerden ve kırsal kesimden yüksek oranda oy alması, Türkiye'de yıllardır izlenen kalkınma politikalarına farklı bir yaklaşım getirmesine neden olmuş olabilir.
Kalkınma Bakanlığı tarafından hesaplanan 2000 ve 2010'lu yılları kapsayan sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksi (SEGE) değişimi illere göre (İktidar ya da muhalif belediyeli iller) farklılık göstermektedir. 2000'li yıllarda oyunu daha çok kırsal ve sosyo-ekonomik olarak az gelişmiş kesimlerden oy alan iktidar partisinin bu farklılığı/dengesizliği giderme noktasında yeni politikalar oluştuğunu söyleyebiliriz.
Burada daha çok iktidar partisinin, hem bölgeler arası dengesizliği bir nebze azaltmak hem de daha fazla oy aldığı illerin sosyo ekonomik gelişimini arttırma çabalarının sonuç verdiği yukarıdaki tabloda net bir şekilde görülmektedir.
Bu durumda, muhalif partilerin kazandığı yerel yönetimlerin çoğunun sosyo ekonomik gelişimin olumsuza doğru gittiğini çok rahat söyleyebiliriz. Ülkemizde son dönemde bölgeler arasında oluşan yeni politik yolun muhalafet tarafından iyi okunması gerekiyor. Çünkü, muhalif partilerin kazandığı yerel yönetimlerin sosyo ekonomik gelişme endeksinin azalmasının tek nedeni olarak merkezi hükümetin politikaları görülmemelidir. Özellikle muhalif partilerin seçtiği yerel yönetim adaylarının niteliği de ön plana çıkmaktadır.
İktidar olabilmek, yerel yönetimde yeni model ve marka oluşturmaktan geçmektedir. Ne yazık ki muhalafet partilerinde bu tarzda çok az belediye olduğu bilinmektedir. Özellikle 2019 yılında yapılacak yerel yönetimlerin yalnızca kazanılması yetmemekte aynı zamanda uygun aday belirleme yöntemlerinin oluşturması gerekmektedir.
Şu ara özellike ana muhalefet partisinin en büyük enerjisini yerel yönetici aday adaylarının lobi çalışmaları aldığı gerçektir. Birileri genel merkezde etkili isimlerle kontak kurarak adaylıklarını netleştirmek peşindeler. Yerel yöneticilerin de hizmetten çok reklam kokan hareketlerle genel merkezi etkileme yarışına gittiğini görüyoruz.
Mevcut muhalafet partilerinin yerel yönetici belirleme yöntemlerindeki paradigmaları değiştirmediği taktirde kendi varlıklarının tehlikeye gireceği bir dönemden geçiyoruz.
Örneğin; Yılmaz Büyükerşen Modelini ön plana çıkarırken, Yılmaz Büyükerşen niteliğinde aday belirleme modeli ne yazık ki ön plana çıkarılmamaktadır.
YEREL SOSYO EKONOMİK DEĞİŞİMLER YENİ POLİTİK YOLLAR GETİRMELİ. AKSİ TAKTİRDE, MUHALİF PARTİLER GELENEKSEL YEREL YÖNETİM SEÇİM ŞEKİLLERİ İLE ADAY BELİRLEMEYE GİDERSE, BİR TEK KENDİ KADERLERİNİ DEĞİL ÜLKE KADERİNİ DEĞİŞTİRECEKLERİNİ UNUTMAMALARI GEREKİYOR.