Erdoganomics III – Benim Anladığım
Önceleri serbest piyasacı bir model olarak tanımlanan Erdoganomics, siyasi hedefleri için ister istemez müdahaleci bir yapıya bürünmüştür. Borçlanma yoluyla refah artışı gerçekleştirmiş, kırsal nüfusu kente getirerek, kendisini destekleyecek bir orta sınıf yaratmaya çalışmıştır.
Bugün AKP on sekiz yılı aşkın bir süredir iktidarda. Daha önce hiçbir siyasi grubun gerçekleştiremediği uzunlukta bir süre iktidarda kalan bu siyasi anlayış her manada Türkiye’ye damgasını vurmaya çalıştı. Geçmişi kendine göre yorumlamaktan, alternatif bir tarih anlayışı oluşturmaktan tutun da, dünya ekonomisinin iktidarına sağladığı imkânları kullanarak yarattığı görünürdeki refah algılarına kadar birçok alanda kamuoyunda tartışmalara neden oldu.
Aradan geçen on sekiz yıldan sonra, bugün artık ekonomik vaatlerini yerine getiremeyen bir iktidar ve onun ekonomik modeli ile karşı karşıyayız. Dünya ekonomisindeki değişimi iyi okuyamayan, yeni koşullara uyum sağlamakta zorlanan bir ekonomi bu. Uyum eksikliğinin ana sebebi, AKP’nin son derece iddialı siyasi gündemini mevcut iktisadi koşulların gerçekleştirmeye elvermemesidir. Oysa geçmişte Erdoganomics, AKP’nin o iddialı siyasi gündemini gerçekleştirmeye yarayacak iktisadi koşulları yurt içinde oluşturmayı amaçlayan iktisat politikaları ve uygulamaları manzumesi olarak görülmekteydi. Bugün değişen iktisadi koşulların oluşturduğu kısıtları görmezden gelerek, siyasi gündemine öncelik veren bir yönetim tarzı, ister istemez toplumu yüksek ekonomik maliyetler ödemeye maruz bırakmaktadır. Bu siyasilerin nazarında çok ciddi bir ikilemdir; ya toplumun bütününün bu maliyetlere maruz kalmaması için siyasi gündeminden vazgeçecektir ya da siyasi gündeminde ısrar edip, ortaya çıkan ekonomik maliyetlere katlanması için toplumu ikna edecektir. Ancak AKP yönetiminin bu ikilemi çözebilecek yönde ciddi adımları atamadığı gözlemlenmektedir.
BABACAN 2013’TE İNŞAATA DAYALI BÜYÜMEYİ ELEŞTİRMİŞTİ
Aslında her şey 2013 yılında Ben Bernanke’nin FED Başkanlığını bıraktığı zaman yaptığı konuşma ile başladı. Bir yandan Bernanke’nin belirttiği gibi dünyadaki ucuz likiditenin sebebi olan FED’in varlık alım politikasının sonuna gelindiğini açıklaması, diğer yandan yürütülen büyüme politikasına yönelik olarak, AKP’nin bizzat kendi içinden çıkan aykırı görüşler böyle bir dönüşümün ilk sinyallerini veriyordu. Hatta 2013 yılında, ilk kez resmi bir ağızdan “büyümenin kalitesi” konusu üzerinde durularak, inşaata ve altyapı yatırımlarına dayanarak elde edilen büyüme modeline yönelik eleştiriler dile getirildi. Bu eleştirilerin sahibi ekonomik politika uygulamalarının bizzat başında olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’dı.
Bu aynı zamanda iktidar içinde, ekonomi politikaları konusundaki görüş ayrılıklarının da ilk sinyaliydi. Gerçekten bu görüş ayrılığının izleri, Profesör Cemil Ertem’in 12 Mart 2014 günlü Star Gazetesi’nde, Erdoganomics’ten ne anlamamız gerektiğini yazdığı yazısında da kolayca görülmektedir. Öte yandan bu eleştiriler Erdoganomics olarak ortaya konulmaya çalışılan iktisat politikalarına yönelik, resmi makamlar tarafından dolaylı olarak zaten yapılmaktaydı. Ancak o günden bu güne yaşadıklarımıza bakılırsa, eleştirilerin karar alıcılar üzerinde çok etkili olmadığı görülür. Aradan geçen sekiz yılda Erdoganomics uygulamalarından elimizde kalan, açıklanan iktisadi hedeflerden giderek uzaklaşan bir Türkiye ekonomisidir:
Erdoğan liderliğindeki AKP daha adil bir gelir dağılımı ve herkes için refah vaat eder ve bunu gerçekleştirirken, şimdi bunu sadece belli bir grup için yapabilir duruma gelmiştir.
Kamuoyuna zenginlik üreteceğini ve GSYİH’yı bir trilyon dolar mertebelerine çıkartacağını söylerken, bugün toplumu 750 milyar dolara mahkûm etmiştir.
Yıllardır enflasyonu %5’lerde hedeflerken, artık %20’ler kamuoyundaki beklenti haline gelmiştir.
Piyasa mekanizması üzerinden transferler yapıp uluslararası rekabete sokmayı vaat ettiği, ülkemizin kırsal alanlarından büyük şehirlere getirdiği küçük ve orta büyüklükteki işletmecileri küresel oyuncu ve yeni sermaye birikim modelinin aktörleri yapmayı amaçlarken, bugün onları varlık ve yokluk arasında bir tercih yapmaya zorlayan iktisadi koşullarla karşı karşıya bırakmıştır.
Devletçiliği ve devlet gücünü ülkede hâkim “tekelci sermayenin” gücünü kırmak için bir düzenleyici araç olarak kullanmayı vaat ederken, şimdi mevcut sermayenin kesimler arasında el değiştirmesinin bir aracı olan bir devlet aygıtı ile karşı karşıya kalınmıştır.
“Denk bütçe” diye diye uluslararası sermayeye hoş görünmeye çalışılırken, kamu harcamalarını bütçe dışına taşıyarak görünmez kılan, harcamalarında denetimden ve hesap verilebilirlikten uzak bir kamu düzeni oluşturulmuştur.
Nihayet, Erdoganomics ülkedeki gelir eşitsizliklerini gidereceğini iddia ederken, geldiğimiz noktada gelir dağılımı AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılındakinden çok daha kötü bir noktaya gelmiştir.
ASLINDA 2008’E KADAR GELİR DAĞILIMI DÜZELMEKTEYDİ AMA…
Acaba iktidar çevreleri 2010-2015 yılları arasında yaşanan yüksek büyüme dönemindeki gibi özgüvene bugün sahip midirler?
Ya da o günlerde bu özgüven ile farklı anlamlar yüklemeye çalıştıkları politikaların ülke ekonomisini getirdiği duruma bakıp, bunun sorumlusu olarak Erdoganomics kapsamındaki politika uygulamalarının ve siyaset yapma şeklinin olduğunu görüyorlar mıdır?
Profesör Cemil Ertem 2014’ün 12 Mart’ındaki gazete köşe yazısında Erdoganomics tanımını yapmaya çalışırken, bu politikaları “sıra dışı” politikalar olarak nitelemekteydi. Gerçi hemen hemen aynı dönemlerde Bolivya’da iktidara gelen Evo Morales ’in uyguladığı politikalarla kıyaslandığında, Erdoğan’ın iktisat politikalarının oldukça alışagelmiş, hatta ortodoks niteliklere sahip, basit bir aktarım mekanizması olmaktan öteye gidemediğini ifade etmek mümkündür. Bolivya toplumunun bütün kırılgan kesimlerini kapsayan ve kırsal yoksulluğu ortadan kaldırmayı bir politik amaç olarak belirleyen ve diğer ekonomik politikalarını da bu ana amaç etrafında oluşturan Morales, Erdoganomics ile kıyaslandığında, çok daha sıra dışı uygulamalara imza atmıştır.
Oysa Erdoğan Türkiye’si 2003-2008 yılları arasında gelir dağılımı konusunda önemli iyileşmelere sahne olurken, sonraki yıllarda bu iyileşmeleri aynı şekilde devam ettirememiştir. Hatta Türkiye, bugün o günlerde elde ettiklerinden bir bir vazgeçmeye başlamıştır. Maalesef 2010 sonrası Erdoganomics adıyla tanımlanan politikaların öngördüğü büyüme modeli ve yapılan diğer ekonomik uygulamalar gelir dağılımındaki iyileşmelerin önünde önemli bir engel oluşturmuştur.
Bunun neresi “sıra dışı” olarak adlandırılabilir ki?
ERDOĞAN 2010’DAN SONRA YENİ BİR SERMAYE GRUBU YARATMAYA ÇALIŞTI
On sekiz yıllık deneyimin ardından, maalesef Profesör Ertem’in görmeyi arzuladığından farklı bir Erdoganomics var karşımızda.
Erdoganomics’i, 2010 sonrası iktisat politikası uygulamalarını ve onların sonuçlarını göz önünde bulundurarak tanımlamakta yarar var. Arzu edilene göre değil, gerçekleşmiş olanlar üzerinden bir tanım ve değerlendirme yapılmasının bu bakımdan çok daha önemli olduğunu düşünmekteyim.
Erdoganomics beklendiği gibi “değer yaratan” bir model değil, aksine daha çok mevcut değerlerin “yeniden dağıtımını” amaçlayan bir iktisadi ve siyasi modeldir. Toplumu bölünmez bir bütün olarak düşünmeksizin, bölen ve kutuplaştıran bir siyasi söylemle, çeşitli toplum kesimlerinin ürettiği değerleri, öncelikle kendi yanındaki kesimlere dağıtmayı amaç edinen bir iktisadi modeldir bu.
Elbette gelir dağılımı problemleriyle mücadele etmek, ülkedeki gelir eşitsizliklerini azaltmak bir yeniden dağıtım mekanizması oluşturmayı gerekli kılmaktadır. Ancak böyle bir mekanizmanın, Morales ’in Bolivya’sında, Lula ’nın Brezilya’sında ve Chávez ’in Venezuella’sında olduğu gibi daha kırılgan, yoksul ve düşük gelire sahip, daha geniş halk kesimlerine yönelik bir yeniden dağıtım mekanizması olması, ülkedeki gelir eşitsizliklerini azaltıcı etki doğurabilmesi beklenir. Oysa Erdoganomics ’de kurulan aktarım mekanizmalarının amacı ülkede yeni bir sermaye grubu yaratmaya yönelik, alternatif bir sermaye birikim süreci oluşturmaktır. Buradan da anlaşılacağı gibi, Erdoganomics fakirden, düşük gelirliden yana değil, aksine daha çok sermaye birikim sürecinin öznesi olan zenginden yana bir aktarım mekanizması öngörmektedir. Bu haliyle Erdoganomics kaçınılmaz olarak gelir eşitsizliğini zengin lehine bozan bir sistemin temellerini oluşturmaktadır.
ÜLKE EKONOMİSİ ULUSLARARASI TİCARETİN DIŞINDA KALDI
Erdoganomics gelirin yeniden dağıtımını zaman zaman piyasa mekanizması üzerinden dolaylı bir şekilde, bazen de transfer ödemeleri ve/veya kamu ihlalleri yoluyla tercih edilen iş insanları üzerinden doğrudan yapmaktadır. Zaten Profesör Ertem’in Erdoganomics ’e atfettiği devletçilikten kastı da budur. Devlet, geçmişte olduğu gibi iktisadi faaliyetleri piyasa içinde doğrudan icra etmekte; aksine bu faaliyetlerin yapıldığı piyasa mekanizmalarına tercih ettiği kesimler lehine sonuçlar doğurması için müdahale edecek bir konumda bulunmaktadır.
Piyasa üzerinden yapılan doğrudan ve dolaylı müdahaleler, özellikle AKP döneminde tercih edilen kentleşme sürecinde öne çıkan küçük ve orta ölçekli esnaf faaliyetlerinin sürdürülebilirliğini sağlamak için gerekli talebi oluşturmayı amaçlamıştır. Piyasada talep üzerinden oluşturulan dolaylı müdahale, geniş halk kitlelerinin harcamalarını finanse etmek için, düşük faiz oranları ve kolay elde edilebilir krediler yoluyla ve temini zor olan gelir yerine borcu ikame etmeleriyle sağlanmıştır. Çok daha önemlisi, ekonomideki nispi fiyatların da bu kesimlerin faaliyetlerini cazip kılacak şekilde belirlenmesi, yurtiçi talebin ve harcamaların bu faaliyetlere yönelmesinde önemli rol oynamıştır. Bu şekilde, hem harcama yapanların harcama kapasitesi arttırılarak, borçlanma yoluyla refah artışı gerçekleşmiş, hem de kentleşmeye çalışan bir nüfusun istihdamı bu ticaret, hizmet ve inşaat gibi yerel düzeyde kontrol etmesi çok daha kolay olan faaliyetlere yönlendirilerek, kentleşmenin finansmanı kolayca sağlanmıştır. Böylece bir taşla iki kuş vurma imkânı elde edilmiştir. Ancak bu durum yerel niteliği ağır basan, sadece yurtiçindeki ihtiyaçları gidermeyi amaçlayan hizmet, ticaret ve inşaat gibi iktisadi faaliyetlerin hacminin göreli olarak artmasına yol açmıştır. Bu süreç literatürde “sanayisizleşme” olarak adlandırılmaktadır. Üretim yapımızda yapısal bir değişime neden olan bu durum, zamanla Türkiye ekonomisinde uluslararası ticarete konu olmayan, hizmet, ticaret ve inşaat gibi faaliyetlerin artışıyla sonuçlanmıştır. Bu yönüyle Erdoganomics bugün ülkemizde maruz kaldığımız “sanayisizleşmenin” de adıdır.
KIRSALDAN KENTLERE GÖÇENLER SANAYİDE ÇALIŞAMADILAR
Erdoganomics aynı zamanda siyasi bir projenin ekonomik ayağını oluşturmaktadır. Güçlü bir iktidar desteği sağlamak için kırsal nüfusu kentlere getirerek, onlardan AKP iktidarını destekleyecek bir orta sınıf yaratma projesidir. Diğer bir deyişle, kırsal nüfusun “refaha” erişimini sağlayan bir ekonomik yönetimin de adıdır. Fakat günümüzde cereyan eden bu refah arayışı 1950’ler ve sonrasında yaşanan, kırsaldan kentlere göç dalgasına göre farklılıklar gösterir. O günlerde bu göçler yeni yeni gelişen özel sektörün sanayileşme çabalarına ve sermaye birikimine ucuz işgücü sağlamayı amaçlar; ama ilk etapta onları kentlerdeki refahın ortağı yapmayı düşünmez. Çalışan kesimleri kentlerin çevresinde, kısmen gettolaşmış mekânlarda, hem ekonomik hem de sosyal manada bir yabancılaşmanın içine hapsetmiştir; dönemin orta sınıfı ise gelirlerini sanayi ve sanayi ile ilişkili faaliyetlerden elde eder.
AKP’nin önderlik yaptığı 2000’li yıllardaki göçlerde ise, kırsaldan kentlere gelenlerin sanayide istihdam edilebilirliği son derecede güçtür. Hem teknolojik gelişmelerin üretim süreçlerinde yol açtığı değişimler, hem de kentlere göçenlerdeki vasıf eksiklikleri, onların sanayide istihdam edilebilirliğini imkânsız kılmaktadır. Geçmişteki örneklerinden farklı olarak bu kez, AKP iktidarında kırsaldan kentlere gelenlere, kentlerdeki refahı paylaşmalarına yarayacak şekilde, sanayi dışında gelir imkânları sağlandı. AKP bu süreçte kentlere gelen kırsal nüfusun sermaye sahibi olanlarını “esnaf”, sermayesi olmayanları da bu esnafa “işçi” yaptı. AKP iktidarı ve Erdoganomics 1950’ler sonrası dönemlerdekinden farklı olarak sanayide sermaye birikiminin değil, bu şekilde daha çok ticari faaliyetlerle sermaye birikiminin önünü açtı.
ENFLASYONİST POLİTKALAR, TOPLUMSAL REFAHA DA SERMAYE BİRİKİMİNE DE ENGELDİR
AKP’nin kendini siyasi olarak destekleyecek kesimleri oluşturabilmesi, ticari gelirlere dayalı bir orta sınıf inşa edebilmesi ve nihayet “ticari sermaye birikimini” sağlayabilmesi, uyguladığı ekonomik politikaların finansmanının ana belirleyicisi olan Merkez Bankası’nın izleyeceği para politikasına bağlıdır. Bu denli müdahaleci ve tarafgirlik içeren politik uygulamaları yapan bir iktidarın, Merkez Bankası’nın izleyeceği “bağımsız” bir para politikasına tahammül göstermesi düşünülemez. Zira ekonomideki tüm kesimlerin ortak refahını esas alan, toplumun bir bütün olarak böyle bir refaha erişimine tehdit teşkil eden enflasyonist bir para politikası uygulamasının, siyasi olarak AKP iktidarının tercih ettiği kesimlerin aleyhine sonuçlar doğurması ve bu kesimlerin gelir akımları ile sermaye birikim süreçlerini sekteye uğratması muhtemeldir. Siyasi manada amaçlandığı şekilde gelir akımlarının ve sermaye birikim süreçlerinin kesintiye uğramadan devamı için para politikasına müdahale kaçınılmazdır ve Merkez Bankası bağımsızlığı bu amaçlarla çeliştiği için kabul edilemez. Faizin mi enflasyona, yoksa enflasyonun mu yüksek faiz oranına yol açtığından bağımsız olarak Erdoganomics ‘in bir diğer özelliği, siyasi hedefleri doğrultusunda para politikasına müdahalede bulunmaya duyduğu ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı gerçekleştirmenin maliyetleri, uluslararası piyasadaki elverişli mali koşullar devam ettiği müddetçe görülmeyebilir. Ancak şartların değişmesi, bu ihtiyacın karşılanabilmesi için, toplumun en azından bir bölümüne maliyetler yüklemesi kaçılmaz hale gelir. Bu maliyet çoğunlukla enflasyon olarak ortaya çıkar ve kaynağı iktidarın siyasi amaçlarının ikbali için para piyasasına yaptığı müdahalelerdir. Bu da ülkemizdeki enflasyonu yapısal bir sorun haline sokarak, siyaseti bu sorunun kaynağına oturtmaktadır.
~*~
Tüm bunlar, AKP’nin siyasi amaçlarının gereği olarak yapılan iktisadi uygulama ve politikalardır. Bu uygulamalar neticesinde hizmet, ticaret ve inşaat gibi faaliyetlerin ekonomideki ağırlığı artmakta, Türkiye ekonomisinin dünya ile karşılıklı ilişkileri zayıflamakta, ülke daha çok yurtiçine yönelmektedir. Her ne kadar Profesör Ertem Erdoganomics ’i dışa açıklığı savunan bir iktisat görüşü olarak tanımlasa da, bu görüşün desteklediği siyasi amaçların ad hoc olarak zaruri kıldığı uygulamalar ekonominin dışa açıklığının azalmasına neden olmaktadır. Bu da, iktidar çevrelerinin tanımladıkları Erdoganomics kapsamındaki uygulamalara, teorik ilişkilerle desteklenmiş bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmamaları nedeniyle oluşan bir kafa karışıklığına ve çelişkiye işaret eder.
Dolayısıyla önceleri serbest piyasa yanlısı ve özel mülkiyete saygılı bir model olarak tanımlanan Erdoganomics, Türkiye gibi belli bir gelişme seviyesine ve olgunluğa erişmiş bir ülkede, siyasi hedeflerini gerçekleştirebilmek için toplum mühendisliği yapmaya girişmek zorunda kalmış ve ister istemez son derecede müdahaleci bir yapıya bürünmüştür. Bugünkü deneyimlerimiz ışığında Erdoganomics ’in pratikte toplumun her kesimini kapsayan serbest piyasa lehtarı bir anlayışa sahip olduğunu söyleyebilmek son derecede zordur.
SONUÇ: ERDOGANOMİCS BELLİ KOŞULLARDA BAŞARILI OLABİLİYORMUŞ
Bu yazımızla, Türkiye’nin neredeyse son yirmi yılına damga vurmuş bir siyasi anlayışın ekonomik politikalarını niteleyen Erdoganomics konulu yazılarımızın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Elbette her iktisat politikasının olumlu ve olumsuz yönlerinin olması mümkündür. Ancak AKP iktidarının uzunluğu ve uygulanan politikaların niteliği düşünüldüğünde, bunca uygulamanın bizleri ciddi bir muhasebe yapmaya itmesi de kaçınılmazdır.
Erdoganomics uygulamaları iktisadi manada “yerleşik düzeni” sarsmayı amaçlamış; ama yapılanlar mevcudu tarumar ederken, yerine kalıcı yeni bir sistem getirmekte yeterince başarılı olamamıştır. Buradaki temel açmaz, Erdoganomics ‘in öngördüğü alternatif sermaye birikiminin ticari niteliğe sahip olması ve bu sürecin de ancak belli mali koşullarda sürdürülebilirliğinin bulunmasıdır. Ticari sermaye birikiminin bugün ortaya çıkan yüksek faiz ve kıt mali kaynak koşullarında sürdürülebilmesi son derecede zordur.
AKP, bugün maruz kaldığı siyasi ve iktisadi kısıtlar nedeniyle, tıpkı 1950’lerde Demokrat Parti’nin düştüğü duruma benzer bir şekilde, olgunlaştırdığı ticari sermaye birikiminin sanayi sermayesine dönüşümünü sağlamada yeterli olamadı. Zira sanayide sermaye birikiminin gerekli kıldığı kurumsal yapıların tekrar inşası gerekmekte; ama ülkenin yönetim sisteminde yapılan değişiklikler buna izin vermemektedir. Dolayısıyla Erdoganomics ’in başarısı, sadece belli kesimler üzerinde, belli konjonktürel koşullarda ticari sermaye birikimini sağlamak bakımından temin edilmiştir. Ama bu sermayenin dönüşümünün sağlanamadığı müddetçe, sürdürülebilirliği olmayacak ve sadece dünya ekonomisinin çok istisnai bir döneminde uygulama olanağı bulan bir politika olarak kalacaktır.